ABC Politik

Merdan Yanardağ
3 Haziran 2016
Email :

Gezi Direnişinin üçüncü yılında, vergi kaçırmadan tarihsel bir ara bilanço çıkarmak gerekiyor. Gezi/Haziran Direnişinin üzerinden geçen üç yıl, bu büyük toplumsal olayın siyasal, tarihsel ve sosyolojik bir çözümlemesi için hem yeterli bir süredir hem de kesin teorik çıkarsamalar yapmak için hayli erkendir.

Ancak, temkinli olmak kaydıyla, Türkiye tarihinin kurulu düzene karşı bu en büyük toplumsal başkaldırısının yıl dönümünde, bir değerlendirme yapmak ve direnişin kimi boyutlarına bir kez daha dikkat çekmek yerinde olacaktır.

SİYASAL YENİLGİ, İDEOLOJİK ZAFER

Öncelikle yapılması gereken tespit şudur; gerici-faşizan bir iktidara karşı gerçekleşen, Cumhuriyet tarihinin en büyük siyasal ve kitlesel isyanı, bir önderlik ve programdan yoksun olduğu için yenilgiyle sonuçlandı. Bu yenilgi siyasaldır. Gezi/Haziran ideolojik, felsefi ve toplumsal planda yenilmedi. İnisiyatif Gezi direnişinin güçlerine geçti. Haziran, gerici-liberal blokunu dağıttı. Ülkenin demokratikleştiği, askeri vesayetin sonlandırılmak istendiği şeklindeki liberal palavrayı bitirdi.

Ancak, Gezi/Haziran başkaldırısı siyasal bir önderlik ve programdan (hedeften) yoksun bütün büyük kitlesel başkaldırılar gibi –ki bu isyanlar ne kadar büyük ve yıkıcı olursa olsun- gerici bir diktatörlükle ya da zaten var olan iktidarların daha da gericileşip baskıcı bir karakter kazanmasıyla sonuçlandı. Tıpkı Avrupayı kasıp kavuran ve fakat siyasal bir önderlik ve programdan yoksun 1848 devrimlerinin, kutsal ittifak rejimleriyle sonuçlanması gibi.

AYDINLANMA İSYANI

Yapılması gereken ilk tespit şudur; Gezi /Haziran isyanı tarihsel kazanımlarını tehdit altında gören milyonların laiklik ve aydınlanma talepleriyle ayağa kalktığı büyük ve yaygın bir halk hareketiydi. İsyana karakterini veren toplumun seküler hakları için eyleme geçmesiydi.

Laik olduğu kadar emekçi karakterli de olan bu direniş, cumhuriyetçilerden Marksistlere, demokratlardan anarşistlere kadar uzanan bütün muhalif ve ilerici güçleri içine aldığı gibi, toplumun merkezini de sarstı. Bu alanda yer alan toplumsal kesimleri de harekete geçirdi. Orta sınıfları da içererek büyüdü. İsyanın gücü, yaygınlığı, etkinliği ve nihayet meşruiyeti de buradan geliyordu.

LİBERAL BOZGUN

Yapacağımız ikinci önemli tespit ise şudur; Gezi/Haziran isyanı dinci-faşizan AKP İktidarı ve İslamcı hareketin, liberallerin paha biçilmez desteğiyle kurduğu entelektüel hegemonyayı parçalayarak ideolojik inisiyatifi elinden aldı. Gerici-liberal blokun bütün tarihsel-siyasal tezleri büyük bir gürültüyle çöktü. Örneğin, liberallerin çok özgürlükçü hatta solcu gerekçelerle ileri sürdüğü, AKPnin ülkeyi demokratikleştireceği efsanesi bir daha gündeme gelemeyecek şekilde bitti.

Bu öyle büyük ve hızlı bir çöküş oldu ki, AKP’nin vesayet rejimini yıktığı tezine dört elle sarılan liberaller başta olmak üzere, kendi hayatları ve değerlerine ihanet eden bazı aydınlar, kimi Kürt siyasetçiler, yeni sol çevreler ve merkez medyanın tamamı bu enkazın altında kaldı.

