ABC Politik

Merdan Yanardağ
31 Aralık 2015
Email :

Bilindiği gibi AKP iktidarı, yenilgiye uğradığı 7 Haziran 2015 seçim sonuçlarını zorbalıkla değiştirmek için son 5 yıldır izlediği açılım ve çözüm siyasetini terk ederek yeniden çatışma ve savaş çizgisine döndü. Böylece daha önce merkez sağ seçmenin dokusunu değiştirerek konsolide eden AKP’nin, yeni yönelimiyle bugüne kadar kendisine bir ölçüde direnen milliyetçi seçmeni de kontrol etmeyi amaçladığı görülüyor.

Mezhepçi faşizan bir başkanlık rejimi kurmak için önemli bir virajı aldığını düşünen AKP, şimdilik Kürt muhalefetini karşısına almakta sakınca görmüyor. Tam tersine bu durumun toplumu dinci ve milliyetçi temelde bölerek kendi saflarına kararlılık kazandırdığını, böylece başkanlık rejimi için gerekli kitle desteğini büyüttüğünü sanıyor.

Diğer taraftan, PKK ve HDP’nin AKP’nin provokasyonuna geldiği görülüyor. Özellikle, son seçimlerde Türk solu ve cumhuriyetçi seçmenlerin bir kesiminden barajı aşmasını sağlayacak düzeyde kritik bir oy desteği alan HDP’nin, Türkiyelileşme projesinin büyük ölçüde çöktüğü anlaşılıyor.

SAVAŞTA ŞEHİR GERİLLACILIĞI AŞAMASI

Türkiye’nin Güneydoğusunda yer alan, Kürt yurttaşlarımızın yaşadığı il ve ilçe merkezlerinden birçoğu bugün Suriye’yi aratmayacak şiddette bir iç savaşa tanık oluyor. Bu yeni bir durumdur. Daha önceki çatışma ve savaş alanları esas olarak kırsal kesimler ve dağlardı. Öyle ki, 1990ın başlarındaki Cizre, Şırnak gibi birkaç örnek dışında genellikle kent merkezlerinde büyük çaplı askeri çatışmalar yaşanmadı. Bugün ise aralarında Diyarbakır gibi büyük kentlerin de bulunduğu 21 il ve ilçe merkezinde haftalarca süren sokağa çıkma yasakları uygulanıyor ve bir aydan fazla süren kesintisiz çatışmalar yaşanıyor.

Kent merkezlerinde kazılan hendekler ve kum torbalarıyla kurulan barikatlar, çatışmaların yeni bir aşamaya ulaştığını gösteriyor. Daha da önemlisi PKK’nın kırsal kesimin yanı sıra kentlerde de büyük bir silahlı güç haline geldiğini, şehir gerillacılığı yöntemlerini geliştirdiğini, böylece bazı ilçeleri ve büyük kentlerdeki kimi semtleri haftalarca kontrolünde tutma gücüne ulaştığı anlaşılıyor.

Çözüm süreci ve çatışmasızlık döneminde PKKnın büyük yerleşim birimlerinde önemli bir örgütsel ve askeri yığınak/atılım yaptığı gözleniyor.

ÇÖZÜM SÜRECİNİN ÇÖKMESİ KAÇINILMAZDI

AKP ve PKK arasında yürütülen ve yasal hiçbir dayanağı olmayan çözüm süreci neredeyse arkasında hiçbir iz bırakmadan ortadan kalktı. Yeniden kanlı bir çatışma dönemine girildi. Aslında yaşanan süreç böyle bir hayal kırıklığına son derece açıktı. Çünkü yürütülen girişim, hiçbir hukuksal temele sahip değildi. Yasal düzeneğe ve kurumsal güvenceye bağlanmamıştı. Meclis devrede değildi, görüşmeler toplumdan gizli yürütülüyordu. Dolayısıyla masa her an devrilebilirdi. Nitekim öyle de oldu.

Çünkü, AKP iktidarı Kürt sorununun gerçek bir çözümünden çok, esas olarak Kürt siyasal hareketini ve Kürtleri Türkiye’nin gerici dönüşüm projesinin bir parçası haline getirmeye çalışıyordu. AKP esas olarak dinsel referanslara dayalı oyalamacı bir siyaset izledi. Dolayısıyla gerçek sorunlara dokunmayan ve samimi olmayan bu girişim, ister istemez gerçek hayatın içinde kırılıp döküldü.

AMAÇ KÜRTLERİ YEDEKLEMEKTİ

AKP’nin Kürt siyasal hareketini Türkiye’nin gerici dönüşüm projesinin bir parçası haline getirmek, olmuyorsa oyalamak amacıyla sahte bir çözüm siyaseti izlediğini söyleyenler haklı çıktı.

AKP ise izlediği iki yüzlü çözüm siyasetinde büyük ölçüde başarılı oldu. Çünkü yaklaşık 7 yıldır Kürt hareketini hem oyaladı hem de siyaseten yedekledi.

Öyle ki, eğer Gezi / Haziran Direnişi sırasında AKP hükümeti devrilmediyse, bunun en önemli, hatta belirleyici nedenleri arasında Kürt hareketi ve PKK’nın tutumu (AKPye verdiği destek) vardı. Büyük çoğunluğunu cumhuriyetçilerin oluşturduğu muhalif Türklerden ve Türk solundan çözüm için destek isteyen ve bu desteği her defasında alan Kürt hareketi, onları dinci-faşizan AKP iktidarına karşı en büyük kavgalarında yalnız bıraktı. Sonradan yapılan kimi düzeltme girişimleri (örneğin sembolik düzeyde katılım) ve özeleştiri denemelerinin ise hiçbir kıymeti olmadı.

