Geçen yazımdaki tespiti tekrarlayarak başlamak yerinde olacak; Türkiye, bir kez daha kaderinin belirleneceği yeni bir tarihsel eşiğe doğru sürükleniyor. Toplum, yüz yıldır ertelenen ve yarım kalan siyasal, tarihsel, felsefi ve kültürel bir hesaplaşmayı tamamlayacağı bir kavşağa doğru akıyor. Bu eşik, içinden geçilen dönemeçte başkanlık anayasası için yapılacak referandumdur.
Bıraktığımız yerden devam edelim; Nisan 2017de yapılması beklenen referandum, ya Türkiye’nin 14 yıllık mezhepçi faşizan iktidardan kurtulması ve karşı devrim momentumunun kırılmasını sağlayacak ya da yıkıcı ve karanlık bir dinci faşist diktatörlük dönemine girilecek.
Bastırılan 15 Temmuz askeri kalkışmasının yol açtığı krizi fırsata çevirerek kendi darbesini yapmaya yönelen Erdoğan-AKP iktidarı, kurulan fiili rejimi hukuksal bir temele kavuşturarak güvenceye almak istiyor. Bu amaçla yapılan baskı nedeniyle Türkiye’nin toplumsal fay hatlarında biriken gerilim, şiddetli bir kırılmanın yaşanacağını gösteriyor. Ülke herkesin tahmin ettiği, hatta bildiği, ama yine de gerçekleşeceğini sanmadığı ya da istemediği bir cinayet anına doğru şuursuzca ilerliyor.
Her şeyi bir yana bırakın, hiç kimsenin can, mal ve gelecek güvencesinin bulunmadığı bir ortam yaşanıyor. Bu durum, kapitalizmin neredeyse kutsal sayılan ve olmazsa olmaz nitelikteki ilke ya da koşulunun bulunmadığı bir siyasal-hukuksal ortama işaret ediyor. Tablo, modern kapitalist bir ülkeyi değil, adeta bir kabile düzenini çağrıştırıyor.
AKP iktidarı, Türkiye’nin ulusal birliğini sarsmış, hatta ortadan kaldırmış bulunuyor. Artık bu ülkede bir birinden kültürel, siyasal ve psikolojik bakımdan kopmuş, dolayısıyla ortak kaygıları, sevinçleri ve gelecek tasavvurları olmayan birden çok millet oluştuğu görülüyor.
Niteliksiz, bilgisiz, görgüsüz, birikimsiz bir kadro hile ve tertiple ülkeye el koydu. Bu İslamcı kadro, toplumun en geri, cahil, saldırgan, intikamcı ve en yağmacı kesimlerine dayanak, dahası onları harekete geçirerek yaklaşık 200 yıllık bir derinliğe sahip aydınlanma çizgisinde köklü bir kırılma yarattı.
* * *
Türkiye vasatın, yobazlığın ve Ortaçağ’ın isyanıyla karşı karşıya. Ülke örgütlü, imal edilmiş ve toplumsallaşmış bir cehaletin saldırısı altında. AKP iktidarının 14 yılı, toplumu bir arada tutan son bağları da kopardı. Toplumu birleştiren ulusal, sınıfsal, kültürel ve tarihsel bütün zeminler imha edilmiş durumda. Ülke ve ulusu birleştirecek ortak değerler, referans alanları ve kültürel çerçeve neredeyse kalmadı.
Bu nedenle, ülke ve toplumun sürüklendiği tarihsel kavşakta, Türkiye ya modern değerler üzerinde yeniden inşa edilecek ya da bütün unsurlarına doğru çözülerek dağılacak.
Toplumun en ileri, aydınlanmış, üreten, kültürünü ve sanatını yaratan, bu anlamda demokratik bir rejimin temelini oluşturacak kesimlerine karşı, böylesine ilkel bir kin ve derin bir aşağılık kompleksinden beslenen düşmanlıkla saldırarak, ne tek millet olunur ne de tek devlet korunur!..
Türkiye bu İslamcı faşizan saldırıyı püskürtmek zorundadır. Bu nedenle başkanlık anayasası için yapılacak referandumda oluşacak hayır cephesi, ideolojik önyargılardan arındırılmış bir perspektifle olabildiğince genişletilmelidir. Toplumun en geniş bir kesimlerini kapsayan cumhuriyetçi, yurtsever ve demokratik bir hat kurulmalıdır. Ülkenin geleceği için yaşamsal bir döneme girildiği bilinmelidir.
* * *
Erdoğan ve AKP yenilebilir. Çünkü AKP’yi iktidara getiren bütün iç ve dış dinamikler köklü bir değişime uğramış durumda. Özellikle 12 Eylül 2010 Referandumundan sonra büyük ölçüde devlete egemen olan AKP, kendi dar ideolojik (İslamcı) programını uygulamaya yöneldikçe, sadece toplumun değil, egemen sınıf ve güçler arasındaki ortak zeminlerin de imha olmasına yol açtı. Eski iktidar bloku büyük ölçüde dağıldı, ancak yerine yeni bir iktidar bileşimi oluşturulamadı.
Uzunca bir süre emperyalizm, küresel sermaye ve Türkiye büyük burjuvazisi için en kullanışlı araç olarak işlev gören AKP’nin, giderek bu kesimlerin başına bela olduğu görülüyor. Küresel sermayenin bütün kirli işlerini gören AKP, rolünün bittiği ortaya çıktığında, 7 Haziran 2015te de görüldüğü gibi iktidarı terk etmiyor. Bütün radikal örgütler gibi, kendi dar mezhepçi programını topluma dayatma ısrarını sürdürüyor. Ancak, AKP iktidarı kendi uygarlık projesini yaşama geçirmeye çalıştıkça, dinci faşist bir karakter kazanıyor.