DEMOKRATİKLEŞME PALAVRASININ ÇÖKÜŞÜ

Tespit ve teorik çıkarsamalara şöyle devam edebiliriz:

Kürt hareketini de etkisi altına alan liberal çevreler, aşağıdan gelen bu büyük öfke patlaması karşısında şaşkına döndü. Onun aydınlanmacı ve emekçi karakteri karşısında ne yapacaklarını bilemez hale geldi. Bütün yatırımlarını İslamcıların askeri vesayeti yıkıp ülkeyi demokratikleştireceği palavrası üzerine kurdukları için hiç beklemiyorlardı. İnsanların birden bire neden sokağa çıktığını anlayamadılar.

Çünkü onlar, AKP-Cemaat koalisyonunun, yani siyasal İslamcıların Türkiye’nin burjuva demokratik devrimini tamamlayacağına, önce solu, sonra da toplumu ikna etmeye çalışıyorlardı. Toplumu bilemeyiz ama, solun önemli bir kısmını, ülkenin “muhafazakâr devrim” yoluyla özgürleşeceğine neredeyse ikna etmişlerdi. Böyle bir politik aymazlık hali, dahası cehalet, saçmalık ve rezalet tarihin hiçbir evresinde ve dünyanın hiçbir ülkesinde görülmüş şey değildi.

200 YILLIK İLERİCİ BİRİKİM

Gezi Direnişi günlerinde Batılı televizyonlara konuşan, merkez medyanın yarı aydın ve liberal isimleri, kendilerine yöneltilen net sorulara karşın, insanların seküler hakları için nasıl böyle büyük kütleler halinde sokağa çıktığını, günlerce ve aralıksız şekilde polisle çatıştığını anlatamıyordu. Soru beklemedikleri yerden gelmişti. Tarihin sürprizi onları şaşkınlığa uğratmıştı.

Gerçekte ise ortada şaşıracak, açıklanamayacak bir şey yoktu. Neo liberal yağma politikalarını, özelleştirmeci yıkım anlayışını olduğu gibi devralan AKP Hükümeti, servet transferi gerçekleştiriyordu. Yandaş-dinci bir sermaye grubu yaratarak kendi düzeninin sosyal ve ekonomik temelini hazırlamaya çalışıyordu. Bu, kamu varlıklarının yağmalanmasına dayalı büyük ve pervasız bir yolsuzluk ekonomisi demekti. İşte bu yağma düzeni, insanların değerlerine, kimliklerine, insanlığın ve cumhuriyetin ilerici birikimine karşı bir saldırıyla birleşince halkta bir öfke birikimine ve patlamaya yol açtı.

Gelir adaleti, Cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar bozulmuş, sosyal devlet (olduğu kadarıyla) çökmüş, sosyal güvenliğin yerine sadaka ekonomisi geçirilmişti. Toplumun aklı teslim alınmıştı. İnsanların sosyo-ekonomik konumları, yani sınıfsal pozisyonları ile siyasal tercihleri arasındaki pozitif ilişki kopmuştu.

TEPKİYİ TETİKLEYEN YAĞMA DÜZENİ

Özelleştirmeler işsizliği arttırmış, esnek ve güvencesiz çalıştırma, taşeronlaştırma sistemi iş yaşamının belirleyici karakteri olmuştu. AKP; Ergenekon, Balyoz gibi davalara dayalı örtülü bir darbe ile aydınları susturmuş, TSK’yı teslim almış, muhalefeti sindirmişti. Devleti bütünüyle ele geçiren İslamcılar, bir güç sarhoşluğu içindeydi. Küstahlaşmış ve insanların yaşam tarzlarına müdahale etmeye, laikliği bütünüyle tasfiyeye yönelmiş ve saldırganlaşmıştı.

