ABC Politik

Merdan Yanardağ
22 Temmuz 2016
Email :

Darbeler döneminin kapandığı, Erdoğan-AKP iktidarının en güçlü günlerini yaşadığının ileri sürüldüğü bir dönemde, Türkiye 15 Temmuz darbe girişimiyle sarsıldı. Krizin devam ettiği bugünlerde, ne olup bittiğini değerlendirirken, bastırılan darbenin bir polisiye roman kıvamındaki hikayesinden çok, dikkatleri bu durumu bir fırsata çevirmeye çalışan AKP gericiliğine ve ülkenin bu aşamaya nasıl geldiğine çekmek gerekiyor.

Cemaatçi darbenin başarısızlığa uğradığının anlaşıldığı 15 Temmuzu 16 Temmuza bağlayan gecenin sabaha döndüğü dakikalarda, Tayyip Erdoğan’ın Bu bize Allah’ın bir lütfu şeklindeki sözleri henüz kulaklarımızda yankılanmaya devam ediyor. Erdoğan, tam hakimiyet sağladığını düşündüğü 20 Temmuz günü akşam saatlerinde yaptığı ve Türkiye’nin birçok meydanına kurulan dev ekranlardan cılız kalabalıklara dinletilen, dolayısıyla önceden üzerinde çalışılarak hazırlanmış konuşmasında da, öncekilere benzemeyen yeni bir kuruluş döneminin başladığını ilan etmesi, bu tablo içinde anlamlı görünüyor.

Bu nedenle dikkatleri, darbenin üzerinde daha uzun süre konuşulacak operasyonel ayrıntılarından çok, –ki bunlar önemsiz demiyorum, ama onu biraz heyecan arayan sitelere, gazetelere ve televizyonlara bırakabiliriz- bu çılgın girişimin ortaya çıkardığı siyasal sonuçlara, olası gelişmelerin yönüne ve niteliğine çekmekte fayda var.

AKPYE BİR YIL ÖMÜR BİÇMİŞTİM

Anımsanacağı gibi, ABC Gazetesi’nde kısa süre önce kaleme aldığım bir dizi yazıda Erdoğan-AKP iktidarının tarihinin en zayıf döneminden geçtiğini vurguladım. Dahası silkelense yıkılabilecek durumda olan AKP iktidarının, önümüzdeki bir yılı tamamlamasının bile zor olduğunu ileri sürdüm.

Sonuç olarak bir yıl bile beklememize gerek kalmadı ve Erdoğan-AKP iktidarı uçurumun kenarından döndü. Çünkü geleneksel ya da eski iktidar blokunu dağıtan ancak yerine yeni bir iktidar bileşimi kuramayan AKP iktidarı, bütün iç ve dış ittifaklarını kaybetmiş, yalnızlaşmış durumdaydı. Ekonomik yağma ve talandan pay almaya çalışan kesimler bir yana bırakılırsa eğer –ki onlar ortalıkta görünmediler zaten- neredeyse sadece cami cemaatine dayanan bir parti ve iktidar haline gelmişti. Durum hala değişmiş değil.

Ancak ilerici, cumhuriyetçi, halkçı ve sol muhalefet güçlerinin etkili bir demokratik alternatif oluşturamadıkları durumda, başka arayışların devreye girmesi kaçınılmazdı. Bu olasılığa işaret ederek örtük şekilde olası bir darbe girişimine de dikkat çekmeye çalışmıştım. Nitekim olayların akışı bu öngörümü de doğruladı.

GERÇEKTE NE OLDU?

Komplo teorilerinin havalarda uçuştuğu, spekülasyon ve bilgi kirliliğinden gözün gözü görmediği şu günlerde; gerçeği tam olarak kavramak için durumu biraz sadeleştirmek ve nedenleri ilk (saf) halleriyle ele almak gerekir. Ben de böyle bir yöntem izleyeceğim. Gerçekte ne olduğunu, olasılıkları ve ortaya çıkan sonuçları analiz etmeye çalışacağım.

Bunun için belli bir akış içinde ve fakat öncelik sıralaması olmadan ilerleyerek, darbe sürecini, bu harekete yol açan nedenleri ve bu olayın yarattığı siyasal sonuçları irdelemeye çalışacağım.

