Türkiye bir Ortaçağ gücünün saldırısı ve kuşatması altında. Toplum hızla yeni bir hesaplaşma eşiğine doğru sürükleniyor; ya aydınlık geleceğini kazanacak ya da akıl ve bilimden kopmuş Emevi yobazlığına teslim olan bir Ortadoğu ülkesi haline gelecek.
İktidara el koyan siyasal İslamcı kadro adeta ülkenin boğazını sıkıyor. Öyle ki, 200 yıllık bir aydınlanma ve modernite birikimi olan toplumu bütün kazanımlarını terk etmeye zorluyor. Ülke, bilgisiz ve görgüsüz bir kasaba yobazlığının tacizi altında bulunuyor. Fethullahçı Çetenin 15 Temmuz 2016 darbe girişimini bir fırsata çeviren Erdoğan-AKP iktidarı, İslamcıların bütün fantastik tezlerini yaşama geçirmeye çalışıyor.
Ancak, söz konusu girişimin başarı şansı bulunmuyor. Büyük bedeller ödense de toplumun böyle bir yobazlığa teslim olması imkansız görünüyor. Tayyip Erdoğan’ın, 15 Temmuz anma törenlerinde yaptığı konuşmalarda da gündeme getirdiği klasik bir muhafazakar-İslamcı hipotezin tartışması üzerinden bunun neden imkansız olduğunu kısaca irdeleyelim isterseniz.
İslamcıların, muhafazakar siyasetçi ve ulemanın sürekli gündemde tuttuğu bu fantastik tezlerin esasını oluşturan varsayımı şöyle özetleyebiliriz; Türkiye’yi tarihsel ve kültürel bakımdan belirleyen temel etken İslam medeniyeti olgusudur. Meşrutiyet ve özellikle Cumhuriyet dönemlerinde Türkiye seçkinleri İslam uygarlık havzasından koparak Batı uygarlık havzasına iltica ve iltihak etti. Ancak toplum yerinde kaldı. Dolayısıyla devleti elinde tutan elitler ile millet arasında bir uçurum oluştu. Bu uçurum kültürel çatışmaya yol açtı. Bu anlamda devlet ile millet arasında 100 yıldır devam eden bir kavga vardı.
Temel tez böyle olunca, hedef de devlet ile milleti barıştırmak şeklinde belirleniyordu. Dolayısıyla bu çelişkinin çözümü de Cumhuriyeti İslami ilkelere dayalı olarak yeniden yapılandırmak şeklinde ortaya konuluyordu. Laikliği din odaklı şekilde yeniden tanımlamak ve kamusal yaşamı büyük ölçüde dinselleştirmek, devletle millet arasında kurulmak istenen bu barışın bir başka gerçekleşme şartıydı.
Yukarıda sözü edilen muhafazakar-dinci hipotezin temelinden yanlış ve bilim dışı bir yaklaşım olduğunu söylemeliyiz. Çünkü, bu yaklaşımın sahipleri, dinci bir bakışla Batı kültür havzasını Hristiyanlıkt’an ibaret sayıyor. Batıda aydınlanma, modernleşme, uluslaşma süreçlerinin yarattığı kültürü, felsefe birikimini, bilimi, edebiyatı görmüyor. Daha da önemlisi, bütün bunların insanlığın ortak kazanımlarını oluşturan evrensel değerler olduğu gerçeğini kavrayamıyor. Ayrıca bu anlayış, İslam dünyasında sadece Sünni İslamı, dahası Sünni İslam içinde de daha sınırlı bir yaklaşımı esas alan bir kültür ve medeniyet tanımına dayanıyor. Diğer İslami mezhep, yorum ve ekolleri dışlayarak dar cemaatçi bir anlayışı, Emevi ideolojisini din diye topluma dayatıyor.
Diğer taraftan Türkiye, 200 yıla yaklaşan bir uluslaşma, modernleşme ve aydınlanma mücadelesiyle bu süreçte oluşan zengin bir birikime ve geleneğe sahiptir. Toplum tarafından içselleştirilmiş, küçümsenmeyecek bir seküler bilinç ve yaşam tarzı söz konusudur. Bu nedenle Cumhuriyetin bir avuç seçkinin rejimi olduğu yönündeki varsayımın temelinden yanlış olduğu açıktır. Cumhuriyeti seçkinlerin rejimi sananlar, 2007 mitingleriyle başlayan, ulusal bayramlardaki kitlesel eylemler ve Gezi /Haziran başkaldırısıyla devam eden direniş karşısında şaşırdılar. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun öncülüğünde yapılan Ankara-İstanbul Adalet Yürüyüşü ve 9 Temmuz’da gerçekleştirilen büyük Maltepe Mitingi de bu kategoride sayılmalıdır.