Dolayısıyla AKP, kendi ideolojik (dinci) hedeflerine ulaşmak için toplumu zorladıkça, başlangıçta belli çekincelerle de olsa destek veren İstanbul burjuvazisinin, artık bütünlüklü olarak Erdoğan’ın arkasında durmadığını saptamak gerekiyor.
Aynı şey, Batılı emperyalist güçler ve küresel sermaye ile AKP’nin ilişkisi için de geçerli. Artık işi biten, ama iktidarı terk etmeyen AKP’nin bugün ABD ve Batılı güçlerle çatışıyor görünmesi son derece aldatıcıdır. AKP’nin bütün çabası, Batı ve ABD’ye, Bana mecbursunuz demek, benimle anlaşmak zorundasınız tezini kabul ettirmektir. Çünkü AKP, Türkiyeye biz hakimiz ve alternatifimiz yok görüşünü dayatmaya çalışmaktadır.
Durum böyle olunca, AKPnin bugünkü samimiyetsiz ve salt ideolojik-kültürel gerekçelere dayalı Batı karşıtlığından, bazı ulusalcıların yaptığı gibi, anti-emperyalist bir çizgi çıkarmak saçmalıktan öte bir şey değildir.
AKP ve Erdoğan, 1 Kasım 2015 seçimlerinde büyük sermaye çevreleri ve Batıyı son kez ikna etmeyi başarmış olsa da; öngörülemeyen, güvenilemeyen ve özel bir ajandaya (programa) sahip olduğu ortaya çıkan bir parti ve lider olarak kuşkuları gidermeyi başaramadı.
* * *
Erdoğan-AKP iktidarı, rejim değişikliğini tamamlamak ve ülkeyi öngördükleri siyasal ve toplumsal hedeflere taşımak konusundaki ısrarını sürdürüyor. Aktüel olarak bu hedef, başkanlık sistemi ve yeni anayasa şeklinde toplumun önüne konulmuş durumda. Günümüzdeki siyasal ve toplumsal çatışma hattı da tam buradan geçiyor.
Bütün iç ve dış iktidar dinamiklerini yitiren AKP’nin meşru zeminde kalarak iktidarını sürdürmesi çok zordu. Dahası, AKP iktidarı için tek güç ve meşruiyet kaynağı olan sandık da yetmeyecekti. Nitekim öyle oldu ve AKP 7 Haziran 2015 seçimlerini kaybettiği halde iktidarı bırakmadı. Bu durumda AKP iktidarının sürdürebilmesi için olaysız baskı ve şiddet aygıtlarını devreye sokmaktan başka çare yoktu. Öyle de yaptı.
Aslında AKP iktidarından kurtulmak için bütün nesnel şartlar hazır. Ancak bilmek gerekiyor ki, bu iktidar kendiliğinden gitmeyecek. Bir mucize de olmayacak. Örneğin şiddetli bir ekonomik kriz, beklenenin aksine otomatik şekilde bu iktidarı tasfiye etmeyecek. Kaldı ki, böyle bir ekonomik kriz, tam tersine sonuçlara da yol açabilir.
Özetle, AKP iktidarından kurtulmak için öznel (sübjektif) koşullar hazır değil. İşte bu durum toplumda çürütücü bir etki yaratıyor. Ülke kıstırıldığı köşeden çıkamıyor. Tarih ve toplum acı çekiyor.
Diğer taraftan öznel koşulları hazırlamak bizim ellerimizdedir. Değilse, sürdürülemez olan bu durum (fiili rejim) karşısında başka çözüm girişimlerinin devreye girmesi kaçınılmazdır.
* * *
Türkiye 7 Haziran 2015ten beri darbelere açıktır. Başkanlık dayatması, toplumu sindirme girişimi ve zaten çok sınırlı olan demokratik hak ve özgürlüklerin askıya alınması, istikrar değil tam tersine yeni darbeler için uygun ortam yaratacaktır. Bu, Amerikancı-devletçi bir darbe olabileceği gibi, Erdoğancı-İslamcı 20 Temmuz darbesinin derinleşmesi, örneğin, yeni bir militarist hamleyle açık diktatörlük niteliği kazanması şeklinde de olabilir.
Erdoğancı açık darbe hamlesi, Nisan 2017 referandumunun kaybedilmesi ya da kaybedileceğinin ortaya çıkması halinde gelişebilir. Her iki halde de ülkenin bir iç savaşa sürüklenme olasılığı çok yüksektir.
Görece çatışmasız ve sistem içi denebilecek tek çıkış yolu ise, muhalefetin, AKP’ye destek vermeyen toplum kesimlerini kendi değerleri etrafında birleştirmesinin sağlayacağı kuşatma sonucu Erdoğan yönetiminin iktidardan indirilmesidir. Bu kuşatma AKP’yi bölebilir ve işleri kolaylaştırabilir. Bu durumda toplumu tatmin edecek şey, Erdoğan-AKP iktidarının hesap vermesi ve yaratılan tahribatın radikal bir programla onarılması olacaktır.
Belirtmeye gerek var mı bilmiyorum, ama yine de bir not düşmekte yarar görüyorum; yukarıda işaret ettiğim olasılıklar benim tercihlerimi değil, ülkenin sürüklendiği tarihsel kavşakta onu bekleyen kimi yolları ifade ediyor, o kadar. Önemsiz mi? Hayır! Tam tersine çok, ama çok önemli.