ABC Politik

Merdan Yanardağ
1 Ağustos 2016
Email :

Siyasal İslamcı Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarının, başarısızlıkla sonuçlanan 15 Temmuz darbesinin yol açtığı krizi bir fırsata çevirerek, karşı devrim sürecini tamamlamaya çalıştığı, diğer bir ifadeyle dinci bir dikta rejimi kurmak için hareket geçtiği görülüyor. Dolayısıyla bugün en büyük ve yakın tehdit, AKP gericiliğinin karşı darbesi, Cumhuriyetin kurumlarına ve kazanımlarına saldırısıdır.

Darbenin bastırılıp, darbecilerin geri çekilmeye ve teslim olmaya başladıklarının kesinleştiği, 15 Temmuzu 16 Temmuza bağlayan gece sabaha karşı Tayyip Erdoğan’ın, Bu bize Allahın bir lütfu şeklindeki sözlerinin anlamını bu tutumda aramak gerekiyor. Kriz yönetme becerisi bilinen Erdoğan’ın, hızlı bir karar vererek, iktidar olmanın, üstelik darbeyi bastırmış bir iktidar olmanın sağladığı avantajı ve bu durumun sunduğu tarihsel fırsatı kullanmaya karar verdiği anlaşılıyor.

Öncelikle bir saptama yapalım; darbeyi bastıran asıl güç Cumhuriyet’e bağlı TSK birlikleri olduğu halde, Erdoğan iktidarı tipik bir şark kurnazlığı ile bu gerçeği gizliyor. Darbeyi, sanki Erdoğan’ın yaptığı çağrı üzerine sokaklara çıkan taraftarlarının, cılız İslamcı kalabalıkların bastırdığı gibi bir izlenim yaratılmak isteniyor. Bu tutumda, ince ve sinsi bir hesabın bulunduğu açık. Şimdi bu yazıda söz konusu hesaba biraz daha yakından bakacağız.

İçinden geçtiğimiz bu tarihsel dönemeçte, asıl ve yakın tehdit, Erdoğan ve AKP iktidarının islamo-faşist bir diktatörlük kurma girişimidir. Çünkü, Cemaatin darbe girişimi bastırıldı ve hiç kuşku yok ki, ülkeyi kan gölüne çevirme potansiyeli taşıyan bu saldırının püskürtülmesi bütün toplum için iyi oldu. Ancak, bu darbe girişimini gerekçe yapan iktidar, demokrasiyi geliştirmek ve laikliği güçlendirmek yerine, kökleri Osmanlı-Türk modernleşmesine dayanan son Cumhuriyet kurumların da tasfiye etmeye yöneldi.

ERDOĞAN VE AKP GÜCÜNÜ KAYBETTİ

Cemaatin neleri göze alabileceğini ortaya koyan bu darbe girişiminin iktidar bakımından da yıkıcı sonuçlarının olduğu unutulmamalıdır. Bu sonuçlardan biri hiç kuşkusuz, Erdoğan ve AKP iktidarının büyük yara alması, güç kaybetmesi, façasının bozulmasıdır. Erdoğan’ın ve AKP iktidarının sanıldığı kadar güçlü olmadığının, deyim yerindeyse yaşamının pamuk ipliğine bağlı olduğunun görülmesidir. Kendisini çok güçlü sandığı bir dönemde, ülke içinde ve dışında yapayalnız olduğunu acı bir şekilde görmesidir.

Özetle Erdoğan ve AKP, darbeyi bastırmasına karşın, sanılanın aksine güç kazanmadı, büyük güç kaybetti.

Bu nedenle, krizi fırsata çevirmeye çalışan Erdoğan-AKP yönetimi, Olağanüstü Hal (OHAL) ilan ederek, dağılan iktidarını toparlamaya, yeni ittifaklar kurmaya ve yeniden etkin bir iktidar gücü elde etmeye çalışıyor. Bunu da, dikkatli ama kesintisiz bir karşı saldırı taktiğiyle yaşama geçirmeye yöneliyor.

HÜKÜMET ARTIK BİR TÜR CUNTADIR

Bu saldırı taktiğinin bağlandığı strateji ise, hiç kuşkusuz dinci-faşist bir dikta rejimi kurmaktır. Dolayısıyla AKP hükümeti bir cunta, valiler de birer sıkıyönetim komutanı haline getirilmektedir. Yeni rejimin silahlı gücü olarak da polis hiç olmadığı kadar öne çıkacaktır.

Bütün ülkede ilan edilen OHAL, Erdoğan yönetiminin elindeki en önemli araçtır. Ülke, Meclis onayı aranmaksızın, yani TBMM devre dışı bırakılarak sadece AKP hükümeti tarafından çıkarılan kanun hükmündeki kararnameler (KHK) ile yönetilecektir. Erdoğan ve AKP ülke yönetimine el koymuş durumdadır.

