Türkiye tarihsel bir kavşakta duruyor. Ülke, ya insanlığın ilerici birikimini içererek geleceğini yeniden kuracak ya da bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilecek. Başka bir anlatımla, ya karşı devrim saldırısı yenilgiye uğratılacak ya da toplum İslam’ın uzayan Ortaçağına teslim olarak sonu belirsiz karanlık bir yola girecek.
Bu çatışma ekseni kavranmadan, toplumsal güçler buna göre konumlanmadan Türkiye’de gerçek anlamda siyaset yapmak ve ülkenin kaderinde rol oynamak mümkün değildir. Sol ve ilerici güçler bakımından geniş toplum kesimleriyle buluşmanın, kitleselleşmenin ve gerçek anlamda bir siyasal güç olmanın ve siyaset yapmanın yolu da bu gerçeği kavramaktan geçiyor. Değilse sınıf mücadelesi alanının ve siyasal kavganın yürüdüğü sahnenin bir aksesuarı olmanın ötesine geçilemeyecektir. Bu çatışma ekseninin belirleyici ve anahtar kavramı laikliktir.
Laiklik için amasız, fakatsız ve sulandırılmamış bir mücadeleyi esas almayan ilerici, sol, sosyalist, devrimci, halkçı, demokratik hiçbir hareketin etkili olma, ciddiye alınacak bir güç haline gelme şansı yoktur. Çünkü bugün sınıfsal mücadelenin eksenini de laiklik, yani emekçilerin aklı ve vicdanının yeniden özgürleştirilmesi için verilen kavga oluşturmaktadır. Eğer bu yapılamazsa, işçi sınıfının en iyi olasılıkla sendikal mücadele düzeyinde -o da çok sınırlı şekilde- kalması kaçınılmazdır. Diğer bir ifade ile kapitalizme ve mezhepçi faşizan iktidara karşı siyasal mücadele bilincine ulaşması mümkün değildir.
Çünkü laiklik, bir orta sınıf fantezisi ya da bir Kemalist saplantı değil, demokratikleşmenin de sosyalizm mücadelesinin de üzerinde yükseleceği bir zemin, olmazsa olmaz bir ön koşuldur. Laiklik, çağımızda burjuvazinin terk ettiği bir değer, iktidarını sürdürmek için bir önceki çağın ideolojisine iltica ederek sokakta bıraktığı bir ilkedir. Laiklik öncelikle emekçiler için gereklidir.
1 MAYISTA LAİKLİK VURGUSU YOKTU
Bu 1 Mayısta İstanbul Bakırköy’de yapılan kutlamalarda ne yazık ki sol ve emekçi örgütleri tarafından bu gerçeğin hala görülemediği anlaşıldı. Utangaç bir bir-iki vurgu dışında gerici-faşizan AKP iktidarına karşı solu geniş toplum kesimleriyle buluşturacak, emekçileri ortaçağ karanlığından çekip alacak bir laiklik için mücadele çağrısı yapılamadı. DİSK Genel Başkanı Kani Beko’nun konuşması ve birkaç devrimci grup dışında –ki onların hakkını teslim etmek gerekiyor- bu olgunun genel olarak henüz bilince çıkarılamadığı ve mitin alanına hakim olmadığı görüldü.
Bu konuda gerici-liberal ideolojik ve entelektüel hegemonyanın devam ettiği açık. Bu hegemonya kırılmadan ve sol kendi tarihsel ve ideolojik referanslarına dönmeden kıytırık bir güç olmayı aşamayacaktır.
Eğer bu tablo değiştirilemez ve laiklik ekseninde gericiliğe ve faşizme karşı bir mücadele cephesi oluşturulamaz ise, bunun kimseye, bu arada Kürt ulusal hareketine de hiçbir hayrı olmayacaktır. Bu liberal zihin kirlenmesinin maliyeti sola ve toplumcu güçlere, tahmin edilenden çok daha ağır olacaktır. Bu nedenle sol, önüne ardına hiçbir kayıt düşmeden, karalı bir laiklikten, hem de sert bir laiklikten yana olduğunu ilan etmelidir.
