ABC Politik

Merdan Yanardağ
17 Ekim 2016
Email :

AKP, Batı ve ABD ile çatışarak iktidar olamayacaklarını gören ve bu nedenle emperyalizmle sınırsız bir işbirliği yapmaya karar veren İslamcıların partisidir.

Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ikilisinin liderliğindeki AKP, kendi dar dinci programlarını ancak ABD ve Batıya teslim olarak hayata geçirebileceklerini anlayan İslamcıların kurduğu partidir.

Bu grubun, daha otantik ve Batı karşıtı bir İslamcılığı temsil eden Necmettin Erbakanın Milli Görüş hareketinden ayrılmalarının nedeni de budur.

AKPnin başarısı, kurulu düzene yönelik gerici eleştirileri liberallerin paha biçilmez desteğiyle demokratik bir itiraz gibi sunmasında yatıyor. Yaratılan bu yanılsama, solun önemli bir bölümünün sisteme yönelik yüz yıllık eleştirilerinin geri çekilmesine neden oldu. Dahası bu ideolojik hile solun ve laikliği içselleştirmiş halk kesimlerinin direniş refleksinin kırılmasında yol açtı. Bu yanılsamanın yaygınlaşması, yandaş liberallerin yaptığı ideolojik bir hileden kaynaklanmaktadır.

***
Cumhuriyetin soluna kapalı yapısının, kendisinin tasfiye edilme sürecinde önemli bir rol oynadığı kesindir. Sol korkusu nedeniyle tarihsel ve kategorik bakımdan bir önceki çağa ait sınıflar, güçler ve ideolojiler (din) ile ittifak içinde kendi solunu tasfiye eden Cumhuriyet burjuvazisi ve onun siyasal öncüsü Kemalistlerin bu politikası onların da sonunu hazırladı.

Türkiye Soğuk Savaş kurbanı bir ülkedir. Ankara, NATO’ya girdikten sonra Sovyetler Birliği ve Sosyalist Bloka karşı ABD ve Batılı ortaklarının uyguladığı Yeşil Kuşak projesinin üssü haline geldi. Türkiye NATO’nun Dolaylı Saldırı Doktrini diye bilinen stratejik planlamasının hayata geçirildiği ilk cephe ülkesiydi.

Dolaylı Saldırı Doktrini, esas olarak iki blok arasındaki nükleer silah dengesi nedeniyle doğrudan bir savaşın çıkmayacağı varsayımına dayanır. Bu nedenle NATO’ya göre kapitalist ülkelerdeki sol güçler, aydınlar, sendikalar, devrimci gençlik hareketleri, Sovyetler Birliğinin yönlendirmesiyle sisteme karşı dolaylı bir savaş yürütmektedir.

Daha açık bir ifadeyle, bu doktrine göre Sosyalist Blok kapitalist ülkelerdeki sosyalist partiler, sol örgütler, devrimci gençler, sendikalar ve diğer toplumsal muhalefet güçleri aracılığıyla dolaylı bir savaş yürütmektedir. O halde adı geçen bu kesimler yurttaş değil, düşmandır. Bu durumda onlara karşı hukuk ve yasalarla sınırlandırılmamış örtülü ve gayri nizami, yani kuralsız bir savaş yürütülmelidir.

İşte, genel adı Süper-NATO olan, faaliyet yürüttüğü ülkelerde ise Gladyo veya Vatanseverler Örgütü ya da Kontrgerilla gibi isimler alan, NATO ülkelerindeki illegal (yasadışı) örgütlenmenin kuruluşu bu değerlendirmeye dayanır. Sovyetler Birliğinden gelecek bir açık işgal girişimi halinde karşı-gerilla (kontr-gerilla) savaşı verme amacı/görevi ise, derin devlet de denilen Kontrgerillanın, önemli olmakla birlikte, ikincil gerekçesidir.

Bu doktrin, küresel ölçekte NATO’nun, ulusal ölçekte de başta TSK olmak üzere Cumhuriyetin kurucu güçlerinin, solun önünü kesebilmek için İslamcılarla işbirliği yapmalarının, onları destekleyip büyütmelerinin belirleyici nedenini oluşturmaktadır.

Siyasal İslamcı hareket, tıpkı aktüel milliyetçilik gibi bir Soğuk Savaş ürünü ve emperyalizmin imalatıdır. O nedenle bugün ABD ve İsrail’e karşı olduklarını ilan eden dünyadaki ve ülkemizdeki bütün İslamcılar ikiyüzlü ve yalancıdır. Çünkü takiye yapmak onlar için temel bir siyasal mücadele aracıdır. Kutsal dinleri var diye (hak dini) bir ahlaka ihtiyaçları olmadığına inanıyorlar.

Biliyoruz ki aynı İslamcı hareketler yakın tarih içinde hem ABD hem de İsraille sola karşı utanç verici bir işbirliği yürüttü. Unutmayın ki, Filistine ilk giden ve siyonistlerle savaşanlar, bugün Kudüsü kurtarma edebiyatı yapan İslamcılar değil devrimcilerdir. Deniz Gezmişin El Fetih kimliği bayrak gibi dalgalanmaktadır. Yüzlerce Türkiyeli devrimcinin mezarı o topraklardadır.

***

Cumhuriyet burjuvazisi korkak ve siniktir. Asker ve sivil bürokrasinin sistem içinde bir dönem öne çıkmasının ve merkezi bir güç kazanmasının en önemli nedeni Cumhuriyet burjuvazisinin bu korkaklığıdır.

