Türkiye önemli bir tarihsel dönemece giriyor. Bu dönemeç 16 Nisan referandumudur. Türkiye’nin kader eşiklerinden biri haline gelen 16 Nisan referandumunun yapılacağı gün, sonuç ne olursa olsun hiç unutulmayacak. Çünkü, ülkenin önemli tarihsel uğraklarından biri olarak anılacak. Öyle ki, 16 Nisan denildi mi, buna 2017 yılını eklemeye bile gerek kalmayacak. Herkes neden söz edildiğini anlayacak. Tıpkı 12 Eylül denildiğinde buna çoğu kez bir darbe sözcüğünü eklemediğimiz halde, Türkiye’nin önemli kırılma noktalarından birinden, 1980 dönemecinden söz ettiğimizin hemen anlaşılması gibi.
Ancak, kişisel ve toplumsal yaşamımızda çoğu kez içinden geçilen dönemin ya da dönemeçlerin tarihsel anlamını kaçırırız. Yaşamın ve olayların sıcaklığı içinde tarihsel deneyimin anlamını sonradan kavrarız. Bu kavrama hali ne kadar hızlı olursa o kadar iyidir. Değilse, önemli başarıları ıskaladığımız gibi, büyük yıkımları önlemek de mümkün olamaz. ABD doğumlu İngiliz ekspresyonist (dışavurumcu) şair ve yazar Thomas S. Eliot, Deneyimi yaşadık, ama anlamını kaçırdık der. Tarih yaşadığımız ama anlamını kaçındığımız denyimlerle doludur. Galiba liderlik de (kişisel, örgütsel, fikirsel) bu anlamın tam zamanında yakalanması ve gereğinin yapılmasından geçiyor.
Yine böyle bir tarihsel eşikte duruyoruz. Ancak, bu tarihsel dönemecin anlamının toplumsal ve siyasal bilince çıkarılamadığı açık. Bunun nedeni, özellikle hayır kampanyasını yürüten önde gelen kişi, çevre, platform ve partilerin tutumudur. Bu çevrelerin önemli bölümünün gerilimi düşürme, kutuplaşmayı önleme gibi iyi niyetli yaklaşım ve politik taktikleri böyle bir tablo yaratıyor. Ayrıca, değişen bir şey olmayacak ya da dünyanın sonu değil gibi sözüm ona aşırı sol ve fakat düpedüz apolitik diyebileceğimiz değerlendirmeler de 16 Nisan dönemecinin tarihsel önemini yeterince bilince çıkarmamızı önlüyor.
Diğer taraftan, topluma başkanlık anayasasını dayatanların, Cumhuriyetin kazanımlarını tasfiye ederek ülkeyi dinci-faşist bir diktatörlüğe sürüklemeye çalışanların ve evet kampanyasını yürüten diğer çevrelerin öncü kesim ve kadroları ise büyük ölçüde yaptıkları işin bilincinde. Siyasal İslamcı hareketin yüzde 12 ila 20 arasında olduğu tahmin edilen çekirdek tabanının da durumun farkında olduğunu söylemek mümkün.
Çünkü, Erdoğan-AKP kliği bir kurucu irade gibi davranıyor. Görmek gerekir ki, ülke 150 yıla uzanan tarihsel, siyasal ve ideolojik oylumu olan sert bir hesaplaşma kavşağına doğru gidiyor. Toplum, kaderini ve yönünü yeniden çizeceği tarihsel bir kırılma eşiğine doğru akıyor. İslamcı hareket tam da böyle bir bilinç ve rövanş alma güdüsü üzerinden hareket ediyor.
Şimdi, geniş bir bakışla bu toprakların 200 yıla ulaşan aydınlanma ve modernleşme tarihinde ve daha belirgin bir dönemselleştirme ile toplumun 100 yılı aşan yön tayininde köklü bir kırılma yaratacak evet olasılığının yol açacağı kimi sonuçları maddeler halinde değerlendirelim.
1- Öncelikle belirlenmesi gereken şudur; Referandumdan evet sonucunun çıkması halinde, sıradan, herhangi bir siyasal düzenleme olmayacaktır. Bu nedenle evet çıkması dünyanın sonu değildir gibi değerlendirmeler ajitatif bir motif olarak işlev görse de, bu yaklaşımın asıl gerçeğin görülmesini engelleme gibi bir yanılsamaya yol açma riski de var. Çünkü, evet seçeneğinin kazanması halinde, Türkiye’nin 150 yıllık Meclis geleneği ortadan kaldırılacak ve bir mutlakiyet rejimi kurulacaktır. Bu durum köklü bir tarihsel kırılma demektir. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. 100 yıllık siyasal İslamcı özlem gerçekleşmiş, 70 yıllık pasif karşı devrim süreci amacına ulaşmış olacaktır.
2- Fiilen yıkılan Cumhuriyet, referandumdan evet sonucunun çıkmasıyla hukuksal bakımdan da sonlandırılacaktır. Kurulacak diktatörlükle elde edilecek iktidar kudreti, başta laiklik olmak üzere 1908 ve 1923 devrimlerinin yarattığı bütün sonuçların tasfiyesi için kullanılacaktır. Yeni rejimin ideolojik arka planını Necip Fazılın İslamcı faşist anlayışı oluşturacaktır.
