ABC Politik

Merdan Yanardağ
10 Temmuz 2016
Email :

Türkiye, geçen yüzyılın başında olduğu gibi kaderini belirleyecek tarihsel bir kavşakta duruyor. Ülke ve toplum bir kez daha yön duygusunu yitirmiş durumda. Toplum bir önceki yüzyıldan devraldığı ve aşamadığı bir dizi siyasal, kültürel, ideolojik ve toplumsal sorunla boğuşuyor. Ülke bu yükün altında eziliyor. Daha önemlisi 21. Yüzyılda bu yükle yoluna devam etmesi mümkün görünmüyor.

Geçen yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu çözülürken, Akçuraoğlu Yusuf, ünlü Üç Tarz-ı Siyaset adlı uzun makalesini/kitabını yazmış, ülkenin ve toplumun önündeki olası seçenekleri göstermişti. Bir Kırım Kazan Türkü olan, Rusça, Fransızca ve Arapça bilen Akçuraoğlu Yusuf, İstanbul’da Harbiyeyi bitirerek yüzbaşı rütbesine kadar Osmanlı Ordusunda çeşitli görevlerde bulundu. Edebiyatla yakından ilgilenen Yusuf Akçura, Abdülhamid rejimine karşı mücadele eden Jön Türklere katıldı, bu nedenle hapis ve sürgün cezalarına çarptırıldı.

Kazandaki canlı fikir atmosferinden de etkilenen Akçura, yenilikçi fikirleri bu topraklara taşıyan önemli isimlerden biridir. Kırım Türkleri arasında güçlü bir akım olan Cedid (Yenilik) Hareketinin Osmanlı aydınları arasında yayılmasını sağlamıştır. Cedid Hareketi içinden daha sonra, Sovyet Devrimini Müslüman Türk toplumları içinde yayacak ünlü Bolşevik lider Sultan Galiyef çıkacaktı.

Yusuf Akçura’nın Üç Tarz-ı Siyaset kitabı siyasal ve entelektüel tarihimizin en parlak yapıtlarından biridir. Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset eseriyle siyasal, düşünsel ve toplumsal bir kargaşa yaşayan, dahası çöküşe doğru giden, dönemin yeryüzündeki en büyük imparatorluğunda, yetkin bir yaklaşımla toplumun önündeki seçenekleri göstermiş ve bir yön işaret etmiştir.

Yusuf Akçura’nın (1876-1935) işaret ettiği bu yollardan biri uluslaşma sürecini derinleştirecek bir burjuva devrimiydi. Kendisi de Türkleşmek seçeneği ile ifade ettiği bu aydınlanma ve modernleşme çizgisinde duruyordu. Dönemin tek devrimci yolu da bu seçenekti. Akçura’nın Osmanlı aydınlarına, siyaset sınıfına ve topluma işaret ettiği diğer iki yol ise Osmanlıcılık ve İslamcılıktı. Her üç yol ya da seçenek aslında birer akım ve hareket olarak aydınlar ve toplum içinde vardı.

Burada,1900’lerin ulus kurucu demokratik Türkçülüğü ile bugünün ırkçı, faşizan ya da şovenist milliyetçiliği arasında bir ortaklık veya benzerliğin olmadığını belirtmek özellikle önem taşıyor. Çünkü, bağlamından koparılan bir dizi tarihsel gerçekliğin aktüel ideolojik önyargılara feda edildiği bu günlerde, böyle bir uyarı yapmak gerekli görünüyor. Tarih metodolojisine ilişkin bu kayıt, liberal bir zihin kirlenmesi yaşayan kimi sol çevreler ile gerici ve bilim dışı siyaset tezlerine karşı mücadele etmek bakımından anlam taşıyor.

Akçura’nın da tespit ve işaret ettiği gibi geçen yüzyılın başında Osmanlı ya seküler bir kamu düzeni oluşturarak Hristiyan halkları da içerecek şekilde çok dinli ve çok milliyetli bir imparatorluk olarak birliğini koruyacak ya Müslüman halklardan oluşan bir din devletine evrilerek Doğuya çekilecek ya da imparatorluğun kurucu unsuru olan ve yüz yıllardır dışlanan Türklere yaslanarak aydınlanmacı bir burjuva devrimi ile modern bir topluma ve ulus devlete dönüşecekti.