YENİ DARBE İKLİMİ

Erdoğan’ın, Size müjdeyi verene kadar demokrasi nöbetine devam edin demesinin bir anlamı vardır. Erdoğan’ın sözünü ettiği “müjde”nin ne olduğunun peşine düşülmelidir. Çünkü Türkiye fiilen yeni bir darbe iklimine girmiş durumda ve ülke her an bir oldu bitti ile karşılaşılabilir. Erdoğan’ın sokaklara, meydanlara çağırdığı ve çekirdeğini siyasal İslamcı militanların oluşturduğu taraftarlarını geri çekmemesinin nedeni, duyduğu derin korkunun yanı sıra planladığı yeni bir hamle de olabilir.

Sanırım böyle bir hamleyi, askeri okullar kapatarak, TSK’yı parçalayıp Genelkunmay Başkanlığı’nı Cumhurbaşkanlığı’na, kuvet komutanlıklarını ise Milli Savunma Bakanlığı’na bağlayarak yapmış bulunuyor. Çünkü TSK’ya yönelik yeni düzenleme, ordunun lağvedilmesi, yani kapatılıp dağıtılması anlamına geliyor.

İronik şekilde adına demokrasi nöbeti denilen, sokaklardaki gerici gösterilerin sürdürülmesinin böyle bir anlamının olduğu açıktır. Tekbirle demokrasi gelmeyeceğine göre, başka şey getirilecektir. Bu gösterilerin yeni rejime sokaktan onay üretilmesi, sanki büyük bir kitle desteğinin bulunduğu algısının yaratılması için kullanılmak istendiği ortadadır.

MİLLET SOKAĞA DÖKÜLMEDİ

Erdoğan, iktidarın bütün olanakları kullanıldığı halde beklediği ya da umduğu gücü sokakta ve alanlarda bulamadı. Sokaklara çıkan kesimler, bu konuda geliştirilen hamasetin aksine hem nitelik bakımından hem de nicelik olarak son derece cılız topluluklardı.

Buna karşılık CHP İstanbul İl Örgütü öncülüğünde 24 Temmuz Pazar günü Taksim Meydanı’nda yapılan, solun büyük kesiminin de katıldığı Cumhuriyet ve Demokrasi mitingi, sokaktaki gerici kalabalıkları çok aşan büyük kitleselliğiyle toplumun ilerici kesimlerinin gücünü ortaya koydu. Taksim mitingi, laiklik konusundaki büyük toplumsal duyarlılığı açığa çıkardı. Eğer bu etkinliklerin devamı getirilebilirse, inisiyatifin el değiştirmesi ve AKP’nin yenilgiye uğratılmasının hiç de zor olmadığını gösterdi.

Bu nedenle, gücünü kaybettiğini fark eden Erdoğan ve AKP, bir yandan iktidarda kalabilmek için son Cumhuriyet kurumlarına saldırırken, diğer yandan da açtığı davaları geri çekerek, HDP dışındaki muhalefet partileriyle ilişkilerini geliştirmeye çalışarak ve kendisini parlamenter rejimlere özgü partiler üstü bir konuma çekerek uzlaşma ve ittifak taktiği yürütüyor. Batının kendisini terk ettiğini de gören Erdoğan, aynı ittifak arayışını dış ilişkilerinde de sürdürüyor.

DARBE TSK’YA YAPILIYOR

Yakarıda da işaret edildiği gibi, darbeciler sanki AKP ve Erdoğan’ın eski ortağı Gülen Cemaati’ne bağlı değilmiş gibi bir hava yaratılmak isteniyor. Toplumda inceden inceye bu yönde bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Böylece darbeye yönelik tepki, cumhuriyetten geriye kalan ne varsa ona yönlendiriliyor. Cumhuriyet’in kazanımları ve değerlerine saldırmak için uygun bir iklim yaratılmak isteniyor.

Bu anlamda Cemaat’in başarısız darbe girişimi, gerçekte Türk Silahlı Kuvvetlerine (TSK) ve onun ima ettiği bütün modernist değerlere karşı bir darbeye dönüşmüş görünüyor.

Öyle ki, TSK tarihinin hiçbir döneminde gururu bu kadar çiğnenmiş, onuru ayaklar altına alınmış, saygınlığı neredeyse sıfırlanmış bir duruma düşmemişti.

Askerleri yerlerde sürüklenen, mensuplarının tekbirle boğazı kesilen TSK, artık Kurtuluş Savaşı’nı yapan, zaferin onurunu taşıyan ve Cumhuriyetin kurucu gücünü oluşturan bir kurum değildir. TSK’ya saldırı ve onu dönüştürme operasyonu, ordunun niteliğinden bağımsız olarak, kökleri Tanzimata kadar gider modernleşmeci kurumlara yönelik gerici saldırının, rövanşist bir bilinçaltının dışa vurumudur.

Bu tablo, Erdoğan-AKP yönetiminin  stratejik ve tarihsel hedeflerine ulaşmak için çok uygun bir siyasal zemin yaratıyor. O nedenle, Erdoğan-AKP yönetiminin, 2023 hedeflerini öne aldıklarına ilişkin bir izlenim giderek güçleniyor. Yani, yeni bir rejim kurmak, örneğin muhafazakar bir cumhuriyet ilan etmek için yakalandığı düşünülen tarihsel fırsat kaçırılmak istenmiyor.

