ABC Politik

Dünya

ABD’deki “komünizm hayaleti”

ABD’deki “komünizm hayaleti”
Email :

Cumhuriyetçi Parti’nin ABD Başkan Adayı Donald Trump’ın Demokrat rakibi Kamala Harris için söylediği, “konuşmasında tam bir komünist gibiydi” eleştirisi, ABD’de “komünist” kelimesinin nasıl “suçlayıcı” anlamda kullanıldığını akıllara getirdi.

SONER BAHADIR

Komünizm düşüncesinin fikri önderleri Karl Marx ve Friedrich Engels tarafından yazılan “Komünist Manifesto” kitabı, bu siyasal düşüncenin ilk küresel bildirisi olarak kabul edilir. İlk kez 1848 yılında Londra’da Almanca yayınlanan Komünist Manifesto, “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor, Komünizm hayaleti” cümlesiyle başlar.

Karl Marx ve Friedrich Engels’in o dönem Avrupa’da dolaştığını söylediği “komünizm hayaleti”, şu sıralar ABD’de dolaşıyor.

Demokrat Parti’nin 5 Kasım’da yapılacak seçimde ABD Başkan Adayı olan Kamala Harris, 16 Ağustos Cuma günü yaptığı konuşmada ekonomi politikalarını açıkladı.

Kendi ekonomi politikalarını, Cumhuriyetçi rakibi Donald Trump’ın politikalarıyla kıyaslayan Kamala Harris; maliyetleri düşürmeyi ve çalışan ve orta sınıf Amerikalılar için fırsatları genişletmeyi hedeflediğini söyledi.

Anadolu Ajansı’nın aktardığına göre Harris, “Donald Trump, milyarderler ve büyük şirketler için mücadele ediyor. Biz, çalışan ve orta sınıf Amerikalılara paralarını geri vermek için mücadele edeceğiz. Bu seçimde bir tercih var. Donald Trump’ın orta sınıfı mahvetme, çalışan insanları cezalandırma ve milyonlarca Amerikalı için yaşam maliyetini artırma planları. Diğer taraftan, başkan seçildiğimde yapacağımız şey, maliyetleri düşürmek, ailelerin mali açıdan güvenliğini ve istikrarını artırmak, çalışan ve orta sınıf Amerikalılar için fırsatları genişletmek olacak” şeklinde konuştu.

“YOLDAŞ KAMALA”

Kamala Harris’in ekonomi planına dün yanıt veren Donald Trump ise, “Tam bir komünist gibiydi” değerlendirmesini yaptı. Kamala Harris için “Yoldaş Kamala” diyen Trump, Harris’in ekonomi programını Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) ekonomik sistemine benzetecek kadar saçmalayarak, iktisat bilimine rahmet okuttu.

Donald Trump, “Kamala, konuşmasında tam bir komünist gibiydi. Yoldaş Kamala, sosyalist fiyat kontrolleri uygulamak istediğini açıkladı. Bunun daha önce hiç işe yaramadığını gördünüz” ifadelerini kullandı.

OBAMA’YA DA “KOMÜNİST” DENMİŞTİ

Demokrat Parti’nin adayı olarak girdiği 2 seçimi kazanarak 2009-2017 yılları arasında ABD Başkanı olarak görev yapan Barrack Obama’ya seçildiği yıl olan 2009’da gerçekleştirmeyi taahhüt ettiği “sağlık reformu” nedeniyle yine “komünist” nitelemesi yapılmıştı.

Barack Obama’nın yapılacak vergilendirmeyle tüm Amerikalıları kapsayan bir sağlık sigortası sistemi getirmeyi hedefleyen sağlık reformu, 13 Eylül 2009 tarihinde Beyaz Saray önünde yapılan bir eylemde protesto edilmişti. BBC Türkçe’nin aktardığına göre göstericiler; Obama’yı, ABD’yi “sosyalizme sürüklemekle” suçlamıştı.

