Bu hafta başında bir sokak röportajı izledim; duyduklarıma inanamadım, adeta dondum kaldım. Ayşenur Arslan Halk TV’de yaptığı Medya Mahallesi programında yayınladı. Video, bir bakıma son iki üç haftadır BirGün’de yazdığım her şeyi çarpıcı şekilde özetleyerek doğruluyordu. (Bu vesileyle ‘Mahallemizin ablası sevgili Ayşenur Arslan’a tutuklandığım ilk günden itibaren verdiği destek için teşekkür ediyorum.)
Söz konusu video da sokak gazeteciliği yapan bir arkadaşımız türbanlı bir kadına, hayat pahalılığını da anımsatarak, ‘İktidardan, ülke yönetiminden memnun musunuz?’ diye soruyor. En fazla alt ya da alt-orta sınıftan bir yurttaşımız olduğu anlaşılan kadın “Tabi memnunuz” diyor ve “Artık doktor bile dövebiliyoruz, daha ne olsun” diye yanıt veriyor.
Takip edenler bilir, son dört yazımızda “kutsal mazlumluk” ve “kutsal zalimlik” diyalektiği üzerinden, İslamcı faşizmin dayandığı toplum kesimlerinin özelliklerini ve kitle ruhunu analiz etmeye çalışıyorum. Siyasal İslamcı hareketin toplumun en geri, eğitimsiz (az eğitimli) ve emekçi sınıflara mensup yoksul kesimlerinin dokusunu nasıl değiştirdiğini ortaya koymayı amaçlıyorum.
ZALİMLİĞE DÖNÜŞÜR
İşte sözünü ettiğim sokak röportajı, anlattığım her şeyi bir çırpıda ve somur olarak gözler önüne seriyordu. AKP iktidarı ve İslamcı hareketin, sömürü ve zulüm düzeninin gerçek nedenlerinin üstünü örterek; ülkenin en geri kesimlerinin, dinci bir ajitasyonla; toplumun gelişkin eğitimli ve modern yaşam tarzını benimseyen kesimlerine karşı nasıl bir düşmanlığa yönlendirdiğinin somut ifadesi gibiydi. Birkaç ay önce, aynı sınıfsal özelliklere sahip bir erkek yurttaş da benzer şeyler söylemişti.
Siyasal bir dincilikle bilinci kuşatılarak yönlendirilen, toplumun periferisindeki “ezik özne” dışlanmışlığın, itilmişliğin, sömürünün, o güne kadar iktidarın ve servetin kenarında kalmışlığın nedeni olarak kapitalizm ve ülkeyi yöneten İslamcı muhafazakâr oligarşiyi değil; toplumun eğitimli seküler yaşam tarzına mensup kesimlerini görmeye başlar. Diğer bir ifade ile ideolojik olarak kışkırtılan “kutsal mazlumluk”, yani sırf inançlı olduğu için ezildiği telkin edilen kalabalıklar “yanlış bilinçle” toplumun nitelikli kesimlerine karşı hınç biriktirir. Bu hınç, iktidarın ve devletin ele geçirilmesiyle “ sıra bizde” duygusuyla yine kutsal değerlerin motive ettiği bir intikamcı zalimliğe dönüşür.
Sağlıkla şiddetin, hekimlere ve hastane çalışanlarına yönelik saldırının, -ki bunlar kamu/devlet hastaneleridir- arkasından bu sosyolojik durumun ve ideolojik kültürel gerekçeler yatıyor. Daha önemlisi, sağlıkta şiddet olgusu, artık münferit (tekil) olay olmaktan çıkıyor ve yay bir toplumsal sorun haline geliyor.
100 BİNDEN FAZLA İHBAR
Vasatın zalimliğini ifade eden videoyu izledikten sonra, sağlıkta şiddet olayına biraz daha yakından baktım. Buradan hemen belirteyim, intikamcı bir şirretlikle doktor dövmeyi, iktidardan memnun olmanın ölçütü olarak gören kadının türbanı ile değil, söyledikleriyle ilgileniyoruz. Ulaştığım sağlıkta şiddet verileri, yaptığım değerlendirmeyi teyit ediyordu.
