ABC Politik

Merdan Yanardağ
30 Ekim 2022
Email :

Türkiye solunun açıkça tartışılmayan, daha doğrusu tartışmaktan kaçınılan ciddi bir sorun var; Türk ya da Türklük kompleksi.. Bu kompleks, esas olarak “Türk solu” diyebileceğimiz siyasal ve entelektüel alanda, yakıcı bir sorun haline gelmiş durumda. Öyle ki, Türkiye sosyalistleri, neredeyse Türk olmaktan utanıyor, bu kimliğini adeta gizlemeye çalışıyor. Bu durum, sosyalist hareket için ciddi bir meşruiyet sorunu, hatta krizi yarattığı gibi, ayaklarını bu topraklara ve kültüre basmalarının önünde de ciddi bir engel oluşturuyor. Daralmaya ve fiilen marjinalleşerek tasfiye olmasına yol açıyor.

Dolayısıyla, genel olarak solun, özel olarak sosyalist ve devrimci hareketin içinde şekillendiği kültüre ve topluma yabancılaşmasına yol açan, bu adı konulmamış kompleks, ülkeden, toplumdan, hatta sınıftan da kopmaya yol açıyor. Sosyalist hareketin kitleselleşememesinin nedenlerinden birini de bu olgu oluşturuyor. Durum böyle olunca, bu ülkenin ilerici-devrimci tarihinden, kültüründen, kahramanlarından, edebiyatından, ulusal simge ve sembollerinden kopmuş, dahası kendi toplumuna yabancılaşmış tuhaf bir sol oluşuyor.

Türkiye solunda, Kürt olmak, Ermeni olmak, Rum olmak anlaşılır nedenlerle prestijli bir konumken, Türk olmak sanki ayıp sayılıyor. Bayrakla, ulusal marşla anlamsız bir kavga devam ediyor. Bu durum ya da gelişmenin (özellikle marş, bayrak vb tepkisinin) esas olarak 1980 sonrasında, 12 Eylül zulmünün ve zindanlarının da büyük etkisiyle ortaya çıktığını saptamak gerekiyor.

Ancak, solda Türk kompleksi özellikle 1990 sonrasında, Kürt hareketinin, yükselen İslamcılığın ve sol liberalizmin etkisiyle daha belirgin bir hal aldığı da açık. Oysa, Türkiye solunun tarihteki en büyük yükseliş ve kitleselleşme dönemi olan 1960’lı yıllardan 1970’lerin sonlarına kadar, sosyalist hareketin böyle bir sorunu yoktu. Faşistlerin vurduğu devrimcilerin tabutları bile bayrağa sarılırdı.

Örneğin, 12 Mart’tan hemen sonra, 1974 sonları ve 1975’in başında İstanbul’da vurulan devrimci gençlik hareketinin iki önemli ismi Şahin Aydın (Yıldız Mühendislik öğrencisi, İstanbul Yüksek Öğrenim Kültür Derneği Yönetim Kurulu Üyesi) ve Kerim Yaman’ın (Vatan Mühendislik öğrencisi) tabutları bayrağa sarılmıştı. Katıldığım için biliyorum; her ikisi de birer cenaze töreni olmanın ötesinde büyük birer kitlesel gösteriydi. İstanbul’un nüfusunun 2,5 milyon olduğu günlerde yaklaşık 40 bin kişi katılmıştı. Bu protestolar hem 12 Mart’tan çıkışın simgesi hem de ‘71 direnişinin prestijiyle devrimci hareketin büyük bir güç olarak ayağa kalkışının işaretiydi.

GEZİ DİRENİŞİ’NİN MEŞRUİYETİ VE BAYRAK

Anımsanacağı gibi, Gezi isyanı sırasında çekilen bütün fotoğraflarda, bütün barikatlarda, polisle girilen bütün çatışmalarda ay yıldızlı bayrak ve M. Kemal posterleri vardı. Daha önce baskı, despotluk ve şovenizmin simgesi olarak görülen Türk bayrağı, birkaç gün içinde direniş sancağına dönüşmüştü. Haziran direnişçileri ay yıldızlı bayrağı gericiliğin ve faşizmin elinden almıştı. Direnişin çok önemli meşruiyet kaynaklarından biri de buydu. Polis çareyi bayrak satışını engellemekte bulmaya çalıştı. Nitekim, Taksim’de bayrak satan bir sokak esnafı (Ali Dayı) polis tarafından gözaltına alındı. Marx’ın dediği gibi ulusun sembolleri el değiştiriyordu. Bir ulusun sembolleri emekçilerin, devrimcilerin eline geçiyorsa, orada egemen sınıflar kaybediyor demekti.

