ABC Politik


Warning: Trying to access array offset on false in /home/abcpolitik/public_html/wp-content/themes/abcpolit/single.php on line 13

Merdan Yanardağ
20 Kasım 2015
Email :

Kendisi gibi yaşamayan ve düşünmeyen insanlara hakareti ve onların yaşam tarzlarına müdahale etmeyi alışkanlık haline getiren Tayyip Erdoğan, muhalif kesimlere büyük bir kinle saldırmayı sürdürüyor.

İnsan düşünmeden edemiyor; acaba bugün iktidarda olan Erdoğan ve Siyasal İslamcı kadro, gerçekte özlem duyduğu, ancak dinci/mezhepçi önyargıları ve derin bir eziklik kompleksiyle uzak durduğu modern yaşamı aşağılayarak bu travmayı aşmaya çalışıyor olabilirler mi?

Neden olmasın?

Riya, ahlaksızlık, ikiyüzlülük, cehalet ve ilkellik karanlığında kıvranan Ortaçağ artığı İslam ülkelerinin insanlara dayattığı yaşam tarzı ortadayken; kendinden menkul bir tarih ve kültür yorumuyla topluma yön vermeye kalkışmak, eğer dinci ve fanatik bir körlükten kaynaklanmıyorsa başka ne anlamı olabilir ki?

Siyasal İslamcılar, kasaba yobazlığından da beslenen bir kültürel-siyasal  donanım ve yaşam anlayışından hareket ederek, Türkiye’nin  21. yüzylına el koyabileceklerini sanıyor.

Yanıldıklarını acı bir şekilde görecekler.

Ancak, bu kendiliğinden olmayacak. Muhaliflerin; laik, cumhuriyetçi ve sol çevrelerin AKP ve siyasal İslamcıların değer eksenli ideolojik saldırıları karşısında, din karşıtı görünmek korkusuyla geri çekilmek yerine, bu alanda açık bir mücadele yürütmeyi göze almaları gerekiyor.

Gericilikle kararlı şekilde bilim, özgürlük ve akılcılık eksenli ideolojik, kültürel, siyasal bir mücadele yürütülmeden başarı kazanılamaz.

Yapılmayan budur. Bunun dine ya da inançlara saygıyla bir ilgisi yoktur. Tamamıyla ideolojik-siyasal bir mücadeledir. Ve bu yapılmadığı taktirde, toplum büyük acılar çekmeye devam edecektir.

Birkaç alan örneğiyle konuyu açalım.

CUMHURİYET PARANTEZİ

Siyasal İslamcı kanaat önderleri her fırsatta, Cumhuriyet parantezini kapatacağız diye meydan okuyor. Dahası, bu ülkenin en seçkin, geleceğini temsil eden ve toplumun taşıyıcı dinamosunu oluşturan eğitimli, cumhuriyetçi, sol, laik ve modern kesimlerine, haddinizi bilin diye parmak sallıyorlar.

Çünkü onlar devleti ele geçirince demokrasi de gerçekleşmiş oluyor. İslamcılar için demokrasi amaç değil, amaca ulaşmak için kullanılacak bir araç niteliği taşıyor.

Erdoğan ve AKP yönetimi, kendi dar dinci programını bütün topluma dayatma hakkının olduğunu da sanıyor. Çünkü onlar, kutsal bir davayı temsil ettiklerine ve bizatihi bu davanın kendilerine mutlak bir haklılık kazandırdığına inanıyor.

Örneğin, AKP’nin teolojik/ideolojik önderleri arasında sayabileceğimiz ilahiyatçı Hayrettin Karaman, Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde, Demokrasiye sadece tahammül edebileceklerini, çünkü Müslümanların ancak bir İslam devletinde yaşayabileceğini açıkça yazabiliyor.

Bu nedenle demokrasi ve özgürlük için öncelikle dini vesayetin aşılması, dinin kamusal ve siyasal yaşamın dışına çıkarılması, devletin, bilim kurumlarının ve eğitimin dinden arındırılması gerekiyor.

TÜRBAN DAYATMASI

Türban tartışması yatışmış gibi görünmekle birlikte gerçekte önemini koruyor. Kadını aşağılayan, onun gerçek özgürlüğünü yok eden, ikinci sınıf insan olduğunun kabulü ve tescil edilmesi anlamına gelen bu cinsiyetçi saldırı, demokratik bir hak ve giyim kıyafet özgürlüğü kontenjanından savunuluyor.

Oysa türban bir özgürleşme aracı değil, esas olarak kadınların başını açma yasağını ifade eder. Üstelik bu yasak bütün tüzükler, yönetmelikler ve yasalardan daha güçlü bir temele, dine dayandırılır.

Bu bahiste önemli olan başka bir sorun daha var; liberal zevat ve demokratlar, yasaklara karşı çıkmak ile türbana yönelik bütün eleştirilerini geri çekmeyi bir birine karıştırıyor. Oysa yasaklara karşı çıkmak, kadını aşağılayan bir Ortaçağ sembolüne ve doğmalara yönelik eleştirilerimizi geri çekmeyi gerektirmiyor.

Liberaller ve kimi demokratlar, aslında kadının başını açma yasağına destek verdiklerini göremiyor. Türban gericiliğin, cehaletin ve kadına yönelik ayrımcılığın siyasal sancağıdır.

EN ONUR KIRICI VESAYET

Bir rejimin temelini tartışılamaz, eleştirilemez, sorgulanamaz ve itiraz edilemez kutsal ilkeler oluşturmaya başlamışsa; orada demokrasi ve özgürlüklerden söz edilemez.

Alman filozof Immanuel Kant, Fransız Devrimi’nden 2 yıl sonra verdiği ünlü Aydınlanma Konferansında şunları söylüyordu:

Aydınlanmanın temel noktasını, insanların bizzat kendilerinin sorumlu olduğu vesayet durumundan, özellikle din konularındaki vesayetten çıkmalarında görüyorum. Çünkü dini vesayet tüm vesayetlerin hem en zararlısı hem de en onur kırıcısıdır.

Dini vesayete karşı mücadele en büyük özgürlük ve demokrasi kavgasıdır. Bu mücadele kazanılmadan çağımıza hiçbir kavga kazanılamaz.