Suriye krizi, AKP iktidarının da sonunu getirecek bir derinliğe ve kapsama sahip. Çünkü, ABD ve Batılı ortakları ile AKP iktidarının Suriye konusundaki bütün hesaplarının yanlış çıktığı görülüyor.
Türkiyede gerici dönüşüm projesini tamamlamak ve iktidarının sürekliliğini sağlamak için, bu hedefi destekleyecek bir bölge jeopolitiği yaratmak isteyen AKP, Suriye’de çok ağır bir yenilgiye uğramış durumda. Bu yenilgi Tayyip Erdoğan ve AKP’nin bütün hesaplarını bozacak bir niteliğe sahip.
Bilgisiz, birikimsiz, siyasal bakımdan rüküş ve görgüsüz AKP kadrolarının, Suriye’deki BAAS rejiminin gücünü ve toplumsal desteğini doğru değerlendirmediği ortaya çıktı. Erdoğan yönetiminin Suriye sosyolojisini, bu ülkenin kültürünü ve rejimin en önemli güçlerinden birini oluşturan bu kültürün tarihsel oylumunu göremediği anlaşıldı. Daha da önemlisi, Erdoğan-AKP iktidarının en iddialı olacağı alanda bile yanıldığı ve bölgedeki etnik ve dinsel dengeleri doğru şekilde okuyamadığı görüldü.
Oysa Suriye (özellikle bir kültür havzası olarak Şam) Arap ulusçuluğunun ve modernleşmesinin önemli merkezlerinden biridir. Bu nedenle Suriye BAAS rejimi, Irak’tan (Saddam rejiminden) farklı olarak toplumsal ve entelektüel bir desteğe sahiptir. Rejimi destekleyen ve onu yeniden üretme kapasitesine sahip etkili bir aydın sınıfı vardır. Bu anlamda Suriye’de BAAS rejimi, kendi varlık gerekçesini ahlaki, hukuki ve tarihsel bakımdan güçlü bir şekilde açıklama birikimine ve yeteneğine sahiptir.
Beşar Esad, iktidarının ilk yıllarında liberalleşme ve piyasa ekonomisi yolunda önemli adımlar atsa da, Suriye’de BAAS rejimi hala halkçı, anti-emperyalist ve anti-siyonist çizgisini koruyordu. Bu nedenle kapitalist emperyalist dünyada -görece- sistem dışı bir özelliğe sahip olmaya devam ediyordu. Zaten saldırıya uğramasının başlıca nedenini de bu özelliği oluşturuyordu.
İMAM HATİP UFKU
Bilimsel analiz yeteneğinden yoksun oldukları bilinen AKP yöneticileri, Merkezi Avrasya’daki güç mücadelesinin de pek farkında değil. Dünyadaki klasik enerji yataklarının yaklaşık yüzde 70nin bulunduğu bu bölgede süren mücadelenin, gerçekte gezegene egemen olma savaşı olduğunu kavrayamadıkları da açık.
Dahası, AKP yönetiminin dünyada yeni oluşan güç merkezlerinin bu çatışmadaki konumunu anlamadığı da ortada. Diğer bir anlatımla Rusya, Çin ve İran’ın Ortadoğu ve Hazar Havzasındaki yaşamsal çıkarlarını, bölgesel rolünü ve ağırlıklarını da yanlış hesapladıkları anlaşıldı.
Dünyaya imam-hatip ufkunu aşamayan bir perspektiften bakan bu tüccar politikacılar, Tahtakale esnafı kurnazlığıyla dış politika yapabileceklerini sanıyor. Bu nedenle, yukarıda saydığım olguları hiç hesaba katmadıkları anlaşılıyor.
BÖLGE SAVAŞI VE MEZHEP BOĞAZLAŞMASI
Anımsanacağı gibi bundan üç yıl önce NATO’dan yapılan açıklamada, Suriye’ye yönelik doğrudan bir askeri müdahalenin içinde yer alınmayacağı resmen ilan edildi. Ardından ABD, Suriye’ye doğrudan bir müdahaleden yana olmadığını, düzenlenecek bir saldırı içinde yer almayacağını defalarca açıkladı.
