Diğerleri gibi Ergenekon tertibi de hukuken çöktü. Bilindiği gibi Balyoz Davasının ardından Cumhuriyetin tasfiye edilme operasyonunun en önemli etabını oluşturan Ergenekon Davası da Yargıtay’da hem usul yönünden hem de esas bakımından bozuldu. Böylece ABD, Batı ve küresel gericiliğin (Suudi ve Körfez sermayesinin) desteğiyle yürütülen bu çok yönlü darbenin, mezhepçi-faşizan operasyonun en önemli aracı olan bu davanın alçakça hazırlanmış, bütünüyle yalana dayalı bir tertip olduğu tescil edildi.
Ergenekon Soruşturması, sadece bir dava, geleneksel iktidar blokunun bir kanadının tasfiyesini amaçlayan siyasal bir polis-adliye operasyonu değildi. Bu dava aynı zamanda, bir ideolojik hegemonya kurma aracıydı. Askeri vesayetin kırılacağı, darbecilerin yargılanacağı ve “askeri-bürokratik Kemalist despotizmin” tasfiye edileceği söylemi üzerinden geliştirilen gerici ve karşı devrimci bir eylemdi. Yeni bir rejim kurma hamlesiydi. Asıl önemi de bu boyutundan kaynaklanıyordu.
GERİCİ TARİHSEL BLOK
Siyasal İslamcılar, geleneksel Türkiye sağcıları, liberaller ve sol liberaller ile Kürt ulusal hareketi arasında oluşan yeni gerici blok üzerinden bir ideolojik-entelektüel hegemonya inşa edildi. Burada en dramatik konumda olan Kürt hareketiydi; dar milliyetçi beklentileri nedeniyle temsil ettikleri her şeye düşman olan güçlerle yan yana gelmişlerdi. İhanete uğramaları kaçınılmazdı. Öyle de oldu.
Siyasal ve nesnel bakımdan karşı devrimci karaktere sahip olan söz konusu koalisyon; bu toprakların tarihinde ilerici, devrimci ve aydınlanmacı nitelikte ne varsa, bu birikimine ve geleneğe karşı acımaz bir saldırı yürüttü. Bu saldırganlar gücünü, esas olarak, ele geçirdikleri iktidar ve devletin, baskı ve sindirme aygıtlarından alıyordu.
Yaşananlar, aydınlanma ve modernleşme tarihinin en önemli kırılma noktasıydı; bir anlamda 70 yıllık karşı devrim sürecinin finaliydi.
DİRENMENİN BEDELİ VE BELGELERİ
Ergenekon, Balyoz ve diğer davaların henüz bütün sıcaklığıyla devam ettiği, benim de gözaltına alındığım (daha sonra tutuklanacaktım) ve bir askeri darbeye hiçbir zaman o kadar uzak olmadığımız günlerde, bu konuya ilişkin çok sayıda yazı kaleme aldım. Bu yazılarımın temelini oluşturduğu Cumhuriyetin Sonbaharı ve Türkiye Neden Feda Edildi” (Destek Yayınları) ile Liberal İhanet ” (Kırmızı Kedi Yayınevi) gibi inceleme ve analiz kitapları yazdım. Bu karşı devrim sürecine direnen, tertibi açığa çıkaran, gerçeği savunan ve kudretli iktidar sahiplerine karşı sert şekilde muhalefet eden günlük bir gazete (Yurt) ve haftalık bir dergi (Bağımsız) çıkardım. Televizyon programları (Beşinci Boyut) yaptım.
Hrant Dink cinayetinin arkasındaki gücün, Ergenekon soruşturmaları için ülkede uygun bir sosyo-psikolojik iklim yaratmak isteyen Gülen Cemaati yapılanması (Cemaatin Emniyet içindeki örgütü) olduğunu ısrarla ortaya koydum. Bazı arkadaşlarımız gibi, benim tutuklanmamın gerçek nedeni de bunlardı.