Ancak unuttukları bir şey vardı; ülkenin devrimci geleneği, toplumun 200 yıllık derinliğe sahip ilerici birikimi ve tek inanç diktasına izin vermeyecek kültürel çeşitliliği… İslamcılar bu toprakların aydınlanma ve modernleşme birikimini ve geleneğini hafife almıştı.

CUMHURİYETİN TOPLUMSAL TABANI

Seküler bir hayat yaşayan bazı aydınların, liberallerin ve yanaşma solcuların AKPye verdikleri destek, önce halkın kafasını karıştırdı. Aydın ihaneti ve liberal kirlenme toplumun direniş refleksini kırdı. Siyasal İslamcıların tarihsel bir boşluğu ve fırsatı sinsice değerlendirerek elde ettikleri güç, bir iktidar küstahlığına ve kibre yol açıyordu. Toplumun fay hatlarında yüksek bir gerilim birikiyordu.

Akıllarınca, kavga halinde olduğunu düşündükleri milletle devleti barıştırıyorlardı. Onlar kendi dar dinci programlarını “milletin talepleri” diye sunuyorlardı. Cumhuriyeti ise bir avuç Batılı seçkinin rejimi olduğunu ileri sürüyorlardı. Oysa Cumhuriyetin kitle tabanı sandıklarından daha geniş ve büyüktü. Cumhuriyetle kavgalı olan ise halk değil, iki yüzlü siyasal İslamcılar ve kasaba yobazlarıydı.

İSYANIN KENDİLİĞİNDENLİĞİ VE RENKLERİ

Gezi Parkı halk isyanının simgesi oldu; Artık yeter diyenler, polis copuna, biber gazına, panzerlerin terörüne karşın Taksime çıktılar. İçişleri Bakanlığı Kamu Güvenliği Müsteşarlığının verdiği bilgiye göre, 3 milyon 600 bini aktif olmak üzere toplamda 11 milyona yakın insan eylemlere katılmıştı. İstanbul başta olmak üzere bütün Türkiye’de 48 saate yayılan halk isyanının ilk özelliği, kendiliğinden gelişmesiydi. Örgütlü değildi, başlangıçta gücü de bu naifliğinden geliyordu. Yenilgisinin nedenini de bu özelliği oluşturdu.

Sosyalist bir gençle, gömleğinde M. Kemal resmi olan bir cumhuriyetçi ve Çarşı Grubundan bir BJK taraftarı aynı saflarda mücadele ediyordu. Ulusalcı bir gençle solcu bir Kürt genci el ele polise direniyordu. Yaşam ve mücadele pratiği, dinci gericiliğe ve faşizme karşı kurulacak cephenin bileşenlerini ortaya çıkarmıştı.

Cumayı cumartesiye bağlayan bir gece Harbiye üzerinden Taksime girmeye çalışan kitleyle beraberdim. Polis plastik mermi atıyor, su sıkıyor, kitle önce geriye çekiliyor, fakat sonra yeniden ve daha büyük bir kararlılıkla yükleniyordu. Göstericiler örgütsüz ve dağınık olsa da yüksek bir dayanışma içinde ve kararlılıkla davranmaları, onların bir kütle halinde hareket etmesini sağlıyordu.

GEZİYİ / HAZİRANI YARATANLARIN KİMLİĞİ

Taksim direnişinde devrimciler, cumhuriyetçiler, emekçiler, CHP’liler, spor kulüplerinin taraftar dernekleri, sosyalist partiler, çocukları ve eşleriyle gelen her kesimden yurttaşlar hep birlikteydi. Bu nedenle bazı müstehcen sloganlarla faşizme ve gericiliğe karşı atılan siyasal sloganlar kısa aralıklarla aynı yerden yükseliyordu. Türk bayraklarıyla devrimci örgütlerin flamaları, acele yazılan dövizlerle spor kulüplerinin bayrakları yan yana dalgalandı. Toplumun her kesiminden, her sınıfından, her inanç grubundan insan direnişe destek verdi.