Çünkü Rusya, Çin ve İran Suriye’ye yönelik açık bir askeri müdahaleye izin vermeyeceklerini ve Libya’da düşürüldükleri yanlışı tekrarlamayacaklarını ilan etmişlerdi. Dahası, böyle bir müdahalenin, kapsamı önceden kestirilemeyecek bir savaşa yol açacağı konusunda da ilgili bütün tarafları uyarmışlardı.
Bu nedenle ABD ve NATO, Suriye’deki BAAS rejimini Türkiye ve gerici Arap devletleri (Suudi Arabistan, Katar) aracılığıyla ve küresel cihatçı çetelerin desteğiyle devirmeyi planlıyordu. Ancak bu girişim de başarısızlıkla sonuçlandı.
Batı, bırakın küresel şirketlerin/tekellerin yatırım yapmasını, temsilcilerinin bile sokakta serbestçe dolaşmasının imkansız hale geldiği Irak deneyimi nedeniyle Suriye’de benzer bir kaosu göze alamadı. Batı yanlısı ılımlı bir İslami rejimin kurulmasının imkansız olduğu, bu ülkelerin kısa sürede radikal dinci çetelerin eline geçtiği ortaya çıktı. Daha da önemlisi, yıktıkları ya da yıkılması için uğraştıkları rejimlerin (Tunus, Libya, Irak, Suriye ve Türkiye gibi) zaten gerçek anlamda birer “ılımlı İslam” ülkesi oldukları anlaşıldı. Bu nedenle Batı, Mısırda Müslüman Kardeşler iktidarının arkasında durmadı ve Muhammed Mursi’yi yalnız bıraktı.
Ortadoğu’da emperyalizme ve Emevi gericiliğine karşı büyüyen direnişin ılımlı İslam projesinin çökmesiyle sonuçlanması halinde kendisinin de iktidarda kalamayacağı gören Erdoğan ve AKP yönetimi, eski politikasında ısrar etmeyi sürdürdü. Vahhabi gericiliğiyle işbirliği içinde bir oldu bitti yaratarak Suriye’de Esad rejimini devirme çabalarını artırdı. Bu amaçla Suudi Arabistan ve Katarla gerici bir blok oluşturdu. Erdoğan-AKP iktidarı, fiilen kurduğu gerici rejimi garantiye alabilmek için, ülke içinde de mezhepçi faşist bir diktatörlük kurmaya yöneldi.
AKP bu nedenle anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi için Türkiye’yi bir kaosa sürüklemeyi göze aldı. Toplumu neredeyse iç savaşın eşiğine kadar getirdi. Ülke, -farkında olsun ya da olmasın- bugün o eşikte duruyor.
Erdoğan yönetimi, Suriye Hükümeti’nin davetiyle bu ülkeye yardıma giden Rusya’ya ait bir savaş uçağını düşürerek, tehlikeli bir provokasyona bile kalkıştı. Çünkü, Rusya ve İran’ın açıkça devreye girmesiyle, Suiye’deki Sünni dinci kalkışma ve küresel gerici saldırı yenilmeye başladı. Durum böyle olunca Erdoğan-AKP yönetimi Suriye denkleminin dışında kaldı. İşte, Erdoğan-Davutoğlu yönetimi bu nedenle tehlikeli bir hamle yaparak Rusya ile ABD ve NATOyu karşı karşıya getirmeyi denedi, ama olmadı.
Hem ABD hem de NATO’dan yapılan açıklamalarda Rusya ile bir savaşın istenmediğini, Türkiyenin kendi sorununu kendisinin çözmesini istendi. Nitekim ABD Dışişleri bakanı John Kerry, üçüncü dünya savaşı tehlikesine dikkat çekerek, Rusya ile savaş istemediklerini (geçen hafta) açıkça söyledi. Dahası ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin PYD ve Suriye Kürtlerine ilişkin tutumunu paylaşmadıklarını da resmen bildirdi.