Ancak Türklük (dolayısıyla bayrak vs) kompleksi nedeniyle egemen güçlerden alınan bayrak aynı hızla geri verildi. Oysa, Gezi eylemini Haziran Direnişi’ne çevirenler, ellerinde Türk bayraklarıyla sokaklara fırlayan yüz binlerce insandı. Onlar, anlamlı ama küçük bir çevreci eylem olarak kalacak bir etkinliği, Cumhuriyet tarihinin en büyük direniş ve isyanlarından biri haline çevirmişti.

TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan birkaç yıl önce bana hoş, ama düşündürücü bir olay anlattı. Sanırım Castro henüz hayattayken, TKP de 1 Mayıs Kutlamaları için Küba’ya davet ediliyor. Her ulusun komünist ya da sosyalist partisinin korteji en önde parti bayrağının yanı sıra ülkesinin bayrağını taşıyarak yürüyor. Kemal Okuyan, “Biz yanımızda Türk bayrağı getirmemiştik. Aklımıza gelmemişti. Kübalılar bize bayrağınız nerede diye sordu, yok dedik. Bize, ‘sizin hangi ülkenin partisi olduğunuz nasıl anlaşılacak’ diye sordular, yanıt veremedik. Bunun üzerine Türk elçiliğinden bir bayrak getirdiler” dedi. O gün 1 Mayıs kutlamalarına katılan partiler arasında Arjantin ve Şili komünist partileri de vardı. Onlara da, ülkelerinde yapılan askeri-faşist darbeler sırasında uluslarının bayrağı altında işkence yapılmıştı. Ama onlar egemen sınıflara o bayrakları bırakmamışlardı. Dolayısıyla, Kemal Okuyan’ın deyimiyle, “teslim bayrağı çekmeden” bayrakla olan anlamsız kavgayı da artık bitirmek gerekiyor.

LİBERALİZM, KÜRT HAREKETİ VE İSLAMCI ETKİSİ

Liberalizmin, Kürt hareketinin ve İslamcı ümmetçiliğin “terörize” ettiği entelektüel /siyasal ortamın etkisiyle, Türkiye solunda yaratılan bu kompleks, ağırlaşarak sürüyor. Dolayısıyla, solun meşruiyet ve kitlelerle bağ kurma sorunu da büyüyor. Oysa, Jön Türkler’den, Kuvayı Milliye’ye, 1920’lerden 1950’lere, TKP’den TİP’e, DİSK’ten TÖS’e, DÖB / FKF’den Dev-Genç’e, 1968’den 1978’lere uzanan ilerici, ulusal demokratik, aydınlanmacı ve sosyalist hereketin tarihinde büyük ve soylu Türk devrimcileri vardı. Devrimci sosyalist hareketi de onlar yarattı. Mustafa Suphi’ler, Şefik Hüsnü’ler, Behice Boran’lar, Kemal Türkler’ler, Nazım Hikmet’ler, Sinan Cemgil’ler, Deniz Gezmiş’ler, Mahir Çayan’lar bu tarihin hem bir ürünü hem de yaratıcılarıydı. Bu gurur duyacağımız bir tarihtir. Türk olmanın, en az Kürt olmak, Ermeni olmak ya da Rum olmak kadar onurlu bir konum ya da durum olduğu hatırlanmalıdır.

Değilse, Türkleri milliyetçi ve ulusalcılara, Kürtleri ezilen ulus milliyetçilerine, Sünnileri İslamcılara, aydınları liberallere terk ettiğimiz sürece, sosyalist hareket marjinal bir güç olmaktan kolay kolay çıkamaz. Türk deyince eğer aklınıza 1908 Hürriyet Devrimi değil de sadece “Ermeni soykırımı” ya da 1923 devrimi değil de “Dersim katliamı” geliyorsa; Bayrak denilince Gezi Direnişi değil de sadece 12 Eylül ve Kürt sorunu aklınızı kurcalıyorsa solun tecritten çıkıp ayaklarını bu topraklara basması zor görünüyor.

Yazının başında, sosyalistler bu konuyu tartışmaktan kaçıyor demiştim.. Bunun bir istisnası var; Odak dergisi çevresinin entelektüel ve siyasi lideri olan, Hamza Yalçın, bu konuda oylumlu bir makale yayımladı. Hakkını burada teslim etmek gerekiyor. Ancak, bu yazı beklediğim tartışmayı yaratmadı. Sol yine bu konuyu tartışmaktan çekindi. Eğer Hamza Yalçın’ın makalesinin ardından verimli bir tartışma yapılabilseydi, ben bu yazıyı kaleme almak için bu kadar beklemeyecektim. Arkadaşım Hamza Yalçın’ın, “Sosyalist solda Türkofobi” başlıklı yazısını ben Tele1’in web sitesinde (tele1.com.tr) yayımlayarak dikkat çekmek istedim. Yine olmadı. Şimdi Yalçın’dan uzun bir alıntı yaparak, makalesinin hakkını vermek isterim.

