ABC Politik

Merdan Yanardağ
27 Kasım 2015
Email :

Erdoğan-AKP iktidarının toplumu terörize eden tehdit, baskı ve şantaj politikalarını unutmadan saptamalıyız ki; bu seçimler beklenenin aksine ekonomik talepler zemininde değil, bir değerler savaşı şeklinde yaşandı. Daha doğrusu Tayyip Erdoğan ve AKP, seçim yarışını kültürel tercihler ve değerler ayrışması üzerinden ideolojik bir kavga şeklinde kurguladı.

Muhalefet bu kavga alanını göremedi, görse bile önemsemedi. Daha çok liberallerin etkisiyle başta CHP olmak üzere muhalefet  çevreleri, kavgacı olmayan ve uzlaşmacı bir profil vererek, kampanyalarını esas olarak ekonomik talepler zemininde yürüttü.

Diğer taraftan, şu ya da bu nedenle kavganın bir kez başladığı yerde, yapılacak ilk şey uzlaşma aramak değil, bütün cephelerde saldırıyı püskürtmektir.  Özellikle siyasal çatışmalarda sizi izleyenlere ve destekleyenlere güven vermektir.

Mücadelenin kültürel, siyasal ve ideolojik değerler üzerinden yürüdüğü; temel tartışmanın bir rejim kavgası şeklinde geliştiği koşullarda, siz mucize düzeyinde ekonomik vaatler bile yapsanız, gerçek bir karşılık bulamazsınız. Nitekim öyle oldu.

Örneğin, utanç verici bir çürüme ve yozlaşma sonucu çöken Osmanlı İmparatorluğu övgüsünün yükseldiği bir dönemde, hiçbir muhalefet çevresi Ortaçağ artığı bu din devletini açıkça eleştirmedi bile.

***

Saptanması gereken olgu şudur; Türkiye’de insanların sosyo-ekonomik (sınıfsal) konumları ile siyasal tercihleri arasındaki pozitif ilişki koptu. Bu durum, ülkede 65 yıldır süren dinselleştirme politikalarının bir sonucudur. Seçmen davranışlarını belirleyen şey insanların akıl ve bilinçleri değil, inançlarıdır.

İnanılır gibi değil ama AKP’ye oy veren milyonlarca insan, alnı secde gören birini desteklediğini düşünüyor ve onun kendisinin celladı olmasıyla hiç ilgilenmiyor.

Anketlere göre, halkın yüzde 72’si AKP iktidarının yolsuzluk yaptığına inanıyor. Yolsuzluk soruşturmasının komplo olduğuna inananların oranı ise çok az, yüzde 20’nin altında. Yüzde 8 civarındaki kesimin de (nasıl oluyorsa) konu hakkında bir fikri yok. Türkiye’de yolsuzlukların yapıldığına inanan, hatta emin olanların oranı ise çok daha da yüksek; yüzde 91… Şaka gibi değil mi?

Bu durumda, AKP’ye oy veren yüzde 40’ın üzerindeki seçmen kitlesinin bir bölümü de, yolsuzluk yaptığını bildiği halde bu partiye oy veriyor demektir.

Yani insanlar yolsuzluk yapan, parasını çalan bir partiye, başka nedenlerle, örneğin dinsel gerekçelerle oy veriyor. Son seçim sonuçlarına bakılırsa, AKP’ye dindar diye oy veren seçmenlerin oranı yüzde 29u buluyor. Rakamlar bunu söylüyor.

Ortada sadece basit bir hırsız ama benden ahlaksızlığı yok. O da var ama, AKP’nin yolsuzluk yaptığını bile bile oy verenlerin büyük kısmı, hükümetin bunu kutsal amaçlar için yaptığına inanıyor. Sorun bu.

***

Altını bir kez daha çizmek gerekirse; modern kapitalist ülkelerin tersine  ülkemizde insanların sınıfsal durumları ile seçmen davranışları arasında bir uyum yok. Başka bir anlatımla, ezilenler, işçi sınıfı ve genel olarak emekçiler içinde bulundukları yoksulluğun nedeni olan sağcı, muhafazakâr, İslamcı ve faşizan partilere ciddi düzeyde destek veriyor.
Unutulmamalı ki; solun yükseldiği 1960 ve 70li yıllarda öncelikle entelektüel bir hegemonya sağlanmıştı. Kavga kültürel planda ve değerler dünyasında yürütülmüş, ideolojik ve tarihsel  inisiyatif sola geçmişti. Örneğin Yön Dergisi, henüz yayına başlamadan aralarında bürokratların da bulunduğu yaklaşık bin aydının imzaladığı bir Çıkış Bildirisi ile yayın hayatına başlamıştı.

AKP’ye karşı mücadele onun gerici, mezhepçi ve faşizan karakteri görülmeden; emperyalizm olgusu atlanarak, bu partinin işbirlikçi ve sermaye yanlısı niteliğiyle mücadele edilmeden kazanılamaz.

Sonuç olarak yapılması gereken en önemli iş, ideolojik inisiyatifi yeniden ele geçirmektir. Bu da, sadece asgari ücret 1.500 lira olacak demekle yapılamıyor. Onu sendikalar da halleder.