SON TÜRK DEVLETİ ÇÖKERTİLİRKEN
İçeride, başta yöneticiler olmak üzere, devleti çökertmek için her türlü oyunu oynayan güçlerle, içerideki güçlerin her türlü zafiyetinden yararlanan dış güçlerin ortadan kaldırdığı Osmanlı Devleti’nin yerine Mustafa Kemal Atatürk gibi bir dâhinin liderliğinde Türk ulusu tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti, sık tekrarlanan bir tanımlama ile “Son Türk Devleti” hızla çökertilmektedir.
Devletler yeteneksiz, ehliyetsiz, vizyonsuz yöneticilerin elinde, içte ve dışta güç kaybederek gerileme dönemlerine girerler. Bir noktaya vardıklarında da artık toparlanamaz ve yıkılırlar. Türkiye Cumhuriyeti hızla o noktaya doğru gitmekte daha doğru bir değişle, götürülmektedir. Son yirmi üç yılda yapılan tam da budur. O yapılanları anlatmak kitaplar dolusu laf etmeyi gerektirir ama son bir hafta, on gün içinde yaşanan iki olay, gidişatı, fazla söze gerek bırakmayacak açıklıkla anlatmaktadır.
TÜRKİYE’NİN DIŞTA İNANDIRICILIĞI, CAYDIRICILIĞI KALMADI
Geçen hafta iki Yunan Sahil Güvenlik botu, güpegündüz, “elini kolunu sallayarak” değil ama “bayrağını dalgalandırarak” Türk karasularına girip, Türk olduğu anlaşılan botları kovalamış, birinde de Yunan mürettebat ki herhalde askerdi, karaya çıkarak, izlenen bota el koyup, kendi karasularına dönmüştür. Kısacası, Türk karasularının yolgeçen hanı olduğunu; istedikleri zaman fütursuzca karasularımıza girebileceklerini hatta karaya bile çıkıp, Türk teknelerine, mallarına el koyabileceklerini, dosta düşmana göstermişlerdir.
Türk Sahil Güvenlik unsurları her iki olayı da ancak vatandaşların haber vermesiyle öğrenmiş, olay yerine, Yunan botu işini bitirip, döndükten sonra ulaşabilmiştir. Neresinden bakarsanız bakın bu, her şeyden önce vahim bir güvenlik zafiyetidir ve Yunanistan tarafından bu zafiyet, yerinde ve bizzat denenerek, not edilmiştir.
Yunan Sahil Güvenlik botunun, uluslararası hukukta, “Kesintisiz takip” olarak tanımlanan hakkını ve yetkisini kullandığı düşünülse bile bu hak ve yetki, takip edilen teknenin, kendi ülkesinin karasularına veya bir üçüncü ülkenin karasularına girmesi ile son bulur. Yunan botunun, Türk karasularına girebilmesi ancak Türk Sahil Güvenliği ile önceden planlanmış veya haberleşilmiş bir operasyon yapması halinde olanaklıdır. Görünen o ki böyle bir ortak takip veya operasyon söz konusu değildir.
HERHANGİ BİR GEREKÇE İLE GÖZ YUMULDUYSA DAHA DA VAHİMDİR
Etrafta dolaşan, Erdoğan Hükümeti’nin, tam da Erdoğan Birleşmiş Milletler Genel Kurul toplantısı için ABD’de bulduğu sırada Yunanistan ile gerginlik yaratmamak amacıyla olaya göz yumulması veya geçiştirilmesi talimatının bulunduğu söylentileri doğruysa, durum daha da vahimdir.
Bir devlet, haklarını zamanında, yerinde ve gerekli-yeterli tepkiyi göstererek korumazsa, karşı tarafın hukuksuz hareketlerini cesaretlendirir. Her defasında biraz daha ileri gitmesine yol açar. Sonunda öyle bir nokta gelir ki, o devlet artık olan biteni görmezden gelemez ve dur demek zorunda kalır. Zamanında ve yeterince gösterilmeyen tepkiler o son aşamada gösterildiğinde çoğu kez savaşa yol açar. O nedenledir ki Türkiye’nin özellikle AKP ve Erdoğan iktidarı boyunca Yunanistan’ın Ege Denizi’nde, başta askerden arındırılmış 12 Adalar’a asker ve silah yerleştirmesi; kendisine ait olmayan bazı adalara el koyması türünden eylemleri karşısında göstermediği tepkiler, korkarım Türkiye’yi bir gün gelecek Yunanistan’la savaşmak zorunda bırakacaktır. Bu, işin siyaset yönüdür. Bir de diğer yönüne bakalım.
SAHİL GÜVENLİK KOMUTANLIĞINDAKİ DEĞİŞİM
AKP ve Erdoğan iktidarı, yakın geçmişte Sahil Güvenlik Komutanlığı’nı, Deniz Kuvvetleri’nden tamamen ayırıp, İçişleri Bakanlığına bağladı. Bu yanlış olmuştur.
