Kayseri ve Beşiktaş saldırıları –ki PKK ile ilişkili olduğu belirtilen TAK adlı örgüt üstlendi- sol tarafından nasıl değerlendirilmeli sorusu, bugünün en can alıcı konusudur. Daha sonra ayrıntılı şekilde üzerinde durarak, bu konuda bir zihin temizliği yapmamız gereken soruna ilişkin olarak ilk elde şunları söyleyebiliriz; Sol ahlaken, siyaseten ve hukuken (yasal değil, daha geniş bir kavram olan hukuken) savunamayacağı, bu anlamda meşru olmayan hiçbir eyleme sahip çıkıp benimseyemez. Çünkü, silahlı mücadele dahil, sol ve devrimci eylem ile terör ve terör eylemi arasında, deyim uygunsa bir Çin Seddi vardır.
Örneğin, M. Kemal önderliğindeki Ulusal Kurtuluş Savaşı, silahlı bir mücadele olduğu halde, İstanbul hükümeti ve Padişah tarafından terörist eylem (eşkıyalık) olarak nitelendirilmesine karşın, tarihen, siyaseten, ahlaken ve hukuken haklı, dolayısıyla devrimci bir eylemdi. Fidel Castro ve Che Guevara liderliğinde yürütülen gerilla savaşı ve Küba devrimi örneğinde olduğu gibi, birçok ulusal ve toplumsal kurtuluş hareketinin politik pratiği de terör eylemi değil, devrimci başkaldırıydı. Vietnam’ın mücadelesi de halklı bir savaştı ve eğer bir terörist aramak gerekiyorsa o Amerikan emperyalizminden başkası değildi. Aynı şey Filistin davası ve FKÖ’nün mücadelesi için de geçerliydi.
Latin Amerika’daki sol-sosyalist gerilla hareketlerinin yürüttüğü mücadele, devrimci eylem ile siyasal ahlak ve meşruiyet ilişkisinin nasıl kurulduğunun parlak örnekleri ile doludur. Kolombiya’daki FARC, Nikaragua’daki Sandinist Ulusal Kurtuluş Cephesi, Uruguay’daki efsanevi şehir gerillası örgütü Tupamaro Harketi -ki bu örgütün kurucu liderlerinden Mujika, hapisten çıktıktan sonra devlet başkanlığı seçimlerini kazandı- ve Salvador’daki Farbunda Marti Ulusal Kurtuluş Cephesinin mücadele yöntemleri, devrimci eylem ile terörizm arasındaki ahlaki ve siyasal farkı ortaya koyan somut yakın tarihsel örneklerdir.
Türkiye’de 1960 ve 70li yıllarda solun devrimci eylemleri de bu kapsamda değerlendirilmesi gereken haklı ve meşru bir mücadeleydi. Zaten egemen güçler, darbeciler ve faşistler dışında kimse o eylemleri terörizm diye değerlendirmedi. Halkın büyük çoğunluğu, aydınlar ve seçkinler tarafından (1977-80 arasında yaklaşık 4 yıl süren iç savaş döneminde bile) devrimciler terörist diye damgalanıp dışlanmamıştı. Tam tersine, faşist cinayet ve katliamlar terörizm diye mahkum edilmişti.
* * *
Devrimci eylem ile terörizm arasında bir nitelik farkı, kalın bir çizgi bulunmaktadır. Sivillere, savaş ve çatışmanın tarafı olmayan masum insanlara, kamu ya da güvenlik görevlisi olsa da silahsız ve savunmasız insanlara yönelik bütün şiddet eylemleri terörist faaliyet diye değerlendirilmelidir.
Ancak, Türkiye solu bu konuda büyük bir kafa karışıklığı ve belirsizlik içindedir. Dahası liberalizm, İslamcılık ve milliyetçilik tarafından lekelenen entelektüel-siyasal ortamın baskısı altında yön duygusunu kaybetmiş durumdadır. Sol, tuhaf bir şekilde neye terör eylemi diyeceğini, neyi kınayacağını, hangi eyleme sahip çıkacağını bilecek durumda değildir.
Oysa 1970li yıllarda yapılan eylemlerin büyük çoğunluğu, silahlı eylemler dahil, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra kurulan askeri mahkemelerde bile yüksek bir ahlaki ve entelektüel seviyeden savunuldu. Tarihsel bakımdan meşruiyet zemini büyük çoğunlukla korundu. Mahkeme kayıtları, ifade ve savunmalar orada duruyor.
Günümüzde ise sol, Kürt sorununun adil, demokratik, onurlu ve eşitlikçi bir temelde çözümünü istemek ile terör eylemleri arasındaki çizgiyi bir türlü çekemiyor. Söz konusu talepleri, Türk ve Kürt halkını ayrıştıracak, emekçileri parçalayacak ve ulusal düşmanlıklara yol açacak bir mücadele çizgisiyle gündeme getiren örgüt ve eylemlere karşı nasıl davranacağını bilemiyor.
Oysa, artık bu duruma bir son vermek gerekiyor. Sol felsefi, ahlaki, tarihi, siyasi ve hukuki bakımdan savunamayacağı; dolayısıyla halka karşı suç işlemek anlamına gelen ve bu nedenle meşru olmayan bütün şiddet eylemleri ilkesel bakımdan ret ve mahkum etmelidir.
Çünkü, solun doğrudan sorumlu olmadığı, sivillerin ya da silahsız ve savunmasız güvenlik emekçilerinin ölümüyle sonuçlanan bu tür silahlı eylemler, devrimci ve demokratik siyaset alanını alabildiğine daraltmaktadır. Öyle ki, sadece sosyalist sol değil, CHP gibi Cumhuriyetin kurucu güçlerinden biri olan örgütün bile hareket alanı alabildiğine kısıtlanmaktadır.
Kayseri’de çarşı iznine çıkan askerlere yönelik bombalı eylemden sonra gerici-faşist bir grubun CHP il binasına saldırması, yöneticilerini yaralaması ve bu provokatif gerici-faşist saldırıya kent sakinleri tarafından kayda değer bir tepki gösterilmemesi durumun ne kadar vahim olduğunun göstergelerinden biridir.
Sol, bir kez daha devrimci eylemi ile terörizm arasındaki çizgiyi net şekilde çekmeli, mücadele yöntemleri ile siyasal ahlak ve meşruiyet ilişkisini yeniden kurmalıdır.