Obama’dan Roosevelt hatırlatması

Barack Obama, sağlık reformuna yönelik eleştirilere verdiği yanıtta da, 1933-1945 yılları arasında ABD Başkanı olan Franklin Roosevelt için de “komünist” dendiğini söylemişti.

Obama, “Bu ülkede özellikle geçiş dönemlerinde ya da başkanlar önemli değişiklikler yapmaya çalıştığı dönemlerde hararetlenen tartışmalar olur. Franklin Roosevelt hakkında ‘komünistti, sosyalistti’ şeklindeki ifadeler, benim hakkımda söylenenlerle büyük oranda benzeşiyor” demişti.

ROOESEVELT VE “YENİ ANLAŞMA”

Barack Obama’nın atıf yaptığı Franklin Roosevelt de göreve geldiği 4 Mart 1933’ten itibaren, görevinin ilk yıllarında “Yeni Düzen” ya da “Yeni Anlaşma” olarak Türkçe’ye çevrilen ve “New Deal” adını taşıyan ekonomik düzenlemelere öncelik vermişti.

Franklin Roosevelt, 1933-1938 yılları arasında yürürlükte olan “New Deal” aracılığıyla, Sivil Koruma Kolordusu (CCC), İş İlerleme İdaresi (WPA), Sivil İşler İdaresi (CWA), Çiftlik Güvenlik İdaresi (FSA), 1933 Ulusal Endüstriyel Kurtarma Yasası (NIRA) ve Sosyal Güvenlik İdaresi (SSA) dahil olmak üzere büyük federal programlar ve ajanslar aracılığıyla çiftçilere, işsizlere, gençlere ve yaşlılara destek sağlamıştı.

“ANTİKOMÜNİZM”İN DEVLET POLİTİKASI HALİNE GELMESİ: NATO VE SOĞUK SAVAŞ

1939 yılında, faşist rejimlerle yönetilen Almanya, İtalya ve Japonya’nın saldırılarıyla başlayan 2. Dünya Savaşı, 1945 yılında faşist rejimlerin yenilgisiyle sonuçlanmıştı. SSCB’ye bağlı Kızılordu güçleri ise, 1941’de kendi topraklarına saldıran Nazi Almanyası güçlerini püskürttükten sonra karşı saldırıya geçmiş ve Almanya’nın Berlin kentine kadar ilerlemiş ve Kızılordu güçleri, Almanya parlamentosuna SSCB bayrağı çekmişti.

Savaş sonrası yapılan anlaşmalar sonucunda Kızılordu’nun Nazi Almanyası işgalinden kurtardığı ülkelerde ve Almanya’nın yarısında sosyalist rejimler kurulmuştu.

2. Dünya Savaşı sonrasında, dönemin ABD Başkanı Harry Truman, SSCB’ye karşı Kongre’de 12 Mart 1947 “Truman Doktrini” olarak anılacak doktrini ilan etmişti. Bu doktrin doğrultusunda, 4 Nisan 1949’da Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde Belçika, Birleşik Krallık, Danimarka, Fransa, Hollanda, İtalya, İzlanda, Kanada, Lüksemburg, Norveç ve Portekiz’den oluşan 12 ülke bir araya gelerek sosyalist ülkelere karşı Kuzey Atlantik Antlaşması’nı (North Atlantic Treaty Organization- NATO) imzalamıştı.

NATO’nun kurulmasının ardından sosyalist ülkeler de SSCB öncülüğünde bir araya gelerek 14 Mayıs 1955’te Polonya’nın Varşova kentinde “Varşova Paktı”nı imzalamıştı. Varşova Paktı’nı Arnavutluk, Bulgaristan, Çekoslavakya, Doğu Almanya, Macaristan, Polonya, Romanya ve SSCB olmak üzere 8 ülke imzalamıştı.

Varşova Paktı’nın imzalandığı 1955 ile SSCB’nin yıkıldığı 1991 yılları arasındaki dönem siyaset literatürüne “Soğuk Savaş” olarak geçmiş, bu dönemde ABD için “antikomünizm” adeta “devlet politikası” haline gelmişti.

