Türkiye’nin içine sürüklendiği “post-modern sultanizm” rejimine, daha doğru bir ifadeyle islamo faşist bir düzen kurma girişimine karşı direnmenin biricik yolu, devrimci ve sosyalist hareket ile cumhuriyetçilerin ittifakından geçiyor. Benim uzun süredir dikkat çekmeye çalıştığım sosyalist hareketin, 12 Eylül 1980 darbesi ve 1990-91 küresel büyük geriye savruluşun ardından yaşadığı ideolojik, örgütsel ve toplumsal tecridi aşmasının ve yeniden kitlelerle buluşmasının da başka yolu bulunmuyor.
Sosyalist-Kemalist İttifakı diye de kısaca ifade edebileceğimiz bu ilişki, zaten bir süredir AKP-MHP birlikteliğine dayalı İslamo faşist bloka karşı mücadelede, yaşam içinde kendiliğinden gelişiyor. Dahası, bu ilişkinin çeperinde (marjında) demokratik sağ ve seküler milliyetçi kesimler de yer alıyor. Öyle ki, 14-28 Mayıs seçimlerinin belki de tek kazanımını bu ilişki oluşturuyor.
Ancak, bu ilişkideki temel sorun, sosyalist hareketin üzerinde düşünülmüş, zihinsel hazırlığı yapılmış, özgüvene dayalı bir teorik zemininin kurulmamış olmasıdır. İşte, bu konuda kaleme aldığım daha önceki kimi makalelerimi tamamlamayı amaçladığım bu yazıda, söz konusu eksikliğin giderilmesine katkıda bulanmaya çalışacağım.
Bu amaçla; öncelikle yakın tarihsel döneme ilişkin bir Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) analizi ve eleştirisinin yapılması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü, solda uzunca süredir yaşanan ve kendisini yenilemeyi liberal tezlere yaklaşmakta gören, muhafazakar tezlerde keramet arayan, cumhuriyetçilik, laisizm, aydınlanma ve modernite gibi insanlığın ilerici kazanımlarının önemini yadsıyan yıkıcı sağa savrulma, sadece sosyalist harekette yaşanmadı. Bu savrulma, yeni gericiliğin felsefesi olan post-modernizmin de belirleyici etkisiyle cumhuriyetçi ve aydınlanmacı hareket ve solda da gerçekleşti.
BİRLİKTE BAŞARDIK
Bugün, solun üzerindeki liberal, ezilen ulus milliyetçiliğine dayalı etnik-ulusalcı ve İslamcı etkinin artık büyük ölçüde kırıldığını söyleyebiliriz. Bu etkinin kırılmasında bizlerin, devrimci sosyalistlerin, her türlü saldırıyı ve tecrit edilme tehdidini göze alarak yürüttüğü ısrarlı ve kararlı mücadelenin önemi büyüktür. Sosyalist hareketi tarihsel temelleri ve referans alanlarından hareketle zenginleştirerek ve kendi geleneği üzerinde yeniden üretme çabası da bu süreçte kırılmaya çalışıldı. Öyle ki, pek özgürlükçü gerekçelerle direnenleri “aforoz” etmeye çalışan, liberalizmin derin etkisi altındaki solun ve dönekliğin saldırılarına karşı koymak hiç de kolay değildi. Ama hep birlikte başardık.
Zor günlerdi. Direnmek için, “darbeci Kemalist, askeri vesayetçi, Ergenekoncu vb” gibi ideolojik, tarihsel ve siyasal bakımdan temelsiz, ahlaksız ve vicdansız bir dizi suçlamayı göze almak gerekiyordu. Üstelik bu saldırının failleri, nesnel olarak AKP ve Cemaat iktidarına, dolayısıyla bir anlamda gerçek darbecilere, gericilere destek veren ya da böyle bir destek verdiğinin farkında bile olmayan “ahmak” solcular ve liberallerdi. Türkiye ve sol, liberal bir ihanet döneminin yarattığı enkazdan yeni çıkmaya başladı.