ABD ve Batı bölgedeki bütün kirli işlerini gördürdüğü Erdoğan yönetimine aşağı yukarı şöyle demiş oldu; “Hizmetlerinin elbette bir değeri var, ama senin dar dinci ideolojik amaçların için Rusya, İran ve belki Çinin de katılacağı, sonucları felaket olabilecek bir savaşa girmeyeceğiz. sana biçilen rolü abartma, bu işte yalnızsın”.
Bu durumda Türkiye, Suriye konusunda Suudi ve Katar gericiliği ile baş başa, gerçekte is yapayalnız kaldı. Açık ki, ABD ve NATO, Rusya, İran ve Çinin karşısında yer alacağı bir dünya savaşını göze alamadı. Böyle bir savaşı kaldıramayacaklarını gördü.
ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI
Rusya’nın, Suriye’ye yönelik askeri bir müdahaleye karşı aldığı sert tutum ve bir nükleer savaş uyarısı, İran’ın Suriye’ye yönelik açık bir saldırı halinde savaşa gireceğini ilan etmesi, durumun sanılandan da daha ciddi olduğunu gösteriyor. Türkiye’nin başta doğalgaz olmak üzere bu iki ülke ile büyük hacimli ticari ilişkilerinin bulunması, AKP’nin içinde yer aldığı matrisin bile hiç farkında olmadığını ortaya koyuyor. Nitekim Rusya uçağının düşürülmesinin ardından Türkiye-Rusya ekonomik ilişkileri neredeyse tümüyle dondurulmuş durumda. Bu nedenle her geçen gün Türkiye’nin zararı ve kayıpları büyüyor.
Diğer taraftan, Suriye’ye açık bir askeri müdahale bir dünya savaşına yol açmasa bile Türkiye, İran, Lübnan, Suudi Arabistan, Yemen, Katar ve Bahreyn’in ilk dalgada içinde yer alacağı bölgesel bir savaşa yol açması neredeyse kesindir. İkinci dalgada bu savaşa Rusya’nın müdahale etmesi kaçınılmazdır. Kaldı ki Rusya, fiili askeri gücüyle artık Suriye’de bulunuyor ve hava sahasını Türkiye’ye kapatmış durumda. Türkiye bu nedenle uçaklarını uçuramadığı için, ancak top atışıyla cihatçı çetelere destek vermeye çalışıyor.
Böyle bir bölgesel savaş aynı zamanda, bir Sünni-Şii mezhep çatışması, kanlı bir ilkel boğazlaşma anlamına da gelecektir. Kürtler ve Hizbullah gibi önemli bölgesel güçlerin de bu savaşa girmesi kaçınılmazdır. Aleviler ise büyük olasılıkla Şiilerin yanında yer alacaktır.
Böyle bir bölgesel yangının, eğer Rusya’nın uyarılarını dikkate almamız gerekirse –ki kesinlikle alınmalıdır- İsrail, ABD ve İngiltere’nin de dahil olacağı Çinin de İran, Suriye ve Rusya’nın yanında yer alacağı bir dünya savaşına yol açma olasılığı da hiç az değildir.
Çünkü Suriye üzerinden yürüyen savaş, gezegenin geleceğini yakından ilgilendiriyor. Bu anlamda Suriye direnişi, gericiliğe ve emperyalizme karşı bütün insanlığın direnişidir.
ERDOĞAN-AKP İKTİDARININ SONU
AKP, iç dinamiklerin yanı sıra, belki de bu dinamiklerden daha çok, kendi programları ve hedefleri ile emperyalizmin (özellikle ABD’nin) bölgesel ve küresel siyasetleri arasındaki yüksek bir uyumun yaşandığı toplu durumun (konjonktürün) sağladığı olağandışı tarihsel koşulların sonucu olarak iktidara tırmandı.