Bilindiği gibi, şiddet tehdidi altında olan ya da saldırıya uğrayan sağlık çalışanları, “Beyaz kod adı verilen bir alarm/ihbar sistemi üzerinden en yakın polis merkezine durumu bildirebiliyor. Son 6 ayda 100 binin üzerinde “Beyaz kod” ihbarı verilmiş. Toplam sağlık çalışanlarının yaklaşık 700 bin kişi olduğu ülkemizde sayının yüksekliği ve çarpıcılığı daha iyi anlaşılıyor. Neredeyse her 7 sağlık çalışanından biri saldırı ya da şiddet tehdidi ile karşı karşıya kalmış.
Bu oran, genel ve yaygın bir toplumsal duruma işaret ediyor. Toplumun iktidar yanlısı alt ve alt-orta sınıfına mensup kesimlerinin, doktor dövmeyi bir tür hak olarak gördüğü anlaşılıyor. Geçmişte sırf dindar oldukları için “ hor görüldükleri” telkin edilen kesimler, okumuş (eğitimli) ve modern yaşam tarzına sahip insanların simgesi olarak gördükleri doktorlara şiddet uygulamayı iktidara gelmenin eylemli bir ifadesi olarak görüyor. Sorunun sağlık sisteminden değil, hekimden kaynaklandığını sanıyor.
Solun ve sosyalist hareketin toplumsal etkisinin azaldığı, devrimcilerim yaşama müdahale olanaklarının daraldığı bir tarihsel kesitte; eşitlik, özgürlük ve adalet mücadelesine çekilemeyen sınıf bilincinden uzak toplum kesimleri, İslamcılığın etkisine açık hale geliyor. Dinci propaganda ve ajitasyonun ideolojik etkisi altındaki toplumun karanlık yüzündeki kalabalıklar, kendi sefaletlerini sorumlu olan sistemi göremiyor. İslamcı- muhafazakâr sermaye ve siyaset sınıfının oluşturduğu yeni oligarşinin sorumluluğunu kavrayamıyor. Bu durumun en önemli nedenlerinden birini, sol ve cumhuriyetçi güçlerin ideolojik- kültürel mücadeleyi ihmal etmesi, dahası bu mücadeleden kaçınması oluşturuyor.
KUTSAL DEĞERLER
Onlar, dinciliğin etkisi altındaki kalabalıklar doktor döverek, şort giyen genç kadınlara müdahale ederek, otobüs durağında birbirine sarılan genç sevgililere “ burada öpüşemezsiniz” diye ciyak ciyak bağırıp saldırarak, kendi sefaletlerini ve gönüllü kulluklarını yeniden üretiyor. Bu durumun, ideolojik olarak kışkırtılmış bir saldırganlıktır. Motivasyonu siyasal dinciliktir. “kutsal” değerlerdir.
Yoksul kesimlerin, en alttakilerin bu saldırganlığın, intikamcı/rövanşist hıncın özneleri olması, soğukkanlı sosyolojik bir çözümlemede anlaşılabilir, ama durumun meşrulaştırmaz. Suçu hafifletmez. Çünkü tam tersine alt sınıfların, cehalet içindeki kalabalıkların bu saldırganlığın öznesi olması, onu daha acımasız, hoyrat ve kıyıcı hale getirir. Bu durumun tarihimizde iki çarpıcı örneği vardır.; birincisi gayri Müslüm azınlıklara yönelik 6-7 Eylül 1955 vahşi saldırı ve yağma olguları, ikincisi ise Aralık 1978 Maraş katliamıdır. Her iki olay da tipik ve çok çarpıcı kışkırtılmış kutsal zalimlik örnekleridir. Her ikisinin motivasyonu da dinsel motiflerdir.
Sonuç olarak “doktor dövmek” diye kodlanan sağlıkta şiddet olayları, basit bir asayiş sorunu olmanın çok ötesinde geçmiş durumda. İslamo faşizmin, toplumsal rıza üretimiyle ilgili bir siyasal sorunla karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz.
Söz konusu durum; kurumsal bir yıkıma yol açtığı gibi; toplumun yetişmiş ve nitelikli insan kaybetme tehlikesini derinleştiriyor. Özellikle 14-25 Mayıs seçimlerinin kaybedilmesiyle artan yurtdışına doktor-mühendis göçü, ülkeden umudunu kesiyor. Bu vahim bir çöküş sürecidir.