HAMZA YALÇIN’IN YAZISI; TÜRKOFOBİ

“Türkiye devrimci hareketinin liderlerinden Mihri Belli birçok insanıyla dost olduğum bir sosyalist örgüt hakkında konuşurken, ‘Türk düşmanları bir araya gelmiş, örgüt kurmuşlar’ diye şaka ediyordu. Mihri Belli, şakanın altındaki gerçeği sevecen şekilde ve gülerek ifade ediyordu. Sosyalist solda Türkofobi o yıllarda (1980’li yılların sonları) bugünkü gibi etkili değildi. Bugün Türkiye solunda Dev-Yol ve Dev-Sol geleneği bile rahatlıkla şovenist ilan edilebilmektedir. Sadece anti-emperyalizm ifadesinden bile ‘şovenizmin keskin kokusunu’ alan çoktur.

“Kurtuluş Savaşı’nı emperyalizme karşı mücadele yerine soykırımlar ve katliamlar manzumesi mi görüyorsunuz? ‘Kahrolsun İstibdad Yaşasın Hürriyet!’ ifadesi sizde de hemen Ermeni katliamını çağrıştırıyor mu? Siz de ABD emperyalizminin Ortadoğu’da işlediği suçlara dikkat çekilmesinin altında hemen ezen ulus şovenizmi keşfediyor musunuz? Türk kimliği size Nazımlar, Denizler ve Mahirler yerine Bahçelileri, Çakıcıları mı hatırlatıyor? Türkofobi ifadesini, sorulara olumlu yanıt veren Türkiyeli sosyalistler için kullanıyorum. İsterseniz ‘Türk düşmanlığı’ ya da ‘Türk alerjisi’ de diyebilirseniz.

“1980’den bu yana Türkiye solunda bambaşka bir algılama, düşünme, davranma kalıbı ve refleksi gelişti. Türk kimliği aynen egemen güçlerin istedikleri şekilde algılanıyor. 40 yıldır Türkiye solu kendi kendisini Türk halkından tecrit ediyor. Solda Türk kimliğine alerji, Türkiye tarihinin ilerici birikimine ve Türk kimliği taşıyan insanlara sevgi ve yakınlık duymamaya, hatta antipati duymaya; sonuçta halkın faşizmin etkisine terk edilmesine ve Türkiye’de milliyetçi kutuplaşmaya yol açıyor. Türkofobi, Türkiye solundan ayaklarını yere basmaya çalışan devrimcilere karşı kuşku ve güvensizlik yaratılmasına, onların tecrit edilmesine ve Türkiye solunun tasfiyesine çıkmaktadır” (Hamza Yalçın, Odak Dergisi, 3 Ağustos 2021 /.

MİHRİ BELLİ’NİN KAYGISI

Hamza Yalçın gibi, benim de Mihri Belli ile benzer bir anım var. ÖDP’nin Birinci Kongresi’ne (1997) İstanbul’dan Ankara’ya beraber gittik. Yanımızda Mihri Abi’nin oğlu, parti üyesi Hayrettin Belli de vardı. Aracı Hayrettin kullanıyordu. Ankara’ya kadar sohbet ettik, sık sık mola verdik. Hayrettin de hatırlayacaktır; bana bu yolculuk sırasında genel başkanlık için aday olmamı da önerdi. İşte bu sohbette, ÖDP dahil Türkiye solunun büyük bölümünün Türklerden koptuğunu, gözden kaçan önemli sorunlardan birini bu durumun oluşturduğunu anlattı. Kürt hareketinin büyük dostu Mihri Belli, Türk solunun bu kompleksini aşması gerektiğini söylüyordu. Haklı olduğu açıktı.

Entelektüel ortamdaki liberal hegemonya (bu hegemonya bir ölçüde kırılsa bile etkileri sürüyor) nedeniyle Türk kimliği faşizmle ve gericilikle ilişkilendiriliyor. Dahası, Türkiye solu özellikle Kürt sorununda yıllardır sosyal-şoven, hatta, “devlet yanlısı” olmakla bile suçlanıyor. Oysa, Yalçın’ın dediği gibi, “Kürt halkını ve ezilen milliyetlerin ulusal demokratik haklarını on yıllardır işçi sınıfının haklarından bile daha çok savunduğumuz halde” yer yer hala böyle suçlanmak, büyük haksızlık. Ancak, bu durumda sadece Kürt arkadaşlarımızın ve liberallerin suçu yok, solun Türklük kompleksinin payı da büyük. Durup bir düşünelim ve bu saçma duruma artık son verelim. Abdestinden emin olmayan bir soldan kimseye hayır gelmez.