1- Öncelikle saptanması gereken şudur; darbe girişiminde bulunanlar, 2014 yılına kadar Türkiyeyi birlikte yöneten iki gerici ve Amerikancı güçten biridir. Darbe girişiminde bulunanlar, AKP’nin 11 yıllık iktidar ortağı, birlikte cumaya gittikleri dava arkadaşları, ortaklaşa cumhuriyeti boğazladıkları ve laik rejimi (geriye ne kaldıysa) beraber tasfiye ettikleri Fethullah Gülen Cemaatine bağlı silahlı güçlerdir.

2- Darbeyi yapanlar, AKP ile birlikte Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk, Devrimci Karargah, KCK gibi soruşturma tertiplerini kuran ve bu davalar üzerinden kendileri için tehlikeli olarak gördükleri muhalif ve cumhuriyetçi güçleri tasfiye eden illegal İslamcı bir yapılanmadır. Bu gücün (Cemaatin) nasıl tehlikeli bir yapılanma olduğu ortaya çıkmıştır. Geçmişte Hrant Dink, Danıştay, Necip Hablemitoğlu cinayetlerini gerçekleştiren bu yapılanmanın; nihai amaçları için bütün ülkeye ateşe atmaktan kaçınmayacakları şeklindeki geçmişte ortaya attığımız, kimi muhafazakar çevrelerin ve liberallerin inanmadığı bütün tezlerimiz doğrulanmıştır.

3- İslamcıların darbe yapmayacağı, darbelere karşı olduğu palavrası kesin olarak bitmiştir. Darbeyi yapanlar şeriatçılardır. Başarıya ulaşmak için Erdoğan iktidarından nefret eden cumhuriyetçi güçleri de kazanmayı amaçlayan bu yapılanmanın devlet ve ordu içinde nasıl gizli, sinsi ve etkili bir yapılanma olduğu ortaya çıkmıştır. Cemaati bir sivil toplum yapılanması olarak değerlendiren liberal tezler kesin olarak çökmüştür.

ŞİMDİ ASIL TEHDİT ERDOĞAN-AKP DARBESİ

4- Hemen yapılması gereken ikinci tespit ise şudur; Erdoğan ve AKP hükümeti,  darbenin bastırılmasını bir fırsata çevirmeye ve kendi dinci-faşizan rejimini kurmaya çalışıyor. Olağanüstü Hal (OHAL) ilanı, hem bir Erdoğan-AKP darbesi hem de elden kaçırdıkları devlet kontrolünü yeniden oluşturma hamlesidir. Bu anlamda günümüzde yakın tehlike ve tehdit gerici-faşizan bir Erdoğan-AKP darbesidir. İktidar, fiili durumdan yararlanarak bir insanlık suçu olan işkenceyi yeniden meşrulaştırmaya ve idam cezasını geri getirmeye çalışmaktadır.

5- Darbeci güçlerin ilk müdahale günü olarak 20 Temmuzu saat olarak da 03.00 belirledikleri anlaşılıyor. Bu tarih, Cemaatçilere yönelik kapsamlı bir tasfiyenin beklendiği –ki 800 subayın ihraç edileceği belirtiliyordu- Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantısının başlama tarihi olan 1 Ağustostan 10 gün önceye denk gelmesi nedeniyle mantıklı görünmektedir. Darbe tarihinin öne alınmasında ise operasyonun haber alındığı ve bir tutuklama dalgasının gelebileceği endişesinin rol oynadığı kesindir. Saat 22.00de, Türkiye’nin yarısının sokakta olduğu saçma bir zamanda harekete geçilmesinin anlamı budur.

İKİNCİ DALGA OLASILIĞI VAR MI?

