ABC Politik

Merdan Yanardağ
3 Temmuz 2016
Email :

Her şey apaçık ortada; Türkiye çözülüyor, toplumu birleştiren bütün zeminler parçalanıyor. Hassas ve kırılgan bir inanç haritası ve etnik mimariye sahip olan Türkiye, yıkıcı bir iç savaşa doğru sürükleniyor. 

Tayyip Erdoğan-AKP yönetiminin Suriye yenilgisi ve bölgede değişen koşullar bu çözülmeyi daha da derinleştirecek bir potansiyel taşıyor.

Bilgisiz, birikimsiz AKP kadrolarının, Suriye’de BAAS rejiminin gücünü, toplumsal desteğini, bu ülkenin sosyolojisini ve rejimin tarihsel derinliğini kavrayamadığı net şekilde orta çıktı. Oysa, Arap ulusçuluğu ve modernleşmesinin tarihsel merkezlerinden biri olan Suriye’de rejim, Iraktan farklı olarak toplumsal, ahlaki ve entelektüel bir desteğe sahipti.

Suriye’de rejimi destekleyen etkili bir aydın sınıfı bulunuyordu. Durum o kadar açıktı ki, Suriye’de iç savaş 5 yılı aştığı halde, kayda değer tek bir entelektüel, bir yazar, gazeteci, edebiyat insanı Esad rejimine karşı savaşanların yanında yer almadı. Ne Suriye’de ne de büyük Arap dünyasında.

Çünkü,Suriyede rejimin kendi varlık gerekçesini tarihsel, ahlaki, felsefi ve entelektüel bakımdan güçlü bir şekilde açıklama zemini ve yeteneği vardı.

Tayyip Erdoğan-Ahmet Davutoğlu ikilisinin hamaset edebiyatını aşamayan tarih bilgisi ve siyasal sığlığı Türkiye’yi tam anlamıyla bir bataklığa sürükledi. Şimdi Davutoğlu’nun tasfiye eden ve bütün suçu ona yükleyen Erdoğan yönetimi, o bataklıktan çıkmaya çalışıyor. Rusya ve İsraille neredeyse teslim olma anlamına gelen ilişkileri düzeltme girişiminin anlamı budur. Ama çok geç!

Diğer taraftan, Suriye emperyalizme ve gericiliğe karşı küresel direnişin en önemli halkası haline geldi. Suriye halkı insanlığın bütün ilerici birikimi ve değerleri adına direniyor. Suriye rejimi İslam dünyasında karanlığına karşı aydınlığı temsil ediyor.

Bu direniş halkası kopmadı. Dahası Suriye kazandı. Erdoğan-AKP yönetimi, Arap gericiliği, İslam yobazlığı ve emperyalizm ise kaybetti.

Bölgede şu an itibarıyla tablo budur.

ESAD KALDI ERDOĞAN GİDECEK

AKP, iç dinamiklerin yanı sıra, kendi programı ve hedefleri ile emperyalizmin (özellikle ABD’nin) bölgesel ve küresel siyasetleri arasında büyük örtüşmenin yaşandığı bir toplu-durumun (konjonktürün), başka bir ifade ile olağan dışı tarihsel koşulların sonucu olarak iktidara tırmandı.

Ancak, iç ve dış dinamikler arasındaki bu uyum, 2013den (Gezi-Haziran Direnişinden) itibaren hızla bozuldu. Türkiye’de, bölgede ve dünyada yaşanan gelişmeler, AKPyi iktidara taşıyan iç ve dış dinamikler arasındaki örtüşmeyi ortadan kaldırdı. Bölge jeo-politiği köklü şekilde değişti.

Daha önce Esad kalırsa Erdoğan gidecek diye yazmıştım. Bu bir temenni değil, dikkatli bir gözlem ve bilimsel analizin sonucunda ulaştığım bir öngörüydü. Esad kaldı. Şimdi Erdoğan gidecek. Bu kaçınılmaz. Ülkede ve bölgedeki siyasal mücadele sürecinin ve tarihin diyalektiği bunu gerektiriyor.

Şimdi sıra, hem Türkiye için hem de bölge için artık bir güvenlik sorunu haline gelen Erdoğan’ı iktidardan uzaklaştırmaktadır.