Devlet mimarisinde bir demokratikleşme tartışması yapılmadan, askeri okulların kapatılması, Kuvvet Komutanlıklarının Milli Savunma Bakanlığına bağlanması, imam hatip liselerine Harp Okullarına giriş yolunun açılması, cami merkezli bir toplumsal örgütlenmenin öne çıkarılması, polisin sistem içindeki gücünün arttırılması bu anlama geliyor. bilinmelidir ki, AKP iktidarı devletteki gerici yapılanmayı değil, sadece Cemaati tasfiye ediyor.

TARİHSEL KIRILMA

Yaşananlar, hiç kuşkusuz 200 yıllık Osmanlı-Türk modernleşme süreci ve tarihinde, yeni ve sert bir kırılmaya işaret ediyor. Süreç, bütün bütün yönleriyle karşı devrimci bir karakter kazanıyor.

Ancak, Erdoğan ve AKP liderliği büyük bir hesap hatası yapmaya devam ediyor. Çünkü gerçek tablo gördükleri ya da sandıkları şekilde olmadığı gibi, yaptıkları hamleler de tam tersine sonuçlar yaratmaya açık görünüyor.

Çünkü, Cumhuriyeti bir avuç seçkinin rejimi sanan ve ancak silahlı bürokrasi sayesinde ayakta kaldığına inanan muhafazakar-dinci çevreler, bu hipotez çok yakın bir geçmişte, 2013 Gezi/ Haziran direnişi sonucu yanlışlanmasına karşın, gerekli dersi almamış görünüyor.

Oysa Cumhuriyetin ve onun ima ettiği ilerici değerlerin toplumsal temeli sanılandan çok daha geniş. Laikliğin bilinenin  ötesinde bir toplumsal desteğe sahip olduğunun ve halk tarafından büyük ölçüde içselleştirildiğinin de farkında olmadıkları anlaşılıyor.

Trajikomik olan da şu; darbeyi yapanların Türkiye’yi 11 yıl birlikte yönettikleri, Cumhuriyet’i beraber boğazladıkları eski ortakları olduğunu unutuyorlar. Bu nedenle bütün cumhuriyet güçleriyle, bu toplumun ilerici kesimleriyle, soluyla, emekçileriyle kesin ve son bir hesaplaşmaya girmeden, kendi rejimlerini kolayca kuramayacaklarını da görmemekte ısrar ediyorlar. Öyle anlaşılıyor ki, bu körlüğü ve ısrarı pahalıya ödeyecekler.

YENİ DARBE VE İÇ SAVAŞ

Erdoğan-AKP yönetimi, krizi fırsata çevirme anlayışıyla toplumu germeye, ülkeyi bir oldu bitti ile karşı karşıya getirmeye, demokratik yollardan iktidarı bırakmamaya ve salt şaibeli sandık sonuçlarına dayanmaya devam ederse, yeni darbelere de açık hale gelecektir. Dahası, bu tutum Türkiye’yi kaçınılmaz olarak bir iç savaşa sürüklenecektir.

Bu nedenle; başta CHP olmak üzere, bütün sol ve ilerici muhalefet güçlerinin yapması gereken şey, darbelere karşı demokrasi bloku oluşturmak gibi, apolitik, süreci doğru okumayan ve son çözümlemede AKP iktidarına hizmet edecek bir tutumdan kaçınmaktır. Çünkü iktidar mücadelesinde en önemli şey, farkını ortaya koyarak kendi siyasal hattını belirginleştirmek ve ayrıştırmaktır. Bu tarihsel dönemeçte kamucu, halkçı, laik, demokratik ve aydınlanmacı bir programı toplumun önüne koymaktır. Bunun tersini söyleyen bütün liberal eleştirileri –ki tümü yaşam tarafından yanlışlandı- elinin tersiyle itecek bir entelektüel cesareti göstermektir.

Sözüm ona, birlikte demokrasi nöbeti tutmak ve böylece darbelere karşı milli birlik fotoğrafı vermek, ancak AKP iktidarına, onun ülkeyi islamo-faşist bir rejime sürükleme hesaplarına hizmet edecektir. Çünkü bu tutum, AKP ve Erdoğan’ın, darbeyi bastıran demokrasi kahramanları gibi sunulmasını sağlayacaktır. Toplumdan yeni bir siyasal ve tarihsel rıza üretmelerine olanak verecektir.

Oysa topluma asıl gösterilmesi gereken şey, ülkeyi Cemaat ve AKP’nin birlikte mahvettiği ve darbeye sürüklediği gerçeğidir. Toplumu bu yakın tehdit ve tehlikeye karşı uyarmak, Erdoğan-AKP sivil darbesine geçit vermemektir.

Bu dönemin dili, bağlamı olmayan bir demokratizm ya da liberal bir romantizm değil, devrimciliktir.