6- Darbecilerin, harekete geçen ve şu anda tutuklu olan güçten daha geniş bir kadrodan oluştuğu düşünülmelidir. Olayların akışı ve eldeki veriler analiz edildiğinde bu olasılığın güçlü olduğu görülecektir. Cemaatin TSKda hala bir gücünün olabileceği akılda tutulmalıdır. Bu nedenle, şok suikastlar ya da sabotajlarla oluşturulacak bir kaos ortamının ardından ikinci bir darbe hamlesinin gelebileceği hesap edilmelidir. Bu konuda ve/veya bağlamda diğer bir olasılık da gelebilecek ikinci dalganın Cemaati çok aşacak bir bileşime ve potansiyele sahip olmasıdır. Eğer, Yüksek Askeri Şura toplantısı ya da öncesinde gerekli tasfiyeler yapılamazsa, ikinci müdahale olasılığı az değildir.

DARBECİLER OYUNA MI GELDİ?

7- Diğer taraftan darbecilerin kışkırtılarak ya da teşvik edilerek erken hareket etmelerinin sağlandığı da güçlü bir olasılık olmanın ötesinde neredeyse kesindir. Teşvik ya da tahrik edildikleri, böylece radikal bir tasfiye için ortam hazırlamak üzere harekete geçirilip açığa çıkarıldıkları anlaşılmaktadır. Bunun –eğer kesin olarak doğrulanırsa- tehlikeli bir oyun olduğu, darbecilerin gözü kara ve kararlı bir kadrodan oluştuğu ortaya çıkmıştır. Sonuçlar, tahmin edilenden daha yıkıcıdır.

8- Genelkurmay Başkanı dahil bütün kuvvet komutanlarının rehin alınması ve tümünün sağ salim dönmesi, nasıl kurtarıldıklarına ilişkin tek bir görüntünün bile bulunmaması dikkat çekmektedir. Birinci Ordu Komutanlığının karşı tutum alması, darbenin çökertilmesinde belirleyici rol oynamıştır. Ancak, Birinci Ordu Komutanının bile bu tavrı ilan etmek için saatlerce beklediği bilinmektedir. Hesaplardan birinin de bir taşla iki kuş vurulup hem cemaatten hem de Erdoğan’dan kurtulmak olabileceği bir yere not edilmelidir.

ERDOĞANIN GÜCÜ TEST EDİLDİ

9- Darbe girişimi sonrasında oluşan ortam, Erdoğan-AKP iktidarının kontrolü büyük ölçüde yitirdiğini ortaya koymaktadır. Bu nedenle devletin bütün ideolojik aygıtlarından ve iletişim kanallarından halk sokağa ve meydanlara çağrılmaktadır. Ancak bu çağrı gereken karşılığı bulmadı. Halk –ki AKP’ye oy veren geniş bir kesim dahil- kendi askerini tekbir getirerek linç eden, boğazını kesen, gözaltına aldığı askere, subaya ağır şekilde işkence yapan bir anlayışla yan yana gelmekten kaçınmıştır. Halk tekbirle demokrasi gelmeyeceğini anlamıştır. Tekbirle demokrasi ve özgürlük değil, dinci bir karanlık ve zorbalığın geleceği görülmüştür.

10- Camilerin etkin siyasal bir araç olarak kullanılması, Türkiye’nin geldiği aşamayı simgesel olarak ifade ettiği için önem taşımaktadır. Sürekli sala verilmesi de halkın sokaklara çıkması için etkili olmamıştır. Sokağa çıkanların çekirdeğini dar bir mezhepçi-cihatçı güç, IŞİD zihniyetli ve cumhuriyet düşmanı yobazlar oluşturmaktadır. Askere, kışlalara saldıranlar, kısa süre önce kendi dava arkadaşları olan dinci bir örgüte değil, gerçekte Cumhuriyetin simgelerine öfke kusmaktadır. Bu tablo, halkın onlardan uzak durmasına yol açmıştır. Erdoğan’ın kitle desteğinin ve sokak gücünün sanıldığı gibi büyük olmadığı, dahası kolaylıkla yenilgiye uğratılabilecekleri de ortaya çıkmıştır.

ERDOĞAN KRİZİ FIRSATA ÇEVİRMEYE ÇALIŞIYOR

11- Erdoğan yönetimi, solun ve demokrasi güçlerinin dağınıklığının da büyüttüğü fırsattan yararlanarak, tasfiye torbasına devletteki son cumhuriyetçileri doldurmaya, böylece başkanlık rejiminin önündeki bütün engelleri geri dönüşü olmayacak şekilde kaldırmaya çalışmaktadır. Erdoğan, Gezi/Haziran direnişinden itibaren kaybetmeye başladığı gücünü, giderek zayıflayan ve son darbe girişimi ile temellerinden sarsılan iktidarını yeniden ihya etmeye çalışmaktadır.

