Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı tehlikeli bir oyun oynuyor. Türkiye’de düşük yoğunluklu da olsa siyasal İslamcı (mezhepçi) ve faşizan bir rejim kurmak için toplumu ateşe atacak kadar gözlerinin karardığı anlaşılıyor.
AKP, liberallerin, yetmez ama evet diyenlerin, dönek solcuların, yandaş ve yanaşma medya yazıcılarının bir dönem bu toplumu inandırmaya çalıştıkları gibi, bu ülkeyi demokratikleştirecek muhafazakâr bir parti değil. Cumhuriyetle hesaplaşma derdi olmayan bir merkez sağ parti hiç değil. Tam tersine, geleneksel Türkiye gericiliği içinde şekillenen, aydınlanma ve modernite karşıtı, Siyasal İslamcı ideolojik referanslara dayalı radikal bir parti karşı karşıyayız.
Erdoğan-AKP iktidarı, her ne pahasına olursa olsun Cumhuriyeti yıkmak ve yerine ılımlı da olsa bir şeriat rejimi kurmak istiyor. Bu açık. Sandık ve siçimi tek meşruiyet kaynağı olarak gördüğünü ileri sürüyor. Ancak dürüst bir seçim yapmak konusunda hiçbir ilkesel tutumu bulunmuyor. Kendi kutsal davası için, hukuksal ve ahlaki olup olmadığına bakmaksızın her yolu izlemeyi, her yöntemi uygulamayı meşru sayıyor. Bu tutum (takiye) siyaset yapma yönteminin temelini oluşturuyor. Dolayısıyla yalan, hile, iki yüzlülük ve ilkesizlik sıkça kullandığı mücadele araçları oluyor.
Siyasal İslamcı AKP iktidarının sinsice yürüttüğü rejimi değiştirme planı ve/veya stratejisini son yıllarda bozan iki önemli gelişme oldu; birincisi 2013 yılındaki geniş halk kesimlerinin katıldığı Gezi/Haziran isyanı, ikincisi ise 7 Haziran 2015 seçimleridir. İktidarın uyguladığı bütün baskıya ve her türlü hile girişimine karşın 7 Haziranda AKP’nin hükümetten düşürülmesidir.
İşte bu iki siyasal gelişme, AKP-Erdoğan iktidarının rejimi değiştirme yürüyüşündeki ritmi bozdu. Sadece emekçilerin, geniş halk kesimlerinin değil, aynı zamanda İstanbul burjuvazisinin de her an kendilerini terk edebileceğini gördü. Ele geçirdikleri iktidarın, sanılanın aksine pek de sağlam temellere oturmadığını anladı. Kendilerini iktidara taşıyan ve neredeyse 10 yılı aşkın süredir sorunsuz şekilde orada tutan dış ve iç dinamiklerin hızla değiştiğini izledi.
AKP iktidarı, Gezi isyanı ile bir düşüş dönemine girmişti. Bu süreç 7 Haziran seçimlerine kadar geldi ve kendisini sandıkta sayısal olarak da ortaya koydu.
* * *
Siyasal İslamcı hareket Cumhuriyeti büyük ölçüde yıktığı, örneğin laik eğitim düzenini ortadan kaldırdığı, bürokrasiye, Yargıya ve Emniyete tamamen hakim olduğu halde, kendi rejimini tam olarak kuramadı. Bu durum ülkede bugün yaşanan bütün siyasal ve toplumsal gerilimin de ana kaynağını oluşturacaktı.
Bu nedenle, siyasal İslamcı AKP-Erdoğan kliği, tehlikeye giren rejim değişikliğini gerçekleştirebilmek için karanlık bir planı uygulamaya koydu. Ülkede bir kaos ve çatışma ortamı yaratarak yeniden AKP’yi tek başına iktidara getirmek ve Erdoğan’a başkanlık yolunu açmak için ülkenin bütün muhalif güçlerine saldırı yolunu seçti. Halkta korku ve panik yaratmak bu planın ilk etabını oluşturuyordu. Öyle ki, 7 Hazirandan sonra metrolara bomba konulacağı ihbarını bile doğrudan MİT’in yaptığı belirtiliyordu.
AKP liderliğinin izlediği yeniden iktidar ve başkanlık rejimi kurma stratejisi, hem PKK ile yürütülen ve adına çözüm süreci denilen müzakere ve fiili ateşkes durumunu ortadan kaldırmayı hem de sol ve devrimci gruplara karşı kapsamlı bir saldırıyı gerektiriyordu. Öyle de yaptılar
Bu durum /strateji halkta korku ve panik yaratarak güçlü bir güvenlik talebi oluşturulması anlamına geliyordu.