Türkiye yüz yılı aşkın bir süre sonra yine benzer bir kavşakta duruyor. Toplum, yön duygusunu yitirmiş halde siyasal, kültürel, ideolojik ve toplumsal bir kargaşa yaşıyor. Gericilikle, bir önceki çağın değerler dünyasıyla hesaplaşmasını sonuçlandırmamış olmanın acısını çekiyor. Dinin eleştirisini tamamlayamayan toplum, gerçek anlamda başka hiçbir eleştiriye de başlayamıyor. (Hegelin Hukuk Felsefesinin Eleştirisi adlı eserinde, daha 1845’te Almanya’da dinin eleştirisinin tamamlandığını belirten Marx, kendi geliştirdiği kapitalizmin eleştirisini de bu tespittin üzerine inşa eder.)

Günün sonunda toplumun yapacağı seçim, Türkiye’nin bütün bir 21. yüzyıl yolculuğunu belirleyecektir. Bu yol ya aydınlığa, özgürlüğe ve eşitliğe açılacak ya da karanlığa, yeni bir ortaçağa ve yıkıma götürecektir.

Bugün de Türkiye’nin önünde ilk bakışta dört (aslında yine üç) seçenek ya da tarz-ı siyasetin bulunduğun söyleyebiliriz. Şimdi bu yolları sırasıyla aşağıda ele alalım.

BİRİNCİ YOL; ILIMLI İSLAM

Öncelikle bu sıralamanın, en güçlü seçenekten en güçsüze doğru yapılmadığını, böyle bir anlamının bulunmadığını belirtmek isterim. Yani bu yazı içinde birinci yol olarak yer alan ılımlı İslamcılık en güçlü seçenek değildir.

Ilımlı İslam, bir önceki çağın değerler dünyasından beslenen, modernleşme dinamiğine direnen Osmanlı gericiliğinin devamı sayabileceğimiz seçenektir. Bu yol, İslam’ın şeriatı ile Cumhuriyetin kuruluş ilkeleri arasında ortalama almaya dayalı melez rejime açılmaktadır.

Başta ABD olmak üzere emperyalist ülkelerin Soğuk Savaş sonrasında İslam dünyasını ve Ortadoğu’yu yeniden düzenlemek, radikal İslamcılığın önünü keserek Batı ile uyumlu rejimler inşa etmek için önerdiği ve desteklediği bir yoldur. Ancak, 2010lardan itibaren başarısızlığa uğramış, önemli bir seçenek olmaktan çıkmıştır. Ilımlı İslam rejimi kurma girişimleri radikal dinci hareketlerin doğuşuyla sonuçlanmış, kendi Ortaçağını aşmamış ve aydınlanmasını yaşamamış Müslüman toplumlarda felaketle sonuçlanmıştır.

Bu rejim yarı laik, kamusal yaşamın akıl ve bilimden çok görece yumuşatılmış şeriat kuralları tarafından düzenlendiği, içine kapalı ve tarihsel ilerleme yatağının kenarına düşen bir ülke öngörmektedir. Seçim sandığının biçimsel olarak korunduğu, deyim uygunsa bir hurma cumhuriyeti demektir.

Türkiye,özellikle 2007-2008 dönemecinden itibaren bu yola girse de, hafife alınan aydınlanma ve modernite birikimi ve bu birikime yaslanan toplumsal direniş nedeniyle bu girişim başarıya ulaşamamıştır. Birinci Cumhuriyet yıkılmış, ancak yerine yeni rejim, bir ılımlı İslam düzeni kurulamamıştır. İslamcı hareketin birikimi, donanımı, görgüsü ve gücü buna yetmemiştir. Durum böyle olunca, Türkiye daha radikal bir İslami seçeneğe doğru zorlanmaya başlamıştır. Ilımlı İslam bir seçenek olmaktan çıkmıştır. Bu anlamda Türkiye’nin önünde gerçekte üç yol kalmıştır.