12- Bu darbeyle ilgileri olmayan bir kesim varsa, o da bu ülkenin cumhuriyetçileri, yurtseverleri, ilericileri, devrimcileri, solcuları, sosyalistleri ve laik kesimleridir. Ortaya çıkan ayrıntılar, darbeyi, bir bölümü Ergenekon ve balyoz tertibi ile daha önce tutuklanan cumhuriyetçi askerlerin bastırdığını ortaya koymaktadır.

13- İddia edildiği gibi darbeyi önleyenler Erdoğan’ın çağrısıyla sokağa çıkan halk değildir. Öncelikle saptanmalıdır ki, sokağa çıkanların sayısı, sanılanın ve ileri sürülenin aksine son derece azdır. Bu iddia suni bir kahramanlık destanı yazma çabasıdır. Tayyip Erdoğan başta olmak üzere iktidar sahipleri, hayatlarını cumhuriyetçilere borçludur. Darbeyi bastırma çabası sırasında vurularak ölen subaylardan biri Balyoz Davası sanığıdır.

AKP-ERDOĞAN İKTİDARININ ŞİRAZESİ* DAĞILDI

14- Bu darbe girişimi ve ardından ortaya çıkan bir dizi gelişme; Erdoğan-AKP yönetiminin sanıldığı gibi devlete tam hakim olamadıklarını ortaya çıkarmıştır. Tayyip Erdoğan dahil, iktidar sahiplerinin hayatlarının bile pamuk ipliğine bağlı olduğu anlaşılmıştır. Olaylar Erdoğan-AKP iktidarının sanılanın aksine güçlü olmadığını, tam tersine kendi tarihlerinin en güçsüz döneminde olduğunu teyit etmiştir.

15- Gerici Cemaat darbesinin bastırılması genel olarak Türkiye için, özel olarak da bu ülkenin emekçileri, laik kesimleri, cumhuriyetçileri ve demokrasi güçleri için doğru ve yararlı olmuştur. Darbecilerin sergiledikleri pratik, başarılı olunması halinde bir iç savaşın çıkma olasılığının güçlü olduğunu ve çok kan döküleceğini ortaya koymaktadır.

CUMHURİYETİ YIKTI, KENDİ REJİMİNİ KURAMADI

16- Erdoğan-AKP yönetimi /ekibi geleneksel ya da eski iktidar blokunu dağıttığı ve Cumhuriyeti tasfiye ettiği halde, yerine yeni bir iktidar bileşimi oluşturup kendi rejimini ve bu rejimin hukukunu kuramadı. Buna gücü, birikimi, görgüsü, bilgisi ve ittifak ilişkileri yetmedi. Çünkü iç ve dış ittifaklar ilişkisi büyük ölçüde dağıldı ve yalnızlaştı. Bu durum onu darbeye açık hale getiren en önemli olgulardan biridir.

17- Devlete bütünüyle egemen olduğunu düşünen ve böylece kendi dar dinci ideolojik programını uygulamaya yönelen Erdoğan-AKP hareketi, giderek dar bir klik / fraksiyon partisi haline geldi. Egemen sınıfların bütününün çıkarlarını temsil eden bir siyasal hareket olmaktan büyük ölçüde çıktı. Kendi dar “ideolojik” programını uygulamaya yöneldi. Bu tablo da Erdoğan’ın altındaki iktidar halısının çekilmesi için uygun bir ortam yaratıyordu.

İÇ VE DIŞ İKTİDAR DİNAMİKLERİ DEĞİŞTİ

18- AKP’yi iktidara taşıyan bütün iç ve dış dinamiklerde köklü bir değişim oldu. Erdoğan ekibi bu değişimi okuyamadı ve eski çizgisinde ısrar ederek kendi dar dinci programını Tahtakale esnafı kurnazlığıyla takiye yaparak, iki yüzlü bir siyaset izleyerek, fırsatları kollayarak yaşama geçirmeyi denedi. Oysa Suriye direnişçileri ve rejimi savaşı kazanmış AKP iktidarı ve Batı yenilgiye uğramıştı. Erdoğan bunu kabul etmek istemedi. Rusya uçağının düşürülmesi gibi, ABD başta olmak üzere Batıyı yeniden kendi yanında savaşa çekmeyi deneyen bir dizi provokasyona girişti.

