AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Filistin’in Gazze topraklarına hakim olan Hamas’ı, “Mücahitlerden oluşan bir kurtuluş örgütü” diye nitelendirmesi, bu örgütü “terörist” bir yapılanma olarak gören Batılı ülkelerde tepkiyle karşılandı. Oysa, AKP iktidarının bu örgüte yaklaşımında garip ya da yeni bir şey yoktu. Ülkeyi içine sürüklediği ekonomik kriz nedeniyle zor durumda olan ve bu nedenle Batı ile ilişkilerini yeniden iyileştirmeye çalışan AKP iktidarı, sadece savaşın ilk günlerinde Hamas’ı açıkça desteklemekten kaçınmıştı, o kadar. Ancak, bu tutum geçici hem de yanıltıcıydı. Erdoğan yönetimi, Batı’dan beklediği desteği bulamayınca, temkinli de olsa, Hamas’a açık destek vermeye başladı.
Bu olayda asıl garip ya da şaşırtıcı olan Batı’nın tutumudur. Çünkü, AKP liderliğinin ideolojik akrabalık içinde bulunduğu ve örgütsel bağlara sahip olduğu Hamas’a sahip çıkması son derece olağan bir gelişmeydi. İhvan-ı Müslümin (Müslüman Kardeşler) şebekesinin bir parçası olan ve bu uluslararası yapılanmaya zaman zaman liderlik yapmaya çalışan AKP’nin bu tavrı, doğasının gereğiydi. Erdoğan’a, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) Eşbaşkanlığını verenler ABD ve Batılı emperyalist merkezler değil miydi? Dolayısıyla bugünkü Hamas şaşkınlığının ya da tepkisinin bir anlamı var mı?
Batı’nın ve İsrail’in Hamas ile ilişkilerinin tarihsel seyrine bakıldığında açık bir iki yüzlülük görülür. Bu ilişkide, sol ve sosyalizm korkusunun yol açtığı bir suç ortaklığı çok açıktır. Bu nedenle söz konusu tarihe kısaca göz atmakta yarar var; Hamas (İslami Direniş Hareketi) 1987 yılında Şeyh Ahmed Yasin, Abdülaziz el Rantisi ve Muhammed Taha tarafından Mısır merkezli Müslüman Kardeşler Örgütü’nün Filistin yapılanması olarak kuruldu. Kurulma amacı, seküler bir yapılanma olan FKÖ’ye alternatif bir yapılanma olmasıydı. ABD ve İsrail bu yapılanmaya yol Verdi.
Filistin Devleti’nin kurulma sürecinde, 6 Mayıs 2005 tarihinde yapılan genel seçimlerinde Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) en büyük bileşeni olan El Fetih oyların yüzde 56’sını, Hamas ise yüzde 33’ünü aldı. El Fetih 84 seçim bölgesinden 45’ini kazanmıştı. Hamas ise 23 bölgede seçimi önde bitirdi. Seçimde 15 bölgede ise bağımsızlar ya da sol gruplar kazandı. Seçimde 400 bin Filistinli oy kullandı.
***
Peki, Gazze’de niye Hamas var? Çünkü, Hamas seçim sonuçlarına karşın FKÖ’nün iktidarını tanımaya yanaşmadı. Etkin olduğu Gazze bölgesinde FKÖ’nün ve onun en büyük bileşeni olan El Fetih ile çatışmaya başladı. Diğer bir ifade ile Gazze’de etkin olan dinci Hamas, seküler ve sola açık FKÖ’nün bütün dünya tarafından tanındığı günlerde, 2007 yılında ona karşı bir saldırı başlattı. Filistin’de ciddi bir iç savaş yaşandı. Filistin mücadelesini bugüne kadar taşıyan FKÖ üyesi yaklaşık 700 gerillayı katlettiler. Filistin ikiye bölündü. Gazze siyasal İslamcı Hamas tarafından zorla el konulmuş topraklardır. O yüzden Filistin Devleti iki parçalıdır. Batı Şeria’da Mahmut Abbas’ın lideri olduğu, şekilsel de olsa bir Filistin Devleti var. Birleşmiş Milletler, sembolik nitelikteki bu Filistin Devletini tanıyor. Geçmişte Gazze de bu devletin bir parçasıydı.
Dolayısıyla Filistin tarihinin en önemli olaylarından birinin Hamas’ın kurulması olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü, Hamas, tarihsel olarak İsrail’in istihbarat örgütü Mossad’ın ve CIA’in yol vermesiyle Soğuk Savaş döneminde kurulmuş bir örgüttür. Bilindiği gibi; Soğuk Savaş döneminde, ABD ve NATO’nun, Sovyetler Birliği ve Sosyalist Bloku kuşatma ve çökertme operasyonunun önemli ayaklarından biri de Müslüman ülkelerde uyguladığı “Yeşil Kuşak” stratejisiydi.