3- Kurulacak diktatörlüğün belirleyici niteliği dincilik ve faşizm olacak, İslamcı referansların belirleyici olduğu hibrit bir rejim oluşacaktır. Yani, toplum tarafından içselleştirilen modern kazanımlar bütünüyle ortadan kaldırılamayacağı için, ülke en iyi olasılıkla Pakistanlaşacaktır. Toplum bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilmek istenecektir.
4- Erdoğan-AKP iktidarı, başlangıçta toplumu yatıştırmak için (örneğin yine bir balkon konuşmasıyla) tansiyonu düşürmeye çalışacak, bu sırada kazandığı zamanda devlet içindeki tasfiyeleri tamamlamak ve başta ordu olmak üzere güvenlik aygıtı üzerinde tam bir hakimiyet kurmak isteyecektir. Hiç kuşku yok ki, hemen ardından ilerici ve sol muhalefet odaklarını ezmeye ve toplumu bütünüyle teslim almaya yönelecektir. Bu ezme fiilinin, acımasız bir imha sürecine dönüşmesi de olasılıklar içindedir.
5- Türkiye kısa sürede bir erken seçime götürülecek ve AKP içindeki Cemaat mensuplarının tasfiyesi sağlanacaktır. Yeni rejimin uygulanması için 2019 seçimleri beklenmeyecektir.
6- İddia edildiği gibi, hayır çıkması halinde değil, tam tersine sandıktan evet sonucunun çıkması ülkede kaos yaratacaktır. Çünkü bu sonuç, yenilgiden beter bir Pirus zaferi olacaktır. Tarihin akışına yönelik gerici müdahalenin toplumsal direniş refleksine yol açma olasılığı yüksektir. Dolayısıyla, “evet” çıkması halinde de Erdoğan-AKP iktidarı kısa sürede toplumu yönetemeyecek duruma düşücek, ülke müdahalelere ve yeni darbelere açık hale gelebilecektir.
7- Erdoğan-AKP iktidarı, Batının güvenini kaybetmiş durumda. Onlar için artık işlevli bir araç ve bölgesel ortak olmaktan çıktı. Siyasal İslam’ın son temsilcisi olarak görülen Erdoğan yönetimi, sandıktan evet sonucunu alarak söz konusu tabloyu değiştirmek istiyor. Diğer bir ifade ile Erdoğan, ABD ve Avrupa’yı yeniden kendisine mecbur bırakma siyaseti izliyor. Ancak, AKP’yi iktidara getiren bütün iç ve dış dinamikler değişmiş durumda. Ama Erdoğan bu realiteye karşı direniyor. Oysa, Siyasal İslam’ın bütün dünyada iflas ettiği ve tasfiyesine karar verildiği bir tarihsel kesitte Erdoğan’ın sonuç alma şansının çok zayıf olduğunu bilmek gerekiyor.
8- Yukarıda 7inci maddede ifade ettiğim nedenlerle, eğer sandıktan “evet” çıkarsa, Batı bir meşruiyet tartışması başlatabilir. Örneğin, referandumun anti-demokratik koşullar altında yapıldığı belirtilerek, sonucu tanımadığı -açıkça ilan etmese bile- ima edilebilir. Böyle bir gelişme Erdoğan için iktidar alanını alabildiğine daraltacaktır. Dolayısıyla, “hayır” çıkması durumunda, hemen ya da birkaç ay içinde iktidarı kaybedeceğine kesin gözüyle bakabileceğimiz Erdoğan kliğinin, “evet” sonucunu alsa da, yine uzun süre yerinde kalamayacağını öngörebiliriz. Bunun tek şartı etkili bir direniş hattının kurulmasıdır.
9- Türkiye büyük burjuvazisi de Erdoğan’ın olağanüstü yetkilere sahip olduğu bir iktidar ve rejim değişikliğinden ürküyor. Bu nedenle, geçmişte bütün kirli işlerini gördürdüğü bu kadroya artık istekli şekilde destek vermiyor. Ancak, Erdoğan Batıya karşı izlediği taktiğe benzer bir yöntemle büyük sermaye çevrelerini de kendisine mecbur bırakmaya, böylece yeniden zoraki bir uzlaşma zemini yakalamaya çalışıyor.
10- Öte yandan, Erdoğan yönetimi artık toplumsal rıza ve ideolojik-siyasal onay üretemiyor. Bu nedenle baskı, siyasal şiddet ve hatta devlet terörünü giderek daha yaygın şekilde devreye sokuyor. Düşük yoğunluklu da olsa İslami bir rejim kurmak için şiddet yöntemini izledikçe, hem toplumsal tabanı daralıyor hem de egemen sınıflar içinde bir klik partisine dönüşüyor.
Sonuç olarak, sandıktan hayır çıkması toplumun rahat bir nefes almasını sağlayacağı gibi, tarihin olağan akışına da uygun düşüyor. Ancak, bunun kendiliğinden olmayacağını ve tarihin büyük sapmalara uğrayarak ilerlediğini de bilmek gerekiyor. O nedenle son etapta (haftada) çok çalışmak ve sandık başına gitme oranını yükseltmek için elden geleni yapmak gerekiyor. Çünkü sandıktan hayır sonucunun çıkması, belki bütün kötülüklerin sona ermesi anlamına gelmeyecek, ama toplumun geleceğini yeniden kurması için bir başlangıç noktası oluşturacaktır.
Sandıktan “hayır” çıkması halinde ortada ne AKP iktidarı ne başkan ne de başkanlık rejimi kalacaktır.