Kadere bakın ki, Ergenekon tertibinin çökmesi ve serbest bırakılmamızdan bir süre sonra, Hrant Dink cinayeti davasının yeniden açılması ve Cemaatçi polis şeflerinin tutuklanmasıyla sonuçlanan soruşturmada, (2015 başları) bilgime başvurulmak üzere (yani tanık olarak) savcılığa çağırılacaktım. Savcı Yusuf Doğana, “bildiklerimi yazdım” diyerek, “Cumhuriyetin Sonbaharı” kitabımı verecektim.
Bu tertip, sadece dava mağdurlarının değil, hala namuslu kalabilmiş entelektüellerin, liberalizmle kirlenmemiş ve devrimci niteliğini koruyan solun, sosyalistlerin, cumhuriyetçilerin, Kürt düşmanı olmayan ulusalcıların ve toplumun önemli bir kesiminin direnişi sonucu bütünüyle çöktü. Siyasal iktidar, uzun süre ortaklık yaptığı Gülen Cemaati ile birlikte hazırladıkları bu kirli operasyonun bir kumpas olduğunu itiraf etti. Arkası çorap söküğü gibi geldi.
KORKULAN OLMUŞTU
Ancak olan, olmuştu. Toplumun en dinamik, eğitimli ve üreten kesimlerinden oluşan en geniş muhalefet potansiyelini oluşturan güçler, darbecilik, “demokrasi karşıtlığı ve Kürt düşmanlığı gibi hiçbir temele sahip olmayan ideolojik yaftalamalarla lekelenmişti. Sol ile aydınlanmacı ve cumhuriyetçi çevreler arasındaki doğal ve tarihsel bağ / ilişki koparılmıştı. TSK, bürokrasi, akademi ve medyada geniş tasfiyeler gerçekleştirilmişti. İnsanların hayatları karartılmış, yıllarca hapislerde tutulmuştu. İşlerini, geleceklerini, dahası hayatlarını kaybetmişlerdi. Daha da önemlisi toplumda bu kesimlere karşı negatif bir algı yaratılmış ve ideolojik ön yargı oluşturulmuştu.
Her şeyin hoyratça hazırlanmış bir komplo olduğunun ortaya çıktığı bugün; o sıcak günlerde yazdığım yazılarda açıklıkla ortaya koyduğum kimi değerlendirme ve analizlerimi yeniden paylaşmanın iyi olacağını düşünüyorum. Türkiyenin içinden geçtiği tarihsel dönemecin daha iyi anlaşılması için kimi saptamaların altını bir kez daha çizmenin yararlı olacağına inanıyorum.
ERGENEKON DAVASININ AMACI
Ergenekon ve Balyoz davalarıyla esas olarak bürokrasideki, akademideki ve Türk Silahlı Kuvvetlerindeki (TSK) son Kemalist kadronun büyük bölümünün tasfiye edilmeye çalışıldığı açıktı.
Örneğin NATO’dan çıkmak isteyen; dahası Rusya, Çin ve İran ile Avrasya odaklı bir askeri-siyasal birlik kurarak ABD’yi ve NATO’yu dengelemeyi planlayan; Kürt sorununu Türkiye merkezli olarak ve siyasal yöntemlerle çözme çizgisine yaklaşmış bir ekip imha edildi.
Böylece, bu topraklarda yaklaşık 200 yıldır kesintilerle sürdürülen 1908, 1923 ve 1960 dönemeçlerinde gerçekleştirilen tarihsel atılımlarla en yüksek dalga boylarını yakalayan Osmanlı-Türk modernleşme ve aydınlanma hareketi/süreci kesin olarak kırılmaya uğradı.
Burjuva aydınlanmasının ocaklarından biri olan Harbiye, Medrese (İmam Hatip) karşısında bu kez yenildi.
Tanzimattan beri iki çizgi arasında süren mücadelede inisiyatif artık yeniden islamcı-muhafazakar kanadın elindeydi. Amaç gerçekleşmiş, hedefe ulaşılmıştı.
SOĞUK SAVAŞA FEDA EDİLEN ÜLKE
Soğuk Savaş döneminin başlamasından sonra, yaklaşık 60-65 yıldır solcular, sosyalistler ve sol kemalistler devletten tasfiye ediliyordu. Öyle ki, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin bir amacı solu ve sosyalistleri imha etmekse, diğer amacı da bürokrasi ve TSKdan solcu Kemalistleri tasfiye etmekti.
