Gezi Direnişi davasında hukuk dışı hükümlerin Yargıtay’da onaylandığı; Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin iptal edildiği bir tarihsel dönemeçte; İslamo-faşist rejimin durdurulmasının tek bir yolu var; Toplumu düştüğü yerden yeniden ayağa kaldırmak.
Türkiye’de halkın içine sürüklendiği karamsarlık, yenilmişlik/kaybetmişlik duygusu sanılandan da daha derin. Bu bir umut krizidir. Geçen yıllar içerisinde bütün eleştiri ve itirazlara karşın ısrarla sürdürülen ve 14-28 Mayıs seçimlerinin kaybedilmesiyle sonuçlanan muhalefet anlayışına yönelik tepki, bu umut krizini daha da büyütüyor. Sorun ciddi. Ülke ya tam teslimiyet ya da yeniden ayağa kalkarak İslamcı faşizmi durduracak ve yenilgiye uğratacak yola açılan bir kavşakta bulunuyor.
Ülkenin hangi yola sapacağını sol, demokrasi güçleri özellikle devrimciler belirleyecek. Örgütlü ve siyasal-tarihsel cesarete sahip olan ilerici güçler, ülkenin kaderi üzerinde hiç olmadığı kadar etkili bir müdahalede bulunabilecekleri bir çatalda duruyor.
Toplumun içine sürüklendiği kötümserlik ve umut krizi; içine kapanmaya, siyasal mücadeleden çekilmeye, daha da kötüsü teslimiyete doğru evriliyor. Böyle bir travmanın oluşmasının en önemli nedeni; kitlelerin muhalefet tarafından aldatıldığına, hatta “ihanete” uğradığına inanmalarıdır.
Eğer bu umut krizi ve geri çekilme hali aşılamaz ve toplum yeniden ayağa kaldırılamaz ise tarihsel-siyasal maliyeti ağır olacaktır. Toplumda giderek yayılan, “her şey bitti” duygusunun, bir an önce tersine çevrilmesi gerekiyor. Aksi halde; İslamo-faşist rejim tahkim edilecek, geri dönüş eşiğini önemli ölçüde (cari sistem bağlamında) aşacaktır.
Tepki esas olarak, ana muhalefetteki CHP’ye yöneltiliyor. Böyle olması da normal. Çünkü özellikle seçimlerdeki bütün muhalefet alanını domine eden güç bu partiydi. CHP’nin sağa kayması, gericiliğe verilen tavizler ve cumhuriyetin kazanımlarını korumak iradesini gösterememiş olması toplumsal tepkiyi yaygınlaştırıyor.
Yapılacak ilk iş bu verili durumu, kurguyu tersine çevirecek/dönüştürecek hamleler yapmaktır. Doğu toplumları acı çekmekten mistik bir tat alan bir kültüre sahiptir. Acılarını bu nedenle, derinleştirir. Bu tutum bir yanıyla kabulleniş ve yasa, diğer yanıyla ise öfkenin bilenmesine ve yeni bir savaşa/mücadeleye açılan bir kültürdür. Hangi yöne evirileceğine söz konusu acının kaynağını ailenin ya da topluluğun birleşimi olan önderleri karar verir ya da yön gösterir. Ayağa kalkmak için yapılacak ilk hamle, seçimlerin ve iktidarın ahlaki ve siyasal meşruiyetini sorgulamaktır. Dolayısıyla muhalefetin tartışıldığı, hatta dövüldüğü kurguyu değiştirmektir. Ortada adil ve demokratik bir seçimle zafer kazanmış bir iktidar yok. Hile, kara propaganda, yalan ve iftira var. Baskı ve devlet aygıtına dayalı bir sonuçla yüz yüzeyiz. Ancak, yönü ve kapsamı belirsiz, aceleye getirilmiş bir “değişim” tartışması ile gerçekte suç işleyen AKP-MHP koalisyonuna bu zafer hediye edildi. Böylece İslamcı-faşist bir rejimin kurulmasının önündeki engeller de bir bakıma istenmeden de olsa, kaldırılmış oldu. Siyasal İslamcı iktidar bu fırsatı kaçırmadı.
Oysa başta da belirtildiği gibi öncelikle yapılması gereken şey, iktidarın ahlaki ve siyasal meşruiyetini tartışmaktı. Ben seçimden hemen sonraki; BirGün yazılarımda ve TELE1 programlarında bu tartışmaları yapmak gerektiğine işaret ederek, iktidarın ahlaki ve siyasal meşruiyetini sorgulamaya başladım. Tutuklanma nedenlerinden biri de zaten bu tutumun ve TELE1’in bu yöndeki yayınlarıydı. Çünkü CHP’yi ve solu da etkilemeye başlamıştık. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu yayınlarımızdan sonra “ahlaki” ve siyasal meşruiyet konusunu gündeme getirmesi dikkat çekicidir. Kemal Bey, bu kavramı ve yaklaşımı bizden mi aldı bilmiyorum elbette. Böyle bir iddiam da yok ama bu gelişme önemlidir. Sadece çok geç kalındı. Seçim gecesi yapılması, sürekli gündemde tutulması ve yükseltilmesi gerekiyordu. Bu ne yazık ki yapılamadı. Böyle yapılmaması toplumdaki yenilmişlik duygusunu bir karamsarlık haline ve umut krizine dönüştürdü.
Sosyalist sol da bu tablonun sorumlusu olmamasına karşın bu sosyopolitik vakumun etkisine girdi. Sağ demokrat kesimin ise pek umurunda değildi. İYİP, benim tutuklanmamı da bahane yaparak kapağı Cumhur İttifakı havzasına atma hesapları yapmaya başladı. Açık bir “ihanet” sürecine girdi. Benim tutuklanmam 14-28 Mayıs Seçimlerinin kaybedilmesinin ilk somut siyasal sonucuydu.