Ancak burada bir başka tespit daha yapmakta yarar var; Gezinin ana ve büyük kitlesi, AKP iktidarı altında geçen 10 yıllık sürede, gericilerin, her soydan liberallerin ve liberalizmle lekelenmiş kimi sol çevrelerin aşağıladığı ve neredeyse faşist ilan ettiği cumhuriyetçi-ulusalcı geniş halk kesimleriydi.

Ne kadar etkili olursa olsun en fazla birkaç bin kişinin katıldığı çevreci bir eylem olan Geziyi,Haziran isyanına dönüştüren de İstanbul başta olmak üzere Türkiye’nin her köşesinde sokağa çıkan bu kitleydi. Değilse, Gezi, birçok benzeri gibi direniş tarihimizde anlamlı ama küçük bir deneyim olarak kalacaktı. Haziranı yaratanlar, Taksim Gezi Parkında direnişçi çadırlarının yakılması üzerine, yeter diyen ve aynı anda sokağa çıkan ilk 400 bin kişi, ardından da toplamı 11 milyona ulaşan geniş halk kesimleriydi. Keşke olsaydı ama, bu ülkede ne o kadar sosyalist ne de çevreci vardı.

AY YILDIZLI BAYRAK GERİ ALINDI

Anımsanacağı gibi, 1 Hazirandan sonra Gezi isyanı sırasında çekilen bütün fotoğraflarda, bütün barikatlarda, polisle girilen bütün çatışmalarda ay yıldızlı bayrak ve M. Kemal posterleri vardı. Daha önce baskı, despotluk ve şovenizmin aracı ve simgesi olarak görülen Türk bayrağı, birkaç gün içinde bir direniş sancağına dönüşmüştü. Haziran direnişçileri ay yıldızlı bayrağı gericiliğin ve faşizmin elinden almıştı. Direnişin çok önemli meşruiyet kaynaklarından biri de buydu.Marxın dediği gibi ulusun sembolleri el değiştiriyordu.

Gezi/Haziran direnişçileri, İslamcı-liberal palavraya da isyan etmiş ve, Hayır yalan söylüyorsunuz demişlerdi, Türkiye demokratikleşmiyor, tam tersine gerici-faşizan bir dikta rejimi kuruluyor.

DERİNİŞİN LİBERAL OKUMASI

Gezi direnişine ilişkin bugün tuhaf bir liberal okuma girişimiyle karşı karşıyayız. Bu okuma, direnişçileri neredeyse Leman, Penguen ve Uykusuz dergilerini okuyan, duvarlara esprili sloganlar yazan, neşeli çocuklardan ibaret diye sunmaya çalışıyor. Örgütsüzlüğünü –ki yenilginin temel nedenidir- kutsuyor. Aşağıdan yukarıyacı, yatay, hiyerarşisiz ve siyasal hedeflerinin belirgin olmayışını övüyor.

Oysa, Gezi/Haziranın en belirgin talebi, eylemin içinde AKP İktidarına hayır şeklinde ortaya çıkmıştı. Bu belirgin siyasal talep ve hedef iki çevrenin, liberallerin ve Kürt hareketinin girişimleriyle örtbas edilmeye çalışıldı.

Bu bir uysallaştırma, isyanın devrimci ve laik karakterini silikleştirme ve terbiye etme girişimidir. Dahası ideolojik planda bir kirletme operasyonudur.

Kuşkusuz direnişte onlar da,yani söz konusu mizah dergilerinin kültürüyle yetişmiş gençler ve kimi liberter gruplar da vardı. İsyana renk ve büyük bir zeka kattılar. Ama unutulmasın ki, Haziran direnişini asıl yaratanlar gerektiğinde ağız dolusu küfür eden, büyük çoğunluğu daha önce belki de hiçbir eyleme katılmamış, çevrecilik konusunda çok duyarlı olacakları da söylenemeyecek emekçiler ve geniş cumhuriyetçi kesimlerdi.

