Siyasal İslamcı iktidarın, devlete bütünüyle hâkim olduktan sonra hız verdiği yeni ve kendisine bağlı bir zenginler sınıfı yaratma amacıyla uyguladığı ilkel ve vahşi sermaye birikim modeli artık tıkanmış ve yolun sonu gelmiş görünüyor. Kamu varlıklarının yağmasına ve toplumun ortak malı olan ulusal zenginliklerin talan edilmesine dayalı bu sermaye birikim siyaseti ve modeli ülke kaynaklarını tüketmiş bulunuyor.
Bu sermaye birikim modelinin biri teolojik diğeri de sosyolojik olmak üzere iki ideolojik – tarihsel motivasyon- alanı var. İslamcı iktidar ‘kâfirlerin devleti’ olarak gördüğü Cumhuriyeti ‘fethettiğini’ varsayarsak, kamusal birikimi ve toplumsal varlıkları – şaka gibi ama- bir anlamda ‘ganimet” ve “kılıç hakkı’ olarak görüyor. Tam bir ortaçağ hukuku olan bu zihniyetin sahipleri de kendilerinin ‘Cihat’ ettiğine inanıyor ya da bu anlayışı savunuyor.
İnanılır gibi değil ama durum budur. Değilse, ayakkabı kutularından çıkan ve rüşvet parası olduğu söylenen milyonlarca dolar için ‘imam hatip parası’ yani ‘Cihat için harcanacak’ denilerek aklanmaz ve bu durum İslamcı çevrelerde genel kabul görmezdi.
Bu bahiste İslamcıların samimi olup olmadıklarını, söz konusu inançların gereğini yapıp yapmadıkları ayrı bir tartışma konusudur. Yaklaşım ve ideolojik-teolojik gerekçe ve arka plan budur. Ben de bu konuda bir samimiyet olmadığını biliyorum. Çünkü siyasal İslamcılar, Kutsal bir davaları ve dinleri olduğu için ahlaka ihtiyaçlarının olmadığına inanan ve böyle düşünen, hareket eden bir yapıya sahiptir. Takiyye bu anlayışın (çağımızda) ürünüdür.
AKP iktidarının – ki İslami akımlar, tarikatlar ve cemaatler koalisyonuna dayalıdır – İslami faşist bir rejim ve şeri bir düzen kurma hırsı; kasaba yobazlığına kadar savunulan değerler dünyası; Cumhuriyet ve aydınlanmaya/moderniteye yönelik derin ve bitmek bilmeyen kini, ülkenin kurumsal birikimini de çökertmiş durumda. Bugün Türkiye’nin içine sürüklendiği yıkıcı ve can yakıcı ekonomik krizin, yoksullaşma ve kuralsızlaşmanın; toplumsal dokunun ve insanın bozulmasının asıl nedeni bu tablodur.
Uygulanan sermaye birikim modeli bir ahbap çavuş kapitalizmi de yaratmış, iktidar mensupları İslamcı siyaset sınıfı ve bu kesimin aileleri (bu geniş ailedir) açıklanamaz biçimde zenginleştirmiştir. Bu anlamda AKP iktidarı, sermaye içi dengeleri ve görece var olan kurallı düzeni, dolayısıyla adaleti de bozarak dar bir kesimin, deyim uygunsa İslamcı-muhafazakâr bir oligarşinin yönetimine dönüşmüştür.
İç/ulusal kaynakları tüketen İslamcı AKP iktidarının, dış kaynak bulmaktan başka çaresi yoktur. İktidarın ‘kıl payı’ denebilecek bir farkla yalan, iftira ve kara propaganda ile ancak uzatabilen AKP-MHP koalisyonu, içeride sömürüyü daha da artıracak ve ülkeyi daha fütursuzca emperyalizme peşkeş çekecek demektir.
Siyasal İslamcılık, diğer hedeflerinin yanı sıra; ulusal zenginliklerin yağma ve talan edilmesine dayalı ilkeli bir sermaye birikim modelinin ideolojisi haline gelmiştir. 21.yy’da modern bir ülkeyi ve toplumu yönetme yeteneği ve kapasitesine sahip olmadığı ortaya çıkan İslamcı hareketin tükendiği ya da iflas ettiği alanlardan biri de işte bu yağmacı ve yalana dayalı sermaye biriktirme modelidir.
Ülkenin kurumsal birikimi ve geleneğinin imha edilmesinin de ağır sonuçları olacaktır. Nitekim 6 Şubat depreminin bu kadar yıkıcı olmasının, can kayıplarının bile tam olarak tespit edilememesinin, İstanbul ve Marmara Bölgesinin kurbanlık bir koyun gibi depremi beklemesinin nedeni bile; bu kurumsal birikiminin ulusal ölçekte imha edilmesidir. Her şey, ülkenin bütün birikimi, şeri bir düzen kurma uğruna imha ediliyor.
İdeolojik bakımdan Necip Fazılcılık ile selefi Arap gericiliğinin (daha çok İhvancı anlayışın) bir sentezi diyebileceğimiz AKP İslamcılığı, bütün heyecanını yitirmiş ve yozlaşmış bir dinciliktir. Kurumsal birikiminin çöküşü, ülkenin varlığını ve geleceğini tehdit edecek boyutlara ulaşmıştır. İmha edilen sadece Cumhuriyetin 100 yıllık seküler ve modern kurumsal birikimi değil, bin yıllık Selçuklu – Osmanlı Türk devlet geleneğidir aynı zamanda ülke modern bir ulus devletten bir aşiret düzeyine iade edilmiş gibidir. Necip Fazıl’ın İslamcı faşist İdeolojik kurgusuna dayalı bir ‘başyüce’ rejimi kurulma sürecinin içinden geçiyoruz.
Bu nedenle 14-28 Mayıs seçimlerini kaybetmek dünyanın sonu olmasa da, sonuçları itibarıyla toplumsal ve siyasal maliyeti ağır olacak bir tablo yaratmıştır. Dolayısıyla önümüzdeki yerel seçimler, olmadı gerekenden daha yüksek ve büyük bir anlam kazanmıştır. Yerel seçimler; adil ve demokratik olmayan 14 – 28 Mayıs’ın sağlamasının yapılması, bir anlamda rövanşının alınması ve ülkeyi bir erken seçime zorlayarak (sonuçlarına göre) bir 5 yıl daha bekleme kâbusunu aşma imkânı sunabilecektir. Tam bu noktadaki temel sorun; muhalif toplum kesimlerinin seçim yenilgisinin ardından içine sürükledikleri karamsarlık, muhalefete duyulan öfke ve ağır yenilmişlik duygusuyla siyasetten uzaklaşma tutumunu almayı becermektir. Asıl zor olan budur. Ama toplum mutlaka ayağa kaldırılmalıdır. Yerel seçimleri almak; 28 Mayıs’ın hemen ertesi günü başlatılan ve kişilere sıkıştırılan CHP’deki ‘değişim’ tartışmasının yol açtığı derin bozulmayı da geride bırakmayı sağlayacaktır. Çünkü yönü ve kapsamı belli olmayan ideolojik bir oylumu bulunmayan bu tartışma (en azından başlangıçta) seçimlerin ve AKP – MHP iktidarının meşrutiyetini sorgulamayı önlemişti. Bu durum yenilgi psikolojisinin derinleşerek hastalıklı bir toplumsal ruh haline dönüşmesine yol açtı.