Bilindiği gibi bu dönemde Suruç ve Ankara Gar Meydanı katliamları başta olmak üzere solcuların, sosyalistlerin ve cumhuriyetçilerin katıldığı yasal ve barışçıl protesto eylemlerine saldırılar başladı. Cumhuriyet tarihinin en alçakça katliamları yapıldı. Bu eylemlerin faili olan örgütler ahlaksızca gizlenmeye, iktidarın suç ortaklığı / sorumluluğu gizlenmeye çalışıldı.
PKK ile yürütülen çözüm süreci terk edildi ve tam bir şark kurnazlığıyla, IŞİD’e operasyon yapıyoruz diye, PKK’ya karşı büyük bir saldırı başlatıldı. Öyle ki, 7-8 ayda Güneydoğudaki birçok kent ve kasaba, Suriye iç savaşında yakılıp, yıkılan ve bombalanan kentlerden farksız hale geldi. Bilanço ağırdı; güvenlik güçlerinin verdiği kayıplar dahil toplam ölü sayısı bu süre içinde 1000 kişiyi aştı.
Ancak, AKP tek başına iktidar gelip, Erdoğan da başkan olunca, sürecin yeniden başlatılacağı kesindi. Çünkü böyle bir çatışma ortamı sürdürülemezdi. Bu şiddette bir çatışma ortamında ekonomik, siyasal ve toplumsal istikrar sağlanamaz, iktidar güvenceye alınamazdı. Uluslararası güçlerin devreye girmesine bile yol açabilecek bu savaş, hedefe ulaşılınca durdurulmak istenecekti. En azından plan böyleydi. AKP, Kürt hareketini yeterince ezdiğini, pazarlık gücünü kırdığını düşündüğü anda yeniden masaya dönecektir.
* * *
Bu kadar riskli bir planın dereye sokulmasının, iktidar ve başkanlık rejimi için ülkenin ateşe atılması için çok yaşamsal amaç/hedef olmalıydı. Çünkü böyle yaşamsal bir gerekçesi olmasa, iç savaşa ve ülkenin bölünmesiyle bile sonuçlanabilecek böyle bir risk göze alınamazdı.
Yukarıda da işaret ettiğim gibi, AKP ve siyasal İslamcı kadro, Cumhuriyeti büyük ölçüde tasfiye etmiş ve fakat yerine kendi rejimini kuramamıştı. Tarihsel birikimleri, güçleri, donanımları görgüleri ve bilgileri buna yetmemişti. Tarihin akışına ve toplumun doğasına karşı gelişen bu karşı devrimci hareket, bu ülkenin yaklaşık 200 yıllık aydınlanma ve modernleşme birikimi ile devrimci damarını hafife almış, ancak bu konuda fena halde yanılmıştı. Gezi direnişi, İslamcı ve muhafazakar çevrelerin ileri sürdükleri gibi, Cumhuriyet bir avuç seçkinin rejimidir şeklindeki hipotezi temelinden yanlışlamıştı.
Ancak, AKP fiilen yıktığı hukukun yerine kendi rejimini kurup hukukunu oluşturamadığı taktirde, bu işin karakolda biteceğini biliyor. Mevcut hukuku çiğneyen, ağır anayasal suçlar işleyen AKP-Erdoğan yönetimi, eğer kendi hukuksal ve anayasal düzenlerini kuramazsa, ağır bir hesap sorma dalgasıyla karşılaşabilir. Sıradan bir hükümet değişikliğinde bile kendilerini dipte bulabilirler. Bir yolsuzluk düzeni kurdukları, dahası bu yöntemi bir tür sermaye biriktirme modeli haline getirdikleri de dikkate alındığında, bu fiili düzeni hukuksal bir temele oturmak ve anayasal bir güvenceye almak konusunun neden böylesine ortalığı yıktıkları daha iyi anlaşılabilir.
Bir kez daha tekrar edersek eğer; çok daha önemli olan gerekçe ise, fiilen kurulan mezhepçi faşizan rejimin geri dönüş eşiğini aşacak şekilde güvence altına alınmak ihtiyacı ve zorunluluğudur.
Bu nedenle, AKP ve Erdoğan. kendilerinden beklenmeyecek ölçüdeki büyük bir riski göze almaktan kaçınmamıştı. Ancak unutulmasın ki, rüzgâr ekenler fırtına biçer. Bu kaosun kimi getirip kimi götüreceği hiç belli olmaz!
Çünkü AKP en güçlü olduğu sanılan bu dönemde, aslında iktidarının en zayıf dönemini yaşıyor. Türkiye AKP’den kurtulmaya hiç bu kadar yaklaşmamıştı. Göreceksiniz.