BOP VE ILIMLI İSLAM ÇÖKTÜ

19- Büyük Ortadoğu Projesi ve bu projenin taşıyıcı kavramı olan Ilımlı İslam iflas etmişti, bunda Suriye direnişinin çok ciddi bir payı vardı ve Erdoğan kaybeden tarafın öne çıkan ismi oldu. ABD ve Batılı ortakları bu stratejik planlamadan vaz geçmiş, Mısırda Mursi’nin devrilmesine ses çıkarmamış bu müdahaleyi fiilen onaylamıştı. Erdoğan-AKP yönetimi bu gelişmeyi de doğru okuyamadı ve dış politikayı negatif anlamda ideolojik bir çizgide yürütmekte ısrar etti. Bu durum ABD ve Batının öngörülemez diye değerlendirmeye başladıkları Erdoğan yönetiminden desteklerini çekmelerine yol açtı. ABD ve Batının Orta ve yakın Doğu politikalarındaki (örneğin Suriye ve Mısırda) bu köklü değişiminde küresel ölçekteki ekonomik güç merkezi ve rekabet alanının Asya-Pasifik havzasına kaymasının payı büyüktü.

20- Türkiyede her kesimle kavga eden Erdoğan, neredeyse sadece cami cemaatine yaslanan bir siyasi güce dönüştü. Oysa emperyalizm ve büyük sermaye AKPye bütün kirli işlerini gördürmüştü. Ona mecbur değildi. Sermayenin tek seçeneğe oynamayacağı, birden fazla siyasal partiye yatırım yapacağı açıktı. Bu olgu sadece siyaset teorisinin doğrulanması gereken bir hipotezi değil, siyaset tarihinin ortaya koyduğu bir olguydu. Ne ABD ve Batı ne de İstanbul burjuvazisi AKP ve Erdoğan’a mecbur değildi. Yeni alternatif arayışları başladı. Erdoğansız AKP seçeneği ilk akla gelen çözümdü. Bunun için Ahmet Davutoğlu düşünüldü. Ama bu hamleyi gören Erdoğan erken harekete geçerek onu tasfiye etti.

21- Siyasal-toplumsal hareketler ile siyaset sınıfının, mülkiyet ilişkilerinden görece bağımsız özerk bir güç olduğu sosyolojik gerçekliktir. Erdoğan, 7 Haziran 2015 seçimlerini kaybettiği halde direndi, iktidarı terk etmediği gibi paylaşmaya bile yanaşmadı. Ülkeyi kan gölüne çevirdi ve ülkeyi tartışmalı 1 Kasım seçimlerine taşıyarak yeniden iktidara el koydu. Böylece sistem içi çözüm olanaklarını hızla tüketti ve ülke bir kaosa sürüklendi. Seçimler yoluyla iktidarı bırakmayacağına ilişkin bir kanı yerleşmeye başladı. Sandığın meşruiyeti tartışılır hale geldi, güven azaldı. İşte bu kaos ortamı, AKP iktidarını darbeye açık hale getirdi.

DARBENİN ARKASINDA ABD VAR MIYDI?

22- Cemaatin darbe girişiminin arkasında ABD ve Batının doğrudan yer almadığı anlaşılıyor. Ancak, hem ABD hem de Almanya başta olmak üzere Batılı ortaklarının darbeye karşı hızlı ve kesin tavır almak yerine önce beklemeyi tercih ettikleri akılda tutulmalıdır. Öyle ki, ABD, İngiltere ve Almanya’nın ilk açıklamalarının neredeyse örtülü bir onay anlamına gelebilecek nitelikte olmasının nedeni, yukarıda anlattığım ve analiz etmeye çalıştığım genel durumdur. Bu nedenle Erdoğan, geçmişte kendisini iktidara taşıyan ve orada tutan ABD’yi açıkça suçlamaya yöneldi.