İKİNCİ YOL; İSLAMCI DESPOTİZM

Siyasal İslam’ın egemen olduğu, laikliğin bütünüyle tasfiye edildiği, devletin ve toplumsal yaşamın Sünni İslam’ın şeriatı ya da aynı anlama gelmek üzere Emevi dini tarafından belirlendiği bir düzene açılan yoldur. Aklın, bilimin ve felsefenin dışlandığı, modern dünyadan kopan, dinci sermayenin totaliter ve terörist diktatörlüğüdür. İslamo-faşist bir rejimdir. İçine doğru büzülen, kapalı, insanın doğasına ve tarihin işleyiş yasalarına direnen, İslam’ın uzayan Ortaçağına iltica eden bir toplumsal düzene açılmaktadır. Ilımlı İslam rejimini kurma girişiminin başarısızlığa uğraması nedeniyle dar bir klik tarafından topluma dayatılmaktadır.

Türkiyenin önündeki hem en ciddi tehdit hem de başarı olasılığının en zayıf olduğu seçenek budur. Türkiye sosyolojik yapısı, tarihsel birikimi ve kültürel dokusu itibarıyla içine sığamayacağı ya da sığmakta çok zorlanacağı tek yoldur. Bu nedenle açık bir terörist dinci diktatörlükle yaşama geçirilebilir. AKP iktidarı ve siyasal İslamcı hareket belli tereddütler yaşasa da Türkiye’yi bu yola sokmaya çalışmaktadır.

Yukarıda özetlenen her iki yol, Osmanlı-Türk modernleşmesi ve aydınlanmasına karşı gelişen yüz yıllık bir gerici direnişe ve karşı devrim hareketine yaslanmaktadır. Ülke tarihindeki bütün ilerici, modern, aydınlanmacı değerlere, kurumlara ve birikime karşı olmakla kendini tanımlayan İslamcılık, her iki yolda da toplumsal bir barışı sağlayamayacaktır. Toplumu bölecek ve bir iç savaşa sürükleyecektir.

Cumhuriyet devrimini yarım bırakanlar kendi mezarlarını kazdıkları için, Türkiye bugün bir önceki dönemden/yüzyıldan devraldığı bu yüklerle yoluna devam etmeye çalışmaktadır. Dolayısıyla toplum her aşamada bu tarihsel çatışmayı yeniden üretmektedir. Bu durum artık sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır.

İslamo-faşist bir rejim kurma girişimi ülkeyi ve toplumu geçen yüz yılda yarım kalan bir hesaplaşmanın tamamlanmasına zorlamaktadır. Bu tarihsel hesaplaşma kaçınılmazdır, toplum bu defteri kapatamazsa, gericiliği bir daha geri dönüşü olmayacak bir netlikte yenilgiye uğratamazsa Ortaçağ’a iade edilecek, en iyi olasılıkla Pakistanlaşacaktır. Bu seçenek büyük bir yıkım demektir. Ülke nihai bir hesaplaşma yaşamadan ve bu hesabı kapatmadan yoluna devam edemeyecektir.

ÜÇÜNCÜ YOL; CUMHURİYETÇİ RESTORASYON

Bu yön ya da seçenek, 1908 Hürriyet ve 1923 Cumhuriyet devrimlerini kendi temelleri üzerinde yeniden üretecek restorasyoncu bir yoludur. Modernleşmeci ve aydınlanmacı, aklı ve bilimi yeniden toplumsal ve siyasal yaşamı düzenleyen temel araç olarak alan; batıcı sermayenin de son çözümlemede kısmen destekleme olasılığının bulunduğu bir yoldur. Birinci Cumhuriyeti kimi revizyonlarla ihya etme girişimidir. Bu yol, güçlü seçeneklerden biri gibi görünmekle birlikte, bu kanı doğru değildir. Zor ve çatışmalı bir yoldur.