Bu anlamda Hamas, ABD ve NATO’nun Müslüman ülkelerde uyguladığı “Yeşil Kuşak” stratejisinin son ve en büyük ürünüdür. Tıpkı, daha sonra kurulan El Kaide ve IŞİD gibi, sol ve seküler siyasi hareketlerin gelişmesini önlemek için emperyalizmin desteğiyle kurulan siyasal İslamcı bir yapılanmadır. Sünni selefiliğinin dünyadaki temsilcilerinden biridir.
***
Filistin Kurtuluş Örgütü ise seküler milliyetçi örgütlerle Marksist ve sosyalist kurtuluş hareketlerin birlikte bulunduğu bir çatı yapılanmasıydı. FKÖ içindeki en büyük örgüt El Fetih’tir. Yaser Arafat’ın lideri olduğu El Fetih, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün de dinamosunu oluşturur. FKÖ içinde Filistin Halk Kurtuluş Cephesi ve Filistin’in Kurtuluşu İçin Demokratik Cephe gibi devrimci ve Marksist örgütler de bulunuyor.
Sola ve sosyalizme karşı, İslamcı hareketleri desteklemek ve onları siyasallaştırmak bu stratejisinin esasını oluşturuyordu. Bu bağlamda, emperyalistler Filistin’de de FKÖ’ye karşı İslamcı Hamas’ın oluşumuna yardımcı oldu. Dolayısıyla İslam dünyasında siyasal İslamcı örgütlerin ortaya çıkması ve gelişmesinin en önemli nedenlerinden biri, devrimci ve sosyalist hareketlerin yükselişine karşı bir bariyer oluşturma stratejisiydi. Bu örgütler Soğuk Savaş sonrasında başlarına “bela” olacaktı.
Bu nedenle, modern dönemde ortaya çıkan siyasal İslamcılık esas olarak bir Soğuk Savaş imalatıdır diyebiliriz. İslamcı örgüt ve hareketlerinin teolojik ve tarihsel temelleri bulunsa da, esasını belirleyen bu durumdur. Batılı emperyalist ülkeler, İslam dünyasını kontrol altında tutmak için Selefi hareketleri destekledi. İşte bu hareket ve örgütlerden biri de Hamas’tır.
Özetle, dinci bir yapılanma olarak Hamas; Marksist örgütleri de bünyesinde bulunduran sola açık ve seküler bir karaktere sahip Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşı, ABD ve İsrail’in de desteğiyle kuruldu. Şaşırtıcı da olsa gerçek budur. Hamas da bütün siyasal İslamcı örgütler gibi, güçlenince kendisine yol veren güce de “ihanet” etmekte sakınca görmedi. Onların siyaset tarzı buydu. Buna takiyye de diyoruz. Hamas bu nedenle işgal altındaki topraklarda örgütlenebildi.
***
Durum Türkiye’de de farklı değildir. Ülkemizdeki siyasal İslamcı örgütlerin neredeyse tamamı Soğuk Savaş dönemi ürünüdür. Emperyalizm ve NATO’nun teşviki ile geliştiler. Komünizmle Mücadele Dernekleri’ne baktığınız zaman, günümüz Türkiyesi’ndeki bütün İslamcı örgütlerin izini bulursunuz.
Kökleri Soğuk Savaş dönemine kadar giden Siyasal İslamcı örgütlerin pratiklerine baktığımız zaman bir gerçeği net şekilde saptayabiliyoruz; bu örgüt ve hareketler modern dünyada bir topluma ya da ulusa önderlik yapma kapasiteye sahip değil. İslamcı hareketler Afganistan’da olduğu gibi, toplumları bir uygarlık yıkımına sürüklüyor. Gazze Savaşı’nı başlatan Hamas’ın da Taliban ufkunu aşan bir yaklaşıma sahip olmadığı açıktır. Çünkü, bir ulusal kurtuluş davası olan Filistin mücadelesini din savaşına çevirmesi bunun açık kanıtıdır.
Dolayısıyla; İsrail’deki dinci-faşist Netanyahu iktidarına karşı Filistin’in kurtuluşu için yürütülen mücadeleyi başarıya ulaştırmak, dar bir siyasal İslamcı perspektifle değil, ancak, bölgenin bütün demokratik ve ilerici güçlerinin birliği ile mümkündür. Bu demokratik birlik içinde anti-siyonist ve barış yanlısı Yahudi hareketleri ve güçleri de mutlaka bulunmalıdır.