Bilindiği gibi CHP bir kurultay sürecine girdi. İl ve ilçe kongrelerinden sonra Büyük Kurultay toplanarak genel başkanlık seçimi yapacak ve Parti Meclisi üylerini yenileyecek. Bu nedenle CHP örgütleri son derece hareketli. (Biz de okuduğunuz başyazıyı, yani Keskin Kalem köşesini, izninizle bugün yine biraz uzun tutacağız.)
Sadece partililer değil, toplumun önemli bir kesemi de seçim başarısızlıklarının nedenini ve CHPyi tartışıyor. Çoğu eğitimli, meslek sahibi, çeşitli sendikalar ve meslek örgütlerinde faaliyet gösteren insanlar en az CHP militanları kadar bu sorunla ilgili görünüyor.
İşte bu dönemde en çok duyduğumuz kavram, “sosyal demokrasi” oluyor. Sık tekrarlanan cümleler de”CHP gerçek sosyal demokrat parti olmalı” ya da “CHPnin gerçek bir sosyal demokrat programa ihtiyacı var” veya “CHP sosyal demokrat özüne dönmeli” gibi önermeler şeklinde karşımıza çıkıyor.
Sosyal demokrat olmak iyi bir şey midir?
Sosyal demokrat (hem de gerçeğinden) olmak, CHPyi işçilerle ve emekçilerle buluşturarak iktidara taşıyacak sihirli bir anahtar kavram mıdır?
Gerçek sosyal demokrat olmak sizi daha iyi bir solcu yapar mı?
Bu soruların tümüne verilecek doğru yanıt, hayır olacaktır.
Çünkü, sosyal demokrat olmak sanıldığı gibi iyi bir şey değildir. Sizi ne daha iyi bir solcu yapar ne de önsel olarak CHPyi işçiler ve emekçilerle buluşturarak iktidara taşır…
Peki, o halde nedir bu sosyal demokrasi? Bu kavram nasıl ortaya çıktı? Sosyal demokrasinin tarihsel ve düşünsel kaynakları nedir? Nasıl bir geleneği temsil eder?
Bu soruları daha da çoğaltabiliriz.
Ancak öncelikle belirtelim ki; CHP klasik anlamda bir sosyal demokrat parti olamaz. Olması da gerekmez. Bu tanım, kavramsallaştırma, kimlik arayışı ve bu kavram üzerinden partinin siyasal tarafını belirleme çabası tamamen anlamsızdır. Tarihi, siyasal ve ideolojik kaynakları, ülke tarihinde oynadığı rol ve misyonu nedeniyle bu mümkün değildir.
CHPye sosyal demokrat bir kimlik biçmek fazlasıyla sentetik bir tutumdur. Doğasına aykırıdır.
CHP geleneğini ve bu geleneğe yasalan siyasal hareketleri “sosyal demokrat” diye nitelendirmek, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra ortaya çıktı. Bu adlandırma 1983 sonrasında Erdal İnönü liderliğindeki Sosyal Demokrat Halkçı Parti örgütlenmesiyle başladı. Üzerinde fazla düşünülmeden, çalışılmadan ve sorgulamadan ortaya atılan bir kimlik olarak da kaldı.
Oysa “sosyal demokrasi” sanılanın aksine saygın bir kavram olmadığı gibi, siyasal tarihte de prestijli bir yere sahip değildir. Batıya özgüdür, sınıf mücadeleleri tarihinin bir ürüdür. Siyasal tarihte “sosyal demokrasi” işçi sınıfına ve halka ihanet anlamına gelir. Çünkü sosyal demokrat partiler esas olarak büyük bir ihanetin sonucu olarak doğmuştur.
Bu bakımdan CHPnin tarihsel kaynakları, varoluş gerekçeleri ve ülke tarihinde oynadığı rol çok daha saygın, önemli ve Batılı sosyal demokrat partilerle karşılaştırılamayacak kadar devrimcidir.
Solcu olmak için “sosyal demokrat” olmaya gerek yoktur. İşçi sınıfı ve emekçiler içinde örgütlenmek ve güç olmak için de “sosyal demokrat” olmak şart değil.
SOSYAL DEMOKRASİNİN KAYNAKLARI
Şimdi konuyu genel çizgileriye (özetleyerek) biraz daha açalım
Yaygın şekilde bilindiği gibi sosyal demokrat partiler Marksist kökenli sınıf örgütleridir. İşçi sınıfının ilk siyasal örgütlenme ve partilerine “sosyal demokrat” adı verildi. Batının önemli sosyal demokrat partilerinin tümünün kuruluşunda ünlü Marksistler vardır. Örneğin, Alman sosyal Demokrat Partisinin yaratıcıları arasında Marksizmin iki kurucu babasından biri olan F. Engels de bulunur. Bu anlamda,”sosyal demokrasi” kavramının kendisi kadar ortaya çıkışı da önemlidir.