ÇÖZÜLME VE PAKİSTANLAŞMAK

Türkiye’yi tarihsel ilerleme yatağının dışına düşüren, aydınlanma çizgisinde sert bir kırılma yaratan ve başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet’in kazanımlarına karşı 65 yıldır sürdürülen karşı devrimi bütün mantıksal sonuçlarına taşıyan Siyasal İslamcı Erdoğan-AKP iktidarını bu ülke ve toplum aşmak zorundadır.

Türkiye bunu başaramazsa, kaçınılmaz olarak Pakistanlaşacak –ki 12 Eylül darbesinden beri 35 yıldır devam eden bir süreçtir bu- ve hiç kuşku yok ki, bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilecektir. Böyle bir durum bir çürüme ve yok oluş demektir.

Çünkü Cumhuriyetin bütün birleştirici ilkeleri ve toplumu ulus olarak bir arada tutan başlangıç varsayımları akılsızca tasfiye edildi. Etnik siyaset ve bölünme emekçi sınıfları parçaladı, güçten düşürdü ve sınıfsal reflekslerini neredeyse yok etti. Toplum kendisini oluşturan unsurlara doğru daralarak bir çözülme ve parçalanma sürecine girdi.

Erdoğan-AKP yönetimi 1923 Cumhuriyetinin yerine, dinci bir yaklaşımla toplumu oluşturan unsurlardan sadece birine dayalı, faşizan bir Sünni-İslam rejimi kurmak istendi. Bu amaca ulaşmak için toplumu ayakta tutan temel kurumlar ve bütün birleştirici zeminler imha edildi. Cumhuriyet yıkıldı yıkılmasına, ama İslamcı faşizan bir rejim tam anlamıyla kurulamadı. Siyasal İslamcı hareketin buna gücü yetmedi. Böyle bir donanımı ve birikiminin olmadığı ortaya çıktı.

Bugün ortada hukuku olmayan fiili bir gerici-faşist rejim bulunuyor. Ancak bu durum, bir karşı devrim yönetimini ayakta tutmaya yetmediği gibi, onun en sorunlu ve zayıf yanını oluşturuyor.

TARİHSEL ÇAĞRI

Bugün Türkiye’de gericiliğe karşı yürütülecek mücadele, bir kez daha bütün bölge halklarının kaderini belirleyecek potansiyeli içinde taşıyor. Bu mücadele kazanılırsa, hiç kuşkunuz olmasın ki, İslam’ın uzayan (devam eden) Ortaçağ’ı bu kez kesin ve geri dönüşü mümkün olmayacak şekilde kapanacak, Müslüman halkların karanlık çağı sona erecektir.

Bunun için, yeni Ortaçağ’ın ve liberallerin etnik ve dinsel kimlikler üzerinden toplumu tanımlama tutumuna itibar etmeden, modern kavramlardan hareketle Türkiye’nin bütün ilerici, aydınlanmacı, cumhuriyetçi, sol ve devrimci güçlerini bir araya getirmek gereklidir.

İslamcı faşizme, küresel gericiliğe ve emperyalizme karşı, iktidarı hedefleyen; toplumsal temelini emekçilerin oluşturacağı bir cephe kurmak için harekete geçilmelidir. Önceki hafta Ankarada toplanan Haziran Hareketi 2. Türkiye Meclisinin ve laiklik eksenli bir mücadele perspektifiyle oluşturulan diğer platformların çağrısı böyle bir adımın atılması için bir kalkış noktası oluşturabilir.

Gerçekte, tarihinin en güçsüz döneminden geçen Erdoğan-AKP iktidarı, silkelense yıkılacak durumdadır. Onu silkeleyecek gücü Gezi-Haziran isyanı günlerinde gördük. Eğer onurlu ve özgür insanlar olarak kalmak istiyorsak, o gücü örgütlü ve programlı  şekilde bir kez daha tarih sahnesine çıkarmak boynumuzun borcudur.

Bu hem tarihin bize bir çağrısı hem de bizim bütün aydınlanmacı güçlere tarihsel bir çağrımızdır.