Üçüncü yol, devrimci bir burjuva sınıfının varlığını gerektirir. Ancak 21. yüzyılda böyle bir sınıf, devrimci niteliklerini koruyan bir burjuva hareket yoktur. Daha çok seküler değerlerin ve yaşam alanlarının korunmasını isteyen, bir önceki çağın egemen sınıfları ve değerleriyle uzlaşan ve esas olarak kapitalist sistemin istikrarından başka kaygıya sahip olmayan bir cumhuriyet burjuvazisi mevcuttur. Bu sınıfın modernist talepleri de söz konusu kaygıya dayalıdır. Siyasal İslamcı karşı devrimle tarihsel bir hesaplaşmayı göze almadan Türkiye’nin yeniden bu yola girmesi zordur.

Türkiye’nin üçüncü yola girmesinin tek yöntemi, cumhuriyet burjuvazisine rağmen, toplumun güçlü bir şekilde bu tercihe yönelmesidir. Bu olasılık zayıf değildir ve esas olarak burjuva cumhuriyetini aşan yeni, toplumcu ve devrimci bir seçeneğin oluşturulamadığı koşullarda, ülke solunun önemli bölümünü de içine alarak gerçekleşebilecektir. Türkiye’nin önündeki güçlü seçeneklerinden biridir. Ilımlı İslam seçeneğinin başarısızlığa uğramışından sonra hem burjuvazinin hem de Batının desteğini alma potansiyeline sahiptir.

DÖRDÜNCÜ YOL; DEVRİMCİ CUMHURİYET

Eşitlikçi, aydınlanmacı, laik ve toplumcu demokrasiye dayalı devrimci cumhuriyet seçeneği ve siyasetidir. Toplumu gerçek kurtuluşa götürecek yoludur. Gericilikle yüz yıllık tarihsel hesaplaşmayı tamamlayacak ve burjuva cumhuriyetini aşacak gerçek biricik sol seçenektir. Başka bir ifadeyle, yüzyıllık aydınlanma ve modernleşme sürecini, Türkiye ilericiliğinin hedeflerini bütün mantıksal sonuçlarına ulaştıracak tek yoldur.

Bu yolu açacak strateji, Türkiye gericiliği ile tarihsel hesaplaşmayı tamamlamayı ve bu hesabı kapatmayı sağlayacak devrimci bir geçiş siyasetidir.

Türkiye’nin ilerici, aydınlanmacı ve laik damarıyla buluştuğu, ülke tarihindeki bütün devrimci birikimi içerdiği, 1908 Devrimi ve 1923 Cumhuriyet atılımının kazanımlarıyla buluştuğu taktirde başarıya ulaşabilecek bir seçenektir. İnsanlığın ve cumhuriyetin ilerici birikimini içererek aşacak biricik yoldur.

Taşıyıcı ve öncü gücünü cumhuriyetçi, yurtsever ve laik güçlerle birleşen, emekçi sınıflar, devrimciler ve sol oluşturacaktır. Benim gönlüm ve tercihim bu yoldan yanadır.

Türkiye’nin önündeki birinci ve iki yolun birleşerek tek gerici seçeneğe dönüşmesi gibi, üçüncü ve dördüncü yolların da, iç savaş potansiyelini içinde taşıyan bir hesaplaşmaya doğru akan süreçte birleşerek bir ortalama alınması mümkündür. Bunu tayin edecek şey, solun ve emekçi hareketinin gücüdür.

Son bir not olarak ekleyelim; Kürtlerin ve onları temsil eden siyasal hareketin bu denklemdeki yerini ise, esas olarak üçüncü ve dördüncü yol konusunda takınacağı tutum belirleyecektir. Kürt hareketi ya bu toprakların aydınlanmacı ve ilerici damarıyla buluşacak, böylece gerçekten adil ve demokratik bir çözümün de önünü açacaktır ya da tarihsel gericiliğin yedeğine düşerek nesnel (objektif) olarak karşı devrim sürecinin bir parçası haline gelecektir.

Devrim ve karşı devrim süreçlerinin diyalektiği böyle işlemektedir.

Not: Bu yazının ilk hali, 18 Mayıs 2014 tarihinde Sol Portalda Tarihsel Kavşakta Siyasetin Dört Yolu başlığıyla yayınlandı. Bütün güncelliğini koruyan bu yazımı kimi düzenleme ve eklerle yeniden dikkatinize sunmak istedim.