İnsanlık tarihinin en büyük ilerleme ve aydınlanma atılımı olan Fransız Devriminin ilkelerini hepimiz biliriz; özgürlük, eşitlik, kardeşlik… Bunlar arasında en kritik olanı kuşkusuz “eşitlik” ilkesidir. Fransız Devriminin İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinde insanların yasalar/hukuk önünde “eşit” olduğu belirtilir. Bu ilke ile insanlığın ulaştığı aşama, hiç kuşku yok ki, eşitlik yönündeki en büyük atılımdır.
Ancak, insanlar hukuk önünde eşit olsalar bile, sınıflı bir toplum olarak kapitalist düzende gerçek anlamda eşitlik yoktur. Tam tersine ekonomik ve sosyal eşitsizlik kapitalizmin temelini oluşturur.
İşte Marksist ya da sosyalist politikanın tarihsel çıkış gerekçesini, bu eşitsizlik ilişkisine/durumuna itiraz oluşturur. Marksist politika bu eşitsizliğin eleştirisi üzerinden geliştirilmiştir. Diğer bir ifade ile Marksistler, sadece hukuk önünde eşitlik değil, ekonomik ve toplumsal bir eşitlik de bir talep ederek siyaset sahnesine çıktı. Dolayısıyla sözcük anlamı “toplumsal demokrasi” olan sosyal demokrasi kavramı bu mücadele sürecinde ortaya çıktı. Bu anlamda “sosyal demokrasi” Marksist bir temele ve sınıfsal eşitlik talebine dayanır.
Özetle sosyal demokrat partiler, tarih sahnesine Marksist işçi sınıfı partileri olarak çıktı. Bu parti ve hareketler I. Dünya Savaşına kadar da söz konusu niteliklerini korudular. Örneğin, Rusyada insanlığın en büyük eşitlik ve özgürlük atılımı olan (sonucu ne olursa olsun niteliği böyledir) Ekim Sosyalist Devrimine önderlik eden Bolşevikler, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisinin bir fraksiyonu, onun sol kanadıdır.
SOSYAL DEMOKRASİ VE İHANET
Emperyalistler arasındaki ilk küresel paylaşım kavgası olan ve sonuç olarak çeşitli uluslardan emekçilerin birbirinin kanını döktüğü I. Dünya Savaşı öncesinde sosyalistler arasında ilk büyük ayrılık da ortaya çıktı. Sosyalistlerin devrimci/sol kanadı savaşa karşı çıktı. Enternasyonal tavırda ısrar ederek, işçilerin ve halkların kardeşliğini savunmayı sürdürdü. Sınıf kardeşlerinin bir birinin kanını dökmek yerine, sermaye iktidarlarını devirmeleri için çağrı yaptı.
Sosyal demokrat partilerin sağ kanatları ise, işçi sınıfına ve kendi halklarına ihanet ederek, parlamentolarda savaş kararlarını destekledi ve kendi ülkelerinin burjuva sınıflarıyla uzlaştı.
Bu gelişme üzerine Rusyada V.I. Lenin ve Almanyada Rosa Luxemburg gibi sosyalistlerin önderliğinde sol kanadı oluşturan devrimciler, 1918den itibaren sosyal demokrat partilerden ve onların oluşturduğu 2. Enternasyonelden ayrılarak “Komünist” adını verdikleri partilerde örgütlendiler. Dünya çapında gerçekleşen bu bölünmeden sonra da 3. Enternasyonel diye de bilinen Komünist Enternasyoneli kurdular.
Sermaye sınıfıyla uzlaşan, işçi sınıfını emperyalist paylaşım savaşının bir parçası haline getiren, devrimci pozisyonlarını terk ederek daha çok parlamenter mücadele yöntemini benimseyen sağ kanat ise, siyasal tarihte her zaman “ihanet” ve “döneklikle” suçlandı. Her şeye karşın uzun süre işçi sınıfının önemli bir kesiminin desteklediği partiler olmaya devam eden sosyal demokratlar, Sovyet Devriminin başarısının da etkisiyle zamanla güç kaybederek düzen partileri haline geldi.
KURUCU BABALARI
Bu kesimin ideolojik ve siyasal önderleri arasında iki isim öne çıkar; ilki Marksizmde köklü bir “revizyon”, yani düzeltme gerektiğini savunan Eduard Bernstein, diğeri de Karl Kautsky gibi eski ve ünlü Marksistlerdir. Başkaları da vardır ama bu iki isim sosyal demokrasinin kurucu babaları olarak kabul edilir.
Leninnin, “Proletarya Diktatörlüğü ve Dönek Kautsky” adlı ünlü kitabı, sosyal demokratlar arasındaki bu kopuşun ideolojik ve teorik temellerini ortaya koyar.
DÜZEN İÇİ HAREKET
Sosyal demokrat partiler zamanla devrim ve sosyalizm anlayışından tamamen koparak birer düzen partisi haline geldi. Sermaye sınıfının görece “demokrat” kanadığını oluşturan, kapitalizmin sık sık bozulan iç dengelerini yeniden kurmak ve sistemin istikrarını sağlamak gibi işlevler gören siyasal hareketlere dönüştüler.