DEMOKRATİK HAKLAR İÇİN SİLAHLI MÜCADELE YÜRÜTÜLÜR MÜ?

Bilindiği gibi PKK resmi olarak, Türkiye’den ayrılmak istemediğini, hatta üniter devletten yana olduğunu belirtiyor. Yine ilan ettiği gibi PKK ve onun legal siyaset yapılanmaları, kültürel özerklik anlamına gelen özyönetim, anadilde eğitim ve Kürt kimliğinin anayasal düzeyde tanınması gibi taleplere kadar daralan bir siyasal programa sahip. Anlaşılacağı gibi bu taleplerin tümü şiddetli bir silahlı mücadeleyi gerektirmeyecek, demokratik bir siyasal mücadelenin konusu olacak bir program niteliğinde.

Ancak, tümü demokratik siyasal mücadele alanının konusu olan bu taleplere için silahlı bir mücadele yürütmekte ısrar edilmesi büyük bir çelişki oluşturuyor. Bu taleplerin tamamının, sistematik, kararlı ve kitlesel temele dayalı bir mücadele ile mevcut anayasal sınırlar içinde bile gerçekleşmesi mümkün. Durum böyle olmasına karşın, PKK’nın yüksek yoğunluklu bir silahlı mücadele yürütmekte ısrar etmesi, anlaşılır bir durum değil.

PKKnın 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra kent merkezlerini de içine şiddetli bir silahlı mücadeleye yönelmesi –ki PKK’nın kırsal güçlerinin henüz devreye girmediği görülüyor- bu hareketin başta barış, demokratik özerklik ve ana dilde eğitim gibi talepleri konusunda kuşku yaratıyor. Çünkü bu yoğunlukta bir silahlı mücadele, ancak ya bağımsızlık ya da radikal bir  devrim için harekete geçilmişse bir anlam taşır. PKK’nın, içinde sosyalistler olsa da sosyalist bir örgüt olmadığını, yaklaşık 20 yıldır bu kimlikten vazgeçtiğini biliyoruz. O halde geriye tek bir seçenek kalıyor; bağımsızlık…

Olabilir! Ancak Kürt hareketinin amacı eğer bağımsızlıksa bunu açıkça ilan etmeli ve kimseyi kandırmamalıdır. Öncelikle dostlarını, destek istediği ve fakat her defasında yanılttığı Türk solunu hiç aldatmamalıdır. Çünkü PKK ve Kürt hareketinin gizli ya da farklı bir ajandaya sahip olduğu gibi bir izlenim giderek güçlenmektedir.

KOPUŞ VE İÇ SAVAŞ!

Öte yandan hem AKP’nin bölgede izlediği şiddet ve imha politikalarının yol açtığı çatışmalar hem de PKKnın yürüttüğü yüksek yoğunluklu silahlı mücadele iki halk arasındaki son bağları da koparma aşamasına doğru hızla ilerliyor. PKK’nın toplumsal kurtuluş yerine ulusal kurtuluşu tercih eden, dolayısıyla daha çok milliyetçi taleplerinin belirleyici olduğu bir program izlemesi, bu kopuşu daha da hızlandıran bir etki yaratıyor. İki halk içinde milliyetçilik yükseliyor, aradaki uçurum derinleşiyor. Durum böyle olunca toplum çok tehlikeli ve geri dönüşü olmayacak kanlı bir boğazlaşmaya, yıkıcı bir iç savaşa doğru sürükleniyor.

Bu durum toplumdaki bütün sınıfsal çelişkilerin, gericiliğe karşı yürütülen aydınlanma mücadelesinin, emperyalizme ve kapitalizme karşı verilen/verilecek toplumsal kurtuluş kavgasının üzerini örtüyor. Sol hareket için siyaset alanını daraltıyor.

Öyle anlaşılıyor ki, PKK, 5 yıla yayılan çözüm sürecinde yaşadığı hayal kırıklığının yarattığı bir öfkeyle hareket ediyor. Ancak, diğer taraftan tuhaf bir aşk-nefret diyalektiği de işliyor gibi. Leyla Zana’nın Meclis’teki yemin töreninde yüzünü Tayyip Erdoğan’a dönerek onun hala Kürt sorununu çözeceğine dair inancını tekrar etmesi böyle bir durumun örneğini oluşturuyor. Nitekim HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın “İçimizde Erdoğan severler var” demesi de bu noktada kaydedilmelidir. Bütün bunlar Kürt muhalefeti çevrelerinde ihmal edilemeyecek düzeyde bir kesimin AKP ve Tayyip Erdoğan’dan umudunu kesmediğini gösteriyor.

Ne diyelim; Allah akıl fikir versin!

ÖZYÖNETİM İLANININ ANLAMI

Diğer taraftan, Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) Diyarbakırda toplanarak özyönetim ilan etme kararı alması, demokratik siyasetin konusu olacak talepler için yürütülen hendek-barikat savaşını selamlaması gibi gelişmeler, hem iki halk arasındaki kopuşu derinleştiren bir etki yapıyor hem de PKKyı kendi çekirdeğine doğru daraltan bir sonuç yaratıyor.

Bu çatışma ortamında, ortada güçlü bir sol hareketin/programın olmayışı da krizi büyütüyor. Bu durum, bütün halkın ve ülkenin yararına olacak onurlu bir çözüm için toplumsal vicdanın, aklın ve tarihsel bilincin devreye girmesini engelliyor. Solun güçlenmesinin yolu ise PKK vesayetinden kurtulmasından geçiyor. Sol eğer bağımsız ve etkili bir siyasal ve toplumsal güç haline gelemezse, toplumun yıkıcı bir iç savaşa doğru sürüklenişini önlemek zor görünüyor.