NATO, Rusya ve Çin’i suçlayan kara propaganda videosunu neden yayınladı?

VENEZUELA’DA DARBE GİRİŞİMLERİ

ABD’nin “antikomünizm” politikası, Soğuk Savaş sonrasında da devam etti.

Bunun en önemli örneği de 1999’dan bugüne Birleşik Sosyalist Parti’nin yönettiği Venezuela’da desteklediği darbe girişimleri.

2002’de Chavez’e

Dönemin Devlet Başkanı Hugo Chavez’e 11 Nisan 2002’de bir darbe girişimi düzenlenmişti.

Muhalif komutanlar Hugo Chavez’i görevden almış ve Yeni devlet başkanı olarak Fedecámaras işveren sendikası başkanı Pedro Carmona Estanga göreve getirilmişti.

Ancak Venezuela halkının kararlı protesto gösterileri, uluslararası kamuoyunun Carmona’yı devlet başkanı olarak tanımaması ve hükumete bağlı ordu mensuplarının duruma el koyması ile darbe girişimi başarısız olur. Chávez 14 Nisan 2002 sabahı yeniden göreve dönmüştü.

2019’da Maduro’ya

Dönemin Devlet Başkanı Hugo Chavez’in 5 Mart 2013 tarihinde hayatını kaybetmesinin ardından 14 Nisan 2013 tarihinde düzenlenen seçimi kazanarak göreve gelen Nicolas Maduro, 20 Mayıs 2018 tarihinde gerçekleşen seçimi de yüzde 67.8 oranında oy alarak kazanmıştı. Fakat seçimde usulsüzlük yapıldığı iddiasıyla Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği, Amerikan Devletleri Örgütü gibi örgütlerin yanı sıra Amerika Birleşik Devletleri ve Avusturya gibi ülkeler seçim sonuçlarını tanımamıştı.

Bu süreçte başlayan tartışmaların ardından ABD’nin desteklediği Ulusal Meclis Başkanı Juan Guidao, 23 Ocak 2019 tarihinde kendisini “geçici devlet başkanı” ilan etti ve Maduro’yu devirmek üzere halkı sokağa çağırdı.

Guaido, ev hapsindeki muhalefet liderlerinden Leopoldo Lopez ile başkent Caracas’taki La Carlota Hava Üssü yakınlarında bir grup askerle çektiği videoda, askerleri anayasayı korumak üzere sokağa çıkmaya davet etmişti.

Muhaliflerin bu çağrı üzerine birçok kentte sokağa çıkmasının ardından Caracas’ta askeri birlikler yolları kesti ve ülkede şiddet eylemleri yaşanmıştı.

İktidardaki Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV) Birinci Başkan Yardımcısı ve Kurucu Meclis (ANC) Başkanı Diosdado Cabello, devlet televizyonuna telefonla bağlanarak muhalefetle bağlantılı bir grup askerin darbe girişimi başlattığını ve girişimin bastırılmaya çalışıldığını açıklamıştı.

Cabello, hükümet destekçilerine, Bolivarcı devrimleri ve Devlet Başkanı Maduro’yu savunmak için Başkanlık Sarayı Miraflores’de toplanmaları çağrısı yapmıştı.

Venezuela Savunma Bakanı Vladimir Padrino Lopez de sosyal medyadan yaptığı açıklamada, ülkede şiddet ortamı oluşturmayı hedefleyen darbe girişimini reddettiklerini belirterek, “Biz silahlı kuvvetler olarak anayasal düzeni savunmaya yemin ettik. Hain darbe girişimi karşısında teyakkuzdayız. Askeri birliklerde olağan dışı bir durum söz konusu değil, herkes komutanların emrindedir.” ifadelerini kullanmıştı.

ABD destekli darbe girişimlerini hatırlatan Maduro: Böyle büyük tuzak görmedik