23- Cemaatin ABD’nin desteğini alarak darbe yapmaya kalktığını söylemek, bir iddia olmanın ötesine geçmez. Olgular ve olayların akışı, ABD ve Batının bu darbeden son ana kadar haberdar olmadığını ortaya koyuyor. Cemaatin bir oldu bitti yaratarak, hem Batının hem de sermaye çevrelerinin desteğini almayı umduğu ve hesapladığı anlaşılıyor. Başarıya ulaşmış olsalardı, bu desteği almakta zorlanmayacakları da açıktı. Bir darbenin Amerikancı olması için, önceden ABD’nin desteğini fiilen alması gerekmez. Bu yanıyla 15 Temmuz darbe girişiminin ideolojik ve politik bakımdan Amerikancı olduğu kuşkusuzdur. Zaten bazı darbeler de böyle bir seyir izler. İki Amerikancı güç arasındaki çatışmanın anlamı budur.

CUMHURİYETİ KURAN TSK ARTIK YOK!

24- Bu darbe girişiminden sonra artık ortada Kurtuluş Savaşının içinden doğan, onun onurunu taşıyan ve Cumhuriyetin kurucu kuvvetlerinden biri olan bir ordu (TSK) kalmamıştır. TSK, generalleri polis tarafından dövülen, subaylarına işkence yapılan, askerleri gerici IŞİDci bir güruh tarafından yerlerde sürüklenen ve boğazları kesilen prestiji yerlerde bir kuruma dönüşmüştür.

25- Ortada bir Türkiye Cumhuriyetinin bile bulunduğu kuşkuludur. Bu nedenle Tayyip Erdoğan, 20 Temmuz gecesi Konyada yaptığı ve video konferans sistemiyle bütün meydanlara kurulan dev ekranlardan verilen konuşmasında, Türkiye’nin yeni ve daha öncekilere hiç benzemeyecek bir kuruluş dönemine girdiğini ilan etti. Bu inisiyatifi ona vermemek gerekiyor.

AKP DARBESİ DE BASTIRILMALIDIR

Şimdi önümüzde duran tablo ve tarihsel sorumluluk şudur; Erdoğan-AKP iktidarının, darbe girişimini bir fırsata çevirerek bunu başkanlık rejimini kurmak için kullanacakları açıktır. Bugün yakın tehdit Erdoğan’ın bir karşı darbe girişimidir. Laiklik (ondan geriye ne kaldıysa) büyük tehdit altındadır.

OHAL ilanı, dinci faşizan bir Erdoğan-AKP darbesinin ilk adımı, ağır bir baskı ve gerici terör dönemin habercisidir. Bugün asıl tarihsel sorumluluk Erdoğan-AKP darbesine dikkat çekmek ve bunu önlemek için en geniş demokratik, cumhuriyetçi ve halkçı cepheyi oluşturmaktır. Devrimciler ve sol da bu cephenin hem militan gücünü oluşturmalı hem de ideolojik önderliğini yapmalıdır. Öncelikle sokak hakimiyeti yeniden ele geçirilmelidir. Sokakları dolduran gerici güruh püskürtülmeli, iyi niyetli sıradan insanları da yanlarına alarak hakimiyet kurması önlenmelidir. CHP ve CHP’li kitlelerle solun ve devrimcilerin böyle bir cephe oluşturması yaşamsal önem taşımaktadır.

Erdoğan’ın taraftarlarından sokakta kalmalarını istemeye devam etmesi, hala çok güçsüz olduğunu göstermektedir. Sanıldığı kadar güçlü olmadığı ortaya çıkmıştır. Bu nedenle Erdoğan ve AKP’nin yeniden inisiyatifi ele geçirerek bu krizden güçlenerek çıkması ve karşı konulamaz bir iktidar haline gelmesi önlenmelidir. Bunu yapmak zor değildir; Erdoğan’ın ve iktidarının fiyakası bozulmuştur.

(*) Şiraze: Kitap yapraklarını düzgün tutmaya yarayan ince örülmüş şerit. / Yağlı güreşlerde pehlivan kispetinin paçası.