KÜRT SORUNUNU ÇÖZECEK GERÇEK KİTLE TABANI

Direniş bir ön yargıyı daha yıktı; yine liberallerin ileri sürdüğü gibi büyük cumhuriyetçi ve laik kitle hiç de Kürt düşmanı değildi. Direniş süresince tek bir şovenist sloganın atılmaması, ihmal edilebilecek birkaç küçük gerginliğin dışında, Apo posterleri açan gruplara bile müdahale edilmemesi çok önemli bir göstergeydi.

Kadıköyde on binlerce kişinin Türk bayraklarıyla Diren Lice Taksim seninle diye slogan atarak yürümesi ise, liberaller ve Kürt milliyetçilerinin yarattığı illüzyonu, cumhuriyetçilerin Kürt düşmanı olduğu ön yargısını paramparça etti. Tersine bu tablo, Kürt sorununun onurlu, barışçıl ve eşitlikçi bir çözümünün de gerçek toplumsal tabanına işaret ediyordu.

KÜRT HAREKETİNİN YARATTIĞI HAYAL KIRIKLIĞI

Eğer bireysel ve lokal bazı katılımları bir yana bırakırsak, Kürt siyasal hareketi örgütsel bir tutumla ortalıkta yoktu. Bu tutum, Kürt siyasal hareketinin kendi dar ulusalcı çıkarları için Türkiye emek hareketini feda edebileceğini, Türk solunu da kendisini desteklemeye mecbur bir güç olarak gördüğünü ortaya koydu. Kürt siyasal hareketi, Türkiye’nin ilerici ve aydınlanmacı birikimiyle bağlarını bütünüyle koparabileceğini gösterdi. O dönemde Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) yapılanmasında kendisini ifade eden Kürt hareketi, bir kısım sol ve PKK, Türkiye gericiliği ile çözüm arayışına devam ederek büyük bir tarihsel fırsatın kaçırılmasına neden oldu.

Türkiye solundan sürekli yardım, dayanışma ve destek isteyen Kürtler, Türklerin büyük kurtuluş kavgasına katılmadı. Oysa AKP İktidarı devrilmenin eşiğine kadar gelmişti. Bu tarihsel deney, Kürt ulusal hareketinin, kendisini belirleyen dar milliyetçi ideolojik-politik çerçeveyi aşıp ülkenin ve toplumun bütününü içeren bir gelecek projesi oluşturamayacağını da ortaya çıkardı. Kürt hareketinin milliyetçi önceliklerinin her şeyi belirlediği, ülkenin tamamına sunabilecekleri pek bir şeyin olmadığı, bu yöndeki ajitasyonun gerçek bir temelinin bulunmadığı anlaşıldı. Diyarbakır plakalı TOMA’ların Ankara’da görev yapmasının başka bir anlamı yoktu.

Kürt hareketinin AKP ihanetine uğraması kaçınılmazdı, nitekim öyle de oldu. Peki bu bir ders olur mu? Ne yazık ki, emin değilim!

GEZİ GERİ GELECEK

Sonuç olarak Gezi /Haziran isyanı Türkiye’nin, ekmek ve hürriyet günleri diyebileceğimiz geleceğinin habercisiydi. Böyle bir geleceği kurmak, en azından ülkeyi tarihsel ilerleme yatağından çıkararak Ortaçağ artığı bir rejimin kafesi içine hapsetmeye çalışan rejimden kurtarmak, aslında düne göre daha yakın bir olasılık şeklinde önümüzde duruyor.

Çünkü AKP iktidarı, bugün tarihinin en güçsüz, yalnızlaşmış ve tecrit edilmiş döneminden geçiyor. Neredeyse silkelense yıkılacak. İşte Gezi/Haziran günleri, AKP iktidarını ve onun fiili gerici faşizan rejimi yıkacak gücü tarih sahnesine çıkardı.

Gezi geri gelecek, hiç kuşkunuz olmasın. Korkarım bu kez daha büyük ve yıkıcı olacak. İşte bu yıkıcılığı yaratıcı bir kuruculukla tamamlamak gerekiyor.