AKP KENDİ REJİMİNİ KURAMADI
Israrla vurguladığım bir başka olguya daha yeniden işaret etmekte yarar görüyorum; Türkiye’de karşı devrim süreci büyük ölçüde tamamlanmakla birlikte, AKP’nin temsil ettiği siyasal İslamcı hareket asıl amacına tam olarak ulaşamadı. AKP, Cumhuriyeti yıktı, ama yerine kendi rejimini henüz kuramadı. Merkezinde AKP’nin olduğu siyasal İslamcı koalisyonun gücünün sınırlarına dayandığı, daha önemlisi sanıldığı kadar da güçlü olmadığı da ortaya çıktı.
Küresel sermaye ve İstanbul burjuvazisi ile anlaşarak onların bütün kirli işlerini gören; emperyalizmle (özellikle ABD emperyalizmi) yüz kızartıcı bir işbirliği içinde iktidarını konsolide eden AKP ve Erdoğan; bu hizmetlerinin karşılığı olarak kendi dar siyasal (mezhepçi) programını uygulamaya başladığı, daha doğrusu bu alanda öngörülen sınırları hayli aştığı için söz konusu koalisyon da dağılmaya başladı.
Erdoğan-AKP iktidarı dağıttığı eski iktidar blokunun yerine yeni bir iktidar bileşimi de oluşturamadı. Toplumun geniş bir kesimi ile kavgalı, bütün bağlaşıklarından kopmuş, neredeyse sadece cami cemaatine dayalı bir iktidar haline geldi. Sadece cami cemaatine ve yağmacı yandaş sermaye çevrelerine dayanan bir iktidar sürdürülemez. AKP artık yolun sonuna gelmiş durumda.
Aydınlamanın kazanımlarını Cemaatle birlikte tasfiye eden AKP için, Birinci Cumhuriyeti yıkmak zor olmadı. Çünkü, kurucu güçlerinin ihanetine uğrayan Cumhuriyetin içi büyük ölçüde boşalmıştı. Ancak, İslamcı iktidar bu kazanımlarını hükümet değişimlerinden etkilenmeyecek kalıcı bir rejime dönüştüremedi.
Diğer taraftan, Siyasal İslamcılık dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kaçınılmaz bir başarısızlığa doğru sürüklendi. Bu durum, Türkiye’de, düşük yoğunluklu da olsa İslami bir rejim kurmak için gerekli olan uygun bölge jeopolitiğini ve uluslararası koşulları büyük ölçüde ortadan kaldırdı.
Örneğin; Mısır’da Mursi’nin devrilmesi, Suriye’de rejimin ayakta kalması, AKP için açık bir yenilgiye dönüştü. Erdoğan bölge için, “güvenilmez, öngrülemez ve yalnız” bir lider halinde ortada kaldı. Ortaçağ artığı Katar ve Sudi Arabistan rejimleri dışında dostu kalmadı.
ASIL SORUN MUHALEFETTE
Bugün siyasetten ekonomiye, eğitimden kültüre kadar uzayan geniş bir alanda tam bir kargaşa, belirsizlik, kuralsızlık var. Bütün gelenekler ve toplumu bir arada tutan ortak değerler yıkılmış bulunuyor.
Erdoğan ve Davutoğlu arasındaki gizli çekişme açık bir çatışmaya dönüşme işaretleri veriyor. Erdoğansız bir AKP iktidarı ya da AKP’nin bölünmesi ve kurulacak bir koalisyon hükümeti eliyle gerilimin düşürülmesi ve devletin toparlanması yönünde hesaplar yapılıyor.
Bir kez daha vurgularsak; tarihinin en güçsüz döneminden geçen ve tıpkı amblemindeki ampul gibi boşlukta asılı duran Erdoğan-AKP iktidarı, asıl gücünü muhalefetin güçsüz ve dağınık olmasından alıyor. Bu nedenle çözüm de muhalefet alanını yeniden kurmaktan ve radikal bir mücadele tarzını geliştirmekten geçiyor.