Sahil Güvenlik Komutanlığı’nın savaş zamanında Deniz Kuvvetleri bünyesinde görev yapmasının yasa gereği olduğuna göre Sahil Güvenlik Teşkilatı’nın özel bir kurum olduğu ve buna göre örgütlenmesi, eğitilmesi ve donatılması gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır. Yapılan değişikliğin amacı ise bu teşkilatı, sıradan bir kolluk gücü haline sokmak ve siyasetin emrine vermektir. Bu değişiklik, Komutanlığın görev ve sorumluluk anlayışını derinden etkilemişe benziyor. Denizlerimizde usulsüz balıkçılıkla mücadelede yıllarca Sahil Güvenlik’le birlikte çalışmış bir kişi olarak yakından tanıdığım 20 yıl öncesinin Sahil Güvenlik Teşkilatı ile son yıllarda izlediğim Sahil Güvenlik arasındaki büyük olumsuz farkı görebiliyorum. Özellikle yargı, kolluk gibi kurumlara siyasetin müdahalesi, o kurumların içten çökmesinin başlıca nedenidir ki Sahil Güvenlik Komutanlığı’na son yıllarda yapılan bu müdahale, Komutanlığın üstlendiği görevin yerine getirilmesini ciddi biçimde zafiyete uğratmaktadır. Benzer bir durum, bu kez doğrudan vatandaşların can ve mal güvenliğini ilgilendiren bir alanda görev yapan bir diğer kurum için de söz konusudur.
ŞEHİT GENÇ KADIN POLİS KURUMLARIN NASIL ÇÖKERTİLDİĞİNİN GÖSTERGESİDİR
İstanbul, Ümraniye’de, kolluk kuvvetlerinin ve yargının yıllardır gereken biçimde izlemediği, önlem almadığı anlaşılan tam bir suç makinesinin, onu yakalamaya çalışan polislerden birisinin silahını alarak şehit ettiği genç kadın polis Şeyda Yıkmaz, hepimizi tarifsiz acılara gark etti. O katilin nasıl olup da yıllardır elini kolunu sallayarak sokaklarda dolaşabildiği tabii ki sorulması gereken bir soru. Ancak, olayın meydana geliş biçiminin de açıkça gösterdiği gibi, daha da vahim olan, olaya müdahale eden polislerin daha karakoldan başlayan ve ölüm anına kadar devam eden inanılmaz deneyimsizlikleri, tedbirsizlikleri ve işlerini hafife almaları. Ve belki daha da önemlisi böyle bir ekibi o göreve kimlerin gönderdiği.
Ne yazık ki Sahil Güvenlik Teşkilatı’nda olduğu gibi hatta daha da ağır ve yaygın biçimde Emniyet Genel Müdürlüğü’ne de, özellikle son 23 yıldır yapılan yoğun siyasi müdahale, Emniyet Teşkilatını zaafa uğratmakta ve bırakın halkın can ve mal güvenliğini sağlamayı, kendi can güvenliklerini bile sağlayamayacak duruma düşürmektedir.
Kolluk kuvvetlerinin -Jandarma da dâhil- görev bilinci ve sorumluluğunda gözlenen bu olumsuz gelişme, sadece sokakları değil neredeyse konutları bile güvenli ve tekin olmayan yerler haline getirmiştir.
Şiddete başvurmadan hak arayan masum halkın karşısına dikilen hatta sadece demokratik haklarını kullanmaya çalışanlara şiddet uygulamaya yönlendirilen ve halkla karşı karşıya getirilen kolluk kuvvetlerinin, vatandaşların, trafik dâhil her alanda can ve mal güvenliğini tehdit eden suç örgütleri ve suçlulara karşı tavrı, bir şeylerin doğru gitmediğinin en belirgin göstergesidir.
KURUMLAR ÇÖKERSE, DEVLET ÇÖKER
Bu iki çarpıcı olay, AKP iktidarının ve Erdoğan’ın, devleti devlet yapan, olmazsa olmaz kurumları çökerterek Türkiye Cumhuriyeti’ni içte ve dışta itibarsızlaştırdığını, devletin, içeride ve dışarıda inandırıcılığını ve caydırıcılığını yok ettiğini açıkça gösteriyor. Bu da içeride suçu, yolsuzluğu, doğa yağmasını cesaretlendirmekte, suçluyu, yapacağının yanına kâr kalacağı inancına sevk etmekte; dışarıda ise Türkiye Cumhuriyeti’ni, çıkarlarını koruyamaz duruma düşürmekte, Türkiye üzerinde emelleri olan devletlere, gruplara umut ve cesaret vermektedir.
Bu gidişat en kısa zamanda durdurulamazsa Türkiye’nin gerçek bir beka sorunu ile karşı karşıya kalacağından kuşku duyulmamalıdır.