CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun kimsenin beklemediği bir hamle yaparak Ankara’dan İstanbul’a başlattığı Adalet Yürüyüşü, daha yolun başında bütün ülkede giderek büyüyen bir umut dalgası oluşturmuş durumda. Yön duygusunu kaybeden, karanlıklar içinde bir çıkış yolu arayan ve neredeyse umudu tükenmiş geniş halk kesimleri üzerinde, bir işaret fişeği etkisi yarattı.
Türkiye’nin zaten çok kararsız olan siyasal dengelerini değiştirecek nitelikteki bu eylem, Erdoğan-AKP iktidarının hesaplarını bozdu. İnisiyatif uzunca süredir ilk kez iktidardan muhalefet güçlerine geçti.
HEDEF KILIÇDAROĞLUYDU
CHP’den böyle etkili ve eylemli bir çıkış gelmeseydi, hedef Kemal Kılıçdaroğlu olacaktı. Dikkatli bir gözlem ve elimizdeki verilerin titiz bir analizinden çıkardığımız sonuca göre, çok açık ki, AKP iktidarı Milletvekili Enis Berberoğlu’nun tutuklanmasıyla yetinmeyecekti. Asıl amaç Kemal Kılıçdaroğlu’nu etkisizleştirmek, hatta tutuklayarak hem kendisini hem de CHP’yi paralize etmekti.
Böylece CHP’nin kapatılmasına kadar uzanacak bir operasyonla hem topluma büyük bir gözdağı verilmiş olacak hem de bir korku iklimi yaratılarak ülke teslim alınmak istenecekti. Amaç, 2019 başkanlık seçimlerini almayı garantileyecek bir siyasal ortam, yani dikensiz gül bahçesi yaratmaktı.
Çünkü, 16 Nisan Referandumunu ancak hileyle kazanan, Yüksek Seçim Kurulu eliyle gerçekleştirilen sahtekarlıkla halkın iradesini çalanlar, 2019da yapılacak başkanlık seçimleri konusunda derin bir endişe yaşıyordu.
İşte Adalet Yürüyüşü bu derin hesabı bozdu.
EYLEM CHPYİ AŞTI
Yürüyüşün toplumda yarattığı pozitif etki, CHP ve liderini aşan bir özelliğe sahip. Bu sonuç, CHP’nin çizgisinden bağımsız olarak, bir anlamda CHP’ye rağmen eylemin yol açtığı nesnel bir durumdur. Eğer CHP liderliği kendilerine bağlanan umudun gereğini yapar, toplumu -daha önce örnekleri görüldüğü gibi- yarı yolda bırakmazsa, bu yürüyüş AKP iktidarının çözülmesine ve çökmesine yol açabilir. Dinci faşizan diktatörlük girişimlerinin de önünü keser. Daha da önemlisi ülkenin yeni bir başlangıç yapması için gerekli önkoşulların oluşmasını sağlayabilir.
Yok eğer CHP liderliği eylemin belli bir aşamasında geri çekilirse, beklentileri aşan büyüklükte bir yıkıma yol açarak bütün umutları tüketebilir. Böyle bir gelişme, CHP’nin değilse bile Kılıçdaroğlu’nun sonu olur. Ülkenin İslamcı bir dikta rejimine sürüklenmesinin önünü tam anlamıyla açar.
AKP’NİN HESABI DA EZBERİ DE BOZULDU
Ancak, öyle anlaşılıyor ki, Kılıçdaroğlu’nun başlattığı Adalet Yürüyüşü AKP iktidarını hazırlıksız yakaladı. İktidar önce nasıl tepki vereceğini bilemedi. AKP iktidarının sadece hesabı değil, ezberi de bozuldu. Ardından yürüyüşün toplumu sarstığını görünce toparlanıp tehdit etmeye başladılar. Tehditlerin dozunu her geçen gün yükseltseler de bir kez ok yaydan çıktı. Artık sert bir çatışma ve kırılma yaşanmadan tehditlerle sonuç almak mümkün değil.
Gün geçtikçe yürüyüşe verilen desteğin artması, Erdoğan-AKP yönetiminin kurmaya çalıştığı yeni iktidar blokunu da sarstı ve çözülmeler başladı. TÜSİAD bile alışılmışın ötesine geçen bir açıklama yaparak iktidarı hukuk ve adalet ilkelerine uymaya davet etti.
Diğer taraftan, CHP ve Kılıçdaroğlu, bu eylemle bir anlamda kendisini de temize çekme fırsatını yakaladı. CHP, hem izlediği bazı milliyetçi ve piyasacı politikalar nedeniyle hem de liberallerin terörize ettiği siyasal-entelektüel ortamın bir sonucu olarak daha önce koptuğu sol ile yeniden ilişkilendi. Öyle ki, çeşitli sendika ve meslek örgütlerinin yanı sıra birçok sosyalist grup ve örgüt de yürüyüşü desteklediğini açıkladı. Çok uzun süredir ilk kez böyle bir tablo oluştu.
CHP YETERİNCE HAZIRLIKLI MI?
CHP yönetiminin bu yürüyüş üzerinde ne kadar düşündüğünü, ne ölçüde hazırlık yaptığını bilmiyoruz. Ancak, yeterli fikri ve siyasal hazırlığın yapılmadığı gibi bir izlenime sahibim. Oysa, herkes için adalet ve özgürlük istemiyle başlatılan bu yürüyüşle neyin hedeflendiği, yapılan ayaküstü açıklamaların ötesinde kısa ve net bir program olarak (mümkünse yazılı şekilde) ilan edilmelidir. Eylemin akışına ilişkin olası her gelişmeyi dikkate alarak, çeşitli senaryolar oluşturulmalıdır. Çok daha önemlisi, toplum bu eylemle ilişkilendirilmeli, kitleler edilgen bir şekilde yürüyüşü izleme konumundan çıkarılmalıdır.
Anımsanacağı gibi, özellikle 2010 yılından sonra AKP sokağı terörize edip, yeniden örgütlediği sokak milisleri eliyle saldırılar düzenlerken -Kırşehir örneği çok önemlidir- bunun karşısında sürekli geri çekilen, sadece barış çağrısı yapan pasifist bir anlayış, topluma güven veremezdi. Vermedi de… Tersine bu durum korkunun yayılmasını kolaylaştırdı ve bir özgüven yıkımına yol açtı.
Muhalefet, özellikle bu alanın en büyük gücü olarak CHP, AKP karşıtı büyük kitleyi ilerici değerler etrafında birleştiremedi. CHP’nin bıraktığı boşluğu sosyalist sol da dolduramadı. HDP ise, bütün çabalarına karşın kendi dar milliyetçi taleplerini aşacak, solu ve Türkiyeyi kucaklayacak bir performans gösteremedi.
Son 15 yıldır, Cumhuriyet mitingleri ve Gezi direnişinden sonra ilk kez siyasal inisiyatifin muhalefete geçme şansı doğdu. Bu fırsatı iyi değerlendirmek, bütün toplumun kaderini ilgilendiren bir öneme sahip. Bu nedenle Adalat Yürüyüşü, konulacak bütün rezervlere rağmen amasız-fakatsız şekilde desteklenmelidir. Tarihsel sorumluluk hepimizin omuzlarındadır.