Cumhuriyet’in daha kuruluşundan itibaren burjuvazinin sosyal/sınıfsal, ekonomik ve entelektüel bakımdan zayıf olması tarihsel korkaklığının başlıca nedenidir. Eğitimli küçük burjuva kesimlerin ve bürokrasinin sistem ve toplum içinde öne çıkmasının başlıca nedeni budur.

Cumhuriyet’in kurucu kuvvetlerinin sola karşı düşmanca bir tutum izlemesi, Soğuk Savaş döneminin hoyrat ve kıyıcı anti-komünist siyasetiyle birleşince tam bir faciaya yol açtı.

Rejim, bu ülkenin en seçkin aydınlarını, toplumu 21. yüzyıla taşıyacak kadrolarını, en pırıltılı yurttaşlarını, akademisyenlerini, sanatçılarını, gençlerini imha etti. Örneğin birer modernleşme ve aydınlanma ocağı olan, bu yanıyla aslında çubuğu burjuvaziden ve hatta liberalizminden yana büken Köy Enstitülerine ve Halk Evlerine bile tahammül edilemedi.

Sola karşı rejim her zaman çok acımasız oldu. Bu ülkenin seçkin bütün yazar ve sanatçılarından bir dönem hapis yatmamış ve eziyete uğramamış tek bir kişiyi bile bulmak mümkün değildir. Bu gruba, bugün el üstünde tutulan, adları okullara, meydanlara, caddelere verilen sanatçılar ve yazarlar da dahildir.

Hababam Sınıfının yazarı Rıfat Ilgaz’dan bugünkü Bodrum kentini yaratan Cevat Şakire kadar uzanan geniş bir yelpazedeki -bazılarının sosyalistlikle de ilgisi yoktu- ilerici edebiyat insanlarını hoyratça ezerek bugünün Türkiyesini hazırladı. Rejim, Cumhuriyetin tasfiye ettiği gericilikle uzlaştı. NATO üyeliği, Cumhuriyet Türkiyesi’ni kuruluş ilkelerinden kopardı ve başından itibaren var olan sol korkusunu, düşmanlık düzeyinde yeniden formatladı.

Toplumun sola kaymasını önlemek için İslamcılık desteklendi ve siyasallaştırıldı. İşte o İslamcılar sonunda kendisini büyüten gücü tasfiyeye yöneldi.

Bu günün AKP iktidarını hazırlayan tarihsel arka plan budur. Dolayısıyla AKP, neden değil bir sonuçtur. AKP sadece Cumhuriyete son darbeyi vurarak kendisini besleyen, büyüten ve iktidara gelmelerini sağlayan güçleri tasfiye etmiştir.

Askeriyle, bürokrasisiyle Cumhuriyet burjuvazisinin daramı da bu tarihsel süreçte yatmaktadır.

* * *

Türkiyede 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 askeri darbelerinde solun ve devrimci hareketin ezilmesinin yanı sıra esas olarak devletteki Kemalistleri de tasfiye edildi. Öyle ki, 12 Mart 1971 darbesinin başlıca amacının sola yakın (Yön dergisi çizgisinin temsil ettiği alandaki) Kemalistleri tasfiye etmek olduğunu bile söyleyebiliriz.

Sol Kemalistlerin tasfiyesi 12 Eylül 1980 darbesiyle tamamlandı. Sağcı Kemalistler, İslamcılar, muhafazakârlar ve radikal milliyetçiler ittifak içinde solu budadı. Bu tasfiyeden sonra kendi egemen ve tayin edici konumlarının da devam edeceği sanıldı.

Amerikancı bir örtülü darbe ile iktidara gelen AKP-Cemaat koalisyonunun 2008-2011 yılları arasında yürüttüğü Ergenekon soruşturmasıyla da Türkiye’de sağ ya da sol Kemalistler de tasfiye edildi. Kemalistler bu operasyon ile geleneksel iktidar blokunun dışında kaldı.

Kendi solunu 12 Mart ve 12 Eylülde tasfiye eden Cumhuriyetçi-Kemalist kadro, gerçekte kendi sonunu da hazırladı. Cumhuriyet, içi boşalmış, gücünü yitirmiş ve bir kabuğa dönüştü. Bu nedenle 2008 Ergenekon darbesi ile kolaylıkla bertaraf oldu.

Böylece solu ve sağıyla Kemalizm ve Kemalistlerin tasfiyesi tamamlandı. Devlette Kemalist kalmadı.
Sonuç olarak; Cumhuriyet burjuvazisi sol düşmanlığı ve muhafazakârlaşma politikalarının kurbanı oldu ve kendi devrimini gericilere, kasaba yobazlarına teslim etti.

Bu tarihsel süreçte, 15 Temmuz darbesi tabuta çakılan son çividir. Bugün Cumhuriyet’in ve laikliğin devlet ve siyaset katında sahibi yoktur. Artık sahibi halktır. Ve bu halk, siyasal örgütünü ve temsilcilerini ya bulacak ya da yeniden yaratacaktır. Bu anlamda, artık restore edilecek bir Cumhuriyet ve laik düzen yok, yeniden kurulacak devrimci bir cumhuriyet ve kazanılacak bir laiklik vardır. Hadise bundan ibarettir.