Dolayısıyla; yukarıda da belirttiğim gibi, CHP ve sosyalistler arasında geleceği birlikte kurmanın yolunu açacak demokratik bir ittifakın kurulması için, bu partinin de sağa kayışının durdurulması gerekiyor. Bu anlamda bir yakın tarih CHP değerlendirmesi ve eleştirisi kaçınılmazdır. Benim daha önce birçok makalemde dağınık olarak ifade ettiğim eleştiri ve analizlerimi derli toplu şekilde ve bir yazı dizisi olarak ortaya koymakta yarar görüyorum.
Kurultay sürecini yaşayan CHP’nin siyaset ve dolayısıyla muhalefet yapma tarzı hakkında, bugüne de ışık tutacak şekilde geriye dönük bir tartışma yapmak gerekli olacaktır. Vergi kaçırmadan yapılacak bir tarihsel ara bilanço çıkarma çabası, sadece CHP için değil, bütün sol için yararlı olacaktır. Diğer bir ifade ile; dostça bir tartışma ve yapıcı bir eleştirinin, eğer karşılıklı olarak hakkı verilebilirse CHP’ye de katkıda bulunacağına inanıyorum. Özellikle Özgür Özel liderliğindeki yeni CHP yönetiminin bu analiz, eleştiri ve tartışmalardan yararlanacağını düşünüyorum.
Böyle bir tartışma yapmanın önemi de nedeni de açıktır; CHP, İslamo faşist bir diktatörlüğe doğru sürüklenen Türkiye’de hiç kuşkusuz en büyük direniş potansiyelini temsil ediyor. Dahası, tarihsel temelleri ve toplumsal bağları en güçlü olan tek muhalefet partisidir. Osmanlı-Türk aydınlanma ve modernleşme geleneğini temsil eder. Yakın geçmişte hakkını pek vermese de muhalefet alanının amiral gemisidir. Bu bağlamda CHP’nin tarihsel sorumluluğu büyüktür.
SALDIRILARI KABULLENDİ
Bu nedenle, önce CHP’nin son 30 yıldır izlediği muhalefet tarzını ele almak yerinde olacak. Sınıfsal yapısı, tarihsel karakteri ve müesses nizam ile ilişkilerini şimdilik bir kenara bırakarak, CHP’nin yakın tarihsel dönemde yaşadığı sorunların kaynağında yatan etkeni basitçe şöyle özetleyebiliriz; sağcı, liberal, dinci ve muhafazakar eleştirinin etkisi altında kalarak rota belirlemeye çalışmak.. Derin bir özgüven yitimi ve tuhaf bir suçluluk kompleksinden kaynaklandığını söyleyebileceğimiz bu hastalıklı tutum ile CHP’nin etkili bir muhalefet hattı geliştirmesi imkansızdı.
Böyle bir kompleks ve özgüven yitimi ile CHP yönetimi, kendi sözünü ve hangi siyasal hedefler için mücadele edeceğini değil, öncelikle liberal, sağcı ve dinci çevrelerin kendisi hakkında ne söylediğine bakıyordu. Parti liderliği, dünyada ve ülkedeki büyük sağa savrulmanın da etkisiyle kendisine yönelik “vesayetçi, darbeci, tek partici vb” gibi suçlamaları örtük şekilde kabullendi. Dolayısıyla sürekli savunma hattında kalan bir siyaset yürüttü. Bu tutumun kaçınılmaz bir sonucu olarak, kendisini Cumhuriyetin bütün kötülüklerinin sorumlusu gibi gördü. Öyle ki, neredeyse Cumhuriyeti kurduğu için özür dileyecekti. Oysa, kısa dönemli birkaç koalisyon hükümeti dışında, son 70 yıldır tek başına iktidar bile olmamıştı.
*Yarın devam edeceğim.