NATO üyeliğiyle birlikte Cumhuriyetin başlangıç ilklerini ve kuruluş varsayımlarını terk eden, kendi devrimine ihanet eden TSK ve batıcı-büyük sermaye çevreleri, gericilikle ittifak halinde 60 yıldır cumhuriyetin solunu tasfiye etmekle uğraştı. Sol, cumhuriyeti aşmaya, onu tarihsel ve kategorik olarak daha ileriye taşımaya çalışıyordu. Solun bu iddiayı güçlü şekilde ortaya koyması, Cumhuriyetin bütünüyle geriye çekilmesini önlüyor ve bir denge kuruluyordu. Bu nedenle solu tasfiye edilen Cumhuriyet gerçekte bütün gücünü de yitirdi.
BÜYÜTTÜKLERİ GÜÇ KENDİLERİNİ BOĞDU
Solu hoyratça ezen, onun karşısına İslamcıları ve soğuk savaş (Amerikan) milliyetçisi faşistleri dikerek, gericiliği ve muhafazakârlığı besleyen sağcı Kemalistler, bu tutumlarının bedelini Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla çok ağır şekilde ödedi.
Tablo dramatik olduğu kadar çok da açıktı; Amerikancı ve sağcı Kemalistler, kendi büyüttükleri gericilik ve siyasal İslamcı hareket ile sonuçta baş başa kalmıştı. Onlar artık yalnızdı ve kendi Cumhuriyetlerini savunacak güçleri de yoktu. Sonuçta kendi büyüttükleri güç onları tasfiye ediyordu. Bu arada gerçeği gören ve direnen aydınlar ve solcular da ezilmek istendi. Hadise kabaca bundan ibaretti.
SOLDAKİ AYMAZLIĞIN AĞIR BEDELİ
Türkiye solunun önemli bir kesimi Ergenekon ve Balyoz gibi davalarının gerçek anlamını ve tarihsel niteliğini uzun süre kavrayamadı. Aydınların geniş kesimi, en iyi bakışla bu gelişmeleri egemen sınıflar içindeki bir çatışma, kendilerini ilgilendirmeyen bir itişme olarak gördü. Önemli bir kesimi ise, inanılır gibi değil ama, bu soruşturma ve davaları demokratikleşme hamleleri olarak değerlendirip AKP iktidarını destekledi. Referandumda yetmez ama evet dedi. Gerici tehlikeyi görmedi. Tam bir aptallık ve aymazlık haliydi.
Solun bu kesimlerinin tutumu, Türkiye’nin gericiliğe teslim edilmesinde, ülkenin bugün mezhepçi-faşist bir diktatörlüğe doğru sürüklenmesinde belirleyici bir rol oynadı. Çünkü bu liberal ihanet, toplumun direniş refleksini kırmış, gerçek tehdidin boyutunu görmelerini engellemişti. Bu nedenle, Gezi/Haziran eylemleri, bir yanıyla dinci-faşizan AKP iktidarına karşı isyan olduğu gibi, diğer taraftan da kendileriyle “endişeli modern” ya da “laikçi teyze” diye alay eden sağcı ve solcu liberallere karşı bir protestoydu. İnsanlar liberallere, Yalan söylüyorsunuz, bu ülke demokratikleşmiyor, tam tersine gerici bir diktatörlük kuruluyor diyerek baş kaldırmıştı.
Oysa bu davaların nedenini kavramak için derin bir analiz yeteneğine ve yüksek bir birikim ve gözlem gücüne sahip olmaya gerek yoktu.
Bedeli ağır oldu. Ergenekon ve diğer davalar esas olarak liberallerin toplumdan (toplumun muhalif ve sola açık kesimlerinden) ürettikleri ideolojik rıza üzerine inşa edildi. Böylece hem solun, hem de toplumun aydınlanmacı güçlerinin gericiliğe karşı mücadele refleksi kırıldı.
Sonuçlarını bugün yaşıyoruz.