Ancak, iç ve dış dinamikler arasındaki bu uyum bozuldu. Dünyada ve bölgedeki gelişmeler, AKPyi iktidara taşıyan iç ve dış dinamikler arasındaki örtüşmeyi ortadan kaldırdı. AKP kendisini iktidara taşıyan dinamikleri yitirdi. Elinde sadece -o da hileli olan- seçmen desteği kaldı.
İktidar ve köklü değişim için bunun yetmeyeceğini AKP de biliyor.
Erdoğan-AKP iktidarı bir çılgınlık yaparak, Suudi Arabistan, Katar ve oluşturulacak bir Sünni Koalisyonuna dayanarak Suriye’ye askeri müdahaleye kalkışabilir. Bir oldu bitti yaratarak NATO’yu çatışmanın içine çekmeyi yeniden deneyebilir. Çünkü NATO hukukuna göre, üyelerden birine yapılacak saldırı bütün ittifak ülkelerine yapılmış sayılıyor.
Ancak, tam bu noktada bir parantez açarak belirtmek gerekiyor ki, NATO Genel sekreterliğinden yapılan bir açıklamada, gerekirse Türkiye’nin üyelikten çıkarılabileceği belirtiliyor. Bu çok önemli çıkış ne yazık ki, Türk basını tarafından yeterince değerlendirilmiyor.
Daha önceki bazı yazılarımda da net şekilde ifade ettiğim gibi; Esad kalırsa Erdoğan gidecektir. Esad direndi, kazandı ve kaldı. Sıra Erdoğan’ın gitmesindedir.
Öyle ki, Suriye krizinin derinleşerek iki ülke arasında bir savaşa dönüşmesi de Erdoğan-AKP iktidarını kurtaramayacak, bu çağ dışı mezhepçi-faşizan yönetimin sonunu getirecektir. Rusya ve İran’ın taraf olacağı böyle yıkıcı bir savaş, sadece Erdoğan-AKP iktidarının değil, Ortaçağ artığı Suudi rejiminin de sonunu getirecektir. Ancak hiç kuşku yok ki, bu akıl dışı tutumun bedeli ülke ve toplum için çok ağır olacaktır.
Cumhuriyetin birleştirici zemini ve toplumu ulus olarak bir arada tutan başlangıç ilkelerini akılsızca tasfiye eden AKP iktidarı ve onun etrafında oluşan gerici koalisyon, giriştikleri bu karşı devrimin bedelini çok ağır ödeyecek. Üstelik kendilerini koruyacak hukuku da yıktıkları için, onları kurtaracak hiç bir bariyer de bulunmayacak.
Sonuç olarak; Suriye’de küresel gericilik ve emperyalizm yeniliyor. Laiklikten yana ve aydınlanmacı güçler savaşı kazanıyor. Kazananlar, Türkiye’nin 200 yıllık tarihsel yönüyle uyumlu olan güçler. Suriye’de yaşanacak gelişmenin hızla Türkiye’yi etkilemesi kaçınılmazdır. Başka bir ifadeyle, bela Türkiye’ye geliyor. Herkes hazır olmalı. Hiç kuşkunuz olmasın ki, IŞİD, Erdoğan ve AKP iktidarının da başını yiyecek.
Suriye ile olası bir savaşta, ya Türkiye çözülerek dağılacak ya da yeniden kurulacaktır. Her durumda ortada ne AKP diye bir parti ne de onun iktidarı kalacaktır. Bu ülkenin ufalanmasına ve Orta çağa iade edilmesine, yaklaşık iki yüz yıllık bir derinlik ve geleneğe sahip olan aydınlanmacı-cumhuriyetçi toplumsal ve siyasal güçler izin vermeyecektir. AKP gericiliği çökecek ve bir daha geri gelmemek üzere tarihin karanlığına gömülecektir.
Sonuç olarak ve özetle şöyle ifade edebiliriz; Suriye krizi AKP iktidarının sonunu hazırlıyor. AKP ve Erdoğan, gerçekte kendilerinin hazırladığı bu sondan kaçamayacak. Fazla beklemeyeceğiz, göreceksiniz.