Yukarıda işaret ettiğim tarih tezinin çok önemli bir boyutunu da şu teori oluşturuyor: Batının fenni ve tekniğI yerine, kültürünü ve üstyapı kurumlarını (hukuku, yönetim biçimi vb.) aldık. Bu yanlıştı ve tutmadı. Bu anlayışa göre Batı kültürü aynı zamanda ahlaksızlıktı. Bu nedenle tam tersi yapılmalıydı, Batının fenni ve tekniği alınmalı, kültürü reddedilmeliydi. Daha da önemlisi yerel kültür korunmalıydı. Böylece devlet ile millet arasında oluşan ikilik, kültürel çatışma ve kavga olmayacak, varsa ortadan kalkacaktı. Burada sözü edilen yerel kültür kuşkusuz İslam diniydi. Hatta siyasallaşmış dindi bu… Geri kalmışlığın nedeni de dinden uzaklaşılmış olmasıydı.
İşte ikinci büyük yanlış da bu efsanedir. Hiçbir ikna edici kanıt ve bilimsel gerekçeyle desteklenmeyen bu varsayım, sürekli tekrar edilerek muhafazakar çevrelerde genel bir kabule dönüştürülmek istenmiştir. Oysa, ilk varsayımı tamamlayan bu yaklaşım, Batının bilimini ve tekniğini yaratan şeyin, onun kültürü olduğunu görmüyor. Dahası bu gerçeği reddediyor. Çünkü, Batı kültürü denildiğinde aklına önce din, ardından da eğlence anlayışı geliyor.
Gerçekte ise modern Batı kültürünü yaratan şey dinin eleştirisiydi. K. Marx’ın işaret ettiği gibi, ancak bu eleştiri tamamlandıktan sonra batı Batı oldu ve bugünkü uygarlık seviyesine ulaştı. Bu tutum dinin ortadan kaldırılması anlamına gelmiyordu. Din toplumun özel alanına bırakılıyordu.
Batı kültürünü oluşturan olgu, laikliği devlet ve toplum yaşamına egemen kılmaktı. Dünyayı ve toplumu akıl ve bilimle yönetmenin esas alınmasıydı. Özgür felsefe, bilim ve edebiyattı. Batının fenni ve tekniği denilen şeyi bu kültür yaratmıştı.
İslamcı ve muhafazakâr hareket 300 yıldır bu gerçeği göremedi. Bu taassup nedeniyle Müslüman dünya, hâlâ geri kalmışlık karanlığı ve sefaleti içinde acı çekiyor. Gazali teolojisi ve Emevi ideolojisinin hakimiyeti altındaki İslam dünyası kendi Ortaçağını bu nedenle aşamıyor.
Nitekim, Milli Eğitim müfredatını bir kez daha değiştiren, ilk ve orta öğretimde din derslerini daha da artırıp evrim teorisini derslerden çıkaran, buna karşılık şeriat ve cihad konularını programa alan AKP iktidarı, güya bu yolla mazi ile atiyi yani geçmişle geleceği bir birine bağladığını iddia ediyor. Oysa yapılan şey, toplumu daha çok dinselleştirerek ülkenin gelişeceğini sanmak gibi akıl dışı bir tutumdur. Bu Pakistan’ın yoludur. Dünyada, yaşamı dinselleştirdiği için gelişen tek bir ülke bile yoktur.
Dolayısıyla bu gidiş sürdürülemez. Bir yerden kopacak. AKP’nin hikayesi bitti. Bütün tezleri yaşamın ve tarihin duvarına çarparak parçalandı. Öyle ki, 15 Temmuz anmalarını bile toplumu birleştiren ve iktidar meşruiyetini büyüten bir etkinlik olarak gerçekleştiremedi.
Siyasal İslamcılığın dünyada iflas ederek yüz kızartıcı bir yenilgiye uğradığı ve büyük itibar kaybettiği koşullarda Türkiye’de dinci bir iktidarın başarılı olması için hiçbir neden yok. Çünkü, ülke ve toplumun büyük kesimi artık bir kusma aşamasına geldi. Dünyada tecrit edilen AKP iktidarının, toplumsal barışı bozan, ulusu ayrıştıran, ülkeyi parçalayan ve geleceği tehdit eden bir etkene dönüştüğü ortaya çıktı.
Sonuç olarak; 15 Temmuz’u fırsata çevirip 20 Temmuz’da kendi darbesini yapma cinliği ve Yüksek Seçim Kurulu eliyle yapılan referandum sahtekarlığıyla büyük bir ülkenin kaderine el koymak mümkün değildir.
Yeni bir ilerici, cumhuriyetçi ve laik toplumsal dalga yükseliyor. AKP iktidarının sarsan bir dalga… Maltepe Mitingi bu dalganın sadece kıyıya vuran öncü sularıydı. Bu ülke gerici saldırıya teslim olmayacak, göreceksiniz.
AKP iktidarı hızlanan bir çöküş sürecinin içindedir.