Sosyal demokrat partiler, kurucu ve devrimci değildir. Sol ve demokratik gerekçelerle kurulu düzenin devamını sağlayan, sözcüğün olumsuz anlamında sınıf uzlaşmacı partilerdir.
Özetle sosyal demokrasi ve sosyal demokrat bir partiden söz ettiğinizde, Marksist bir kökenden de söz ediyorsunuz demektir. Bu “köken” kavramı sizi aynı zamanda işçi sınıfına ve halka “ihanet” eden bir siyasal geleneğe götürür. Önce Marxa, Engelse, sonra da Bernstein ve Kautsky gibi isimlere taşır. Kıta Avrupasında İngiliz İşçi Partisi de, Fransız Sosyalist Partisi de, Alman Sosyal Demokrat Parti de böyledir.
Kimi zaman CHP içinde dağıtılan ve adı genellikle “Sosyal Demokrasi Nedir” olan bazı kitaplar elime geçtiğinde, hiç kendisini anlatmakta bu kadar zorlanan çalışmalar ile karşılaşmadığımı düşünürüm. Sadece yetersiz değil, aynı zamanda çok sıkıntılı metinlerdir.
Çünkü yazar ya da hazırlayıcıları, ne kadar uğraşırsa uğraşsınlar sosyal demokrasi ile CHP arasındaki ilişkiyi bir türlü tatmin (ve ikna) edici şekilde kuramaz.
DEVRİMCİ DEMOKRASİ
Geleneksel sosyal demokrat partilerden farklı olarak CHP, emperyalizme karşı yürütülen bir bağımsızlık savaşının, feodalizme ve din devletine karşı verilen bir kurtuluş mücadelesinin ve bir burjuva demokratik devrimin içinden doğdu.
CHP kurucu bir partidir. Aydınlanma ve modernleşme projesinin taşıyıcı ve öncü örgütüdür. Kaynağında Marksizm değil, Kemalizm vardır. Sınıf mücadelesi geleneğine değil, bağımsızlık, modernleşme ve laiklik kavgasına dayanır.
Tarihinde, çoğu CHPlinin adını bile duymadığı Bernstein, Kautsky gibi isimler ve savaş hükümetlerini destekleme kararları değil; Jöntürkler, Kuva-i Milliye, 1908 Hürriyet Devrimi, 1923 Cumhuriyet Devrimi ve Mustafa Kemal gibi isimler vardır.
Görüldüğü gibi bütün bu farklılıklar birer kusur değil, tam tersine olumlu, daha sol ve devrimci değerlerdir. Siyasal ve tarihsel bakımdan prestij nedenidir. Bu nedenle böyle bir partiye sosyal demokrat demek, ne tarihsel ne siyasal ne de bilimsel bakımdan doğru olmayacaktır. Gereksiz bir zorlamadır.
Bu bakımdan, CHPyi sola çeken tarihsel lider olarak tanıdığımız Bülent Ecevit, aynı zamanda çaplı bir entelektüel de olduğu için, CHP için hiçbir zaman “sosyal demokrasi” kavramını kullanmamış, bunun yerine “demokratik sol” demeyi tercih etmişti.
Latin Amerikadaki bağımsızlık mücadelelerinin içinden doğan Simon Bolivarcı halkçı partiler de “sosyal demokrat” adını kullanmaz. Bu partiler daha çok “devrimci demokrasi” kavramını kullanmaktadır. Doğrusu da budur. Çünkü bu partiler, tarihsel rolleri, ideolojik/kültürel kökenleri ve siyasal tutumları bakımından devrimci demokrattır.
Devrimci demokrasi kavramı ve tanımı; bu partilerin sosyalizm ve Marksizm ile kendi aralarında daha doğru bir ilişki kurmalarını da kolaylaştırır. Farkı da yakınlığı da tanımlar. Aynı şekilde devrimci demokrat olmak, işçilere ve emekçilere dayanan partiler haline gelmenin önünde engel de değildir. Tersine bunu kolaylaştıran bir işlev görür.
Sonuç olarak “sosyal demokrat” yerine “devrimci demokrat” olmak, bilimsel bakımdan daha doğru, daha saygın, siyasal ve felsefi bakımdan daha sol bir tutumdur. O nedenle, başka bir yazıda daha geniş şekilde açacağımız “devrimci demokrasi” kavramı, “sosyal demokrasiye” göre daha dinamik ve halkçı bir tutumu ifade eder.
Eğer bu ülkede Marksist bir hareket ya da parti bir gün komünistlikten vaz geçer ve sosyal demokrasiyi seçtiğini ilan ederse, bizim de belki bir sosyal demokrat partimiz olur. CHPde çok sayıda eski sosyalistin olması, onun sosyal demokrat bir parti olması için yetmez.
Sonuç olarak; Devrimci Demokrasi, sadece soyut bir kavram ve isim önerisi değil, yeni bir “kimlik krizi” yaşayan CHPye Kurultay sürecinde ciddi bir kimlik önerisidir.
Takdir kendilerine atttir.