ABC Politik

Merdan Yanardağ
5 Ocak 2018
Email :

Kurultay sürecini yaşayan Cumhuriyet Halk Partisinin (CHP) siyaset ve dolayısıyla muhalefet yapma tarzı hakkında bir tartışma yapmanın tam zamanı diye düşünüyorum. Dostça bir tartışma ve yapıcı bir eleştirinin, eğer karşılıklı olarak hakkı verilebilirse CHP’ye zarar vermeyeceğine, tam tersine katkıda bulunacağına inanıyorum. Böyle bir tartışma yapmanın önemi de nedeni de açıktır; CHP dinci-faşizan bir diktatörlüğe doğru sürüklenen Türkiye’de hiç kuşkusuz en önemli partidir. Önemli partidir çünkü; bu süreklenişi durduracak en büyük potansiyele, güce, tarihsel köklere ve örgütsel kapasiteye sahip parti CHP’dir. Hakkını verse de vermese de muhalefet alanının amiral gemisidir.

Dolayısıyla CHP’nin tarihsel sorumluluğu büyüktür. Ancak, bu tarihsel ve toplumsal sorumluluğunu yerine getirdiğini söylemek çok zordur. Bu durumun temel nedeni, CHP’nin ideolojik-politik hattındaki belirsizlikler ile siyaset ve muhalefet yapma tarzındaki yaşamsal sonurlardır.

CHP’nin sınıfsal karakteri ve müesses nizam ile ilişkilerini şimdilik bir kenara bırakarak, bu sorunların kaynağında yatan etkeni şöyle özetleyebiliriz; sağcı, dinci ve muhafazakar eleştirinin etkisi altında kalarak rota belirlemeye çalışmak… Derin bir özgüven yitimi ve tuhaf bir suçluluk kompleksinden kaynaklandığını söyleyebileceğimiz bu hastalıklı tutumdan kurtulmadan, CHP’nin kendi zemininde bile etkili bir muhalefet hattı geliştirmesi imkansızdır.

Konuyu açalım; CHP yönetimi, kendi sözünü ve hangi siyasal hedefler için mücadele ettiğini değil, öncelikle sağcı-dinci çevrelerin kendisi hakkında ne söylediğine bakarak, dolayısıyla sürekli savunma hattında kalan bir siyaset yürütüyor. Aynı tutumun bir sonucu olarak, kendisini adeta cumhuriyetin bütün kötülüklerinin sorumlusu gibi görüyor. Durum böyle olunca, dosta düşmana kendisinin değiştiğini kanıtlamaya çalışıyor.

CHP, dincilere karşı “din düşmanı” olmadığını, liberallere karşı “demokrat” olduğunu, piyasacılara karşı “servet düşmanlığı” yapmadığını, Sünni muhafazakarlara da “Alevi partisi” olmadığını kanıtlamaya çalışmak gibi saçma, bütün enerjisini emen ve sözünü söylemesini engelleyen beyhude bir çaba içine giriyor.

Öyle ki, 15 Temmuz’dan sonra “darbeci” olmadığını kanıtlamak için Yenikapı’ya giderken, bu kez dincilerin diğer kanadı, yani AKP ikinci darbeyi (20 Temmuz darbesini) yapıyordu. Kendini kanıtlama çabaları ise hiçbir işe yaramadı, yaraması da mümkün değildi. Nitekim, beklenebileceği gibi AKP yeniden CHP’yi “darbeci” ve hatta “Fethullahçı” olmakla suçlamaya başladı.

Oysa, söz konusu eleştirilerin hiçbir değeri ve önemi yoktu, olmayacak da.. Çünkü, yakın zamana kadar liberallerin de desteğini alan bu eleştirilerin esası yalana, demagojiye ve tarihsel gerçeklerin çarpıtılmasına dayanıyor. Bir kara propaganda olmanın ötesine geçemiyor. Ancak, gerçek durum böyle olmasına karşın, CHP üzerinde sanıldığından çok daha fazla etkili olduğu da açık. Dahası, gerçek durum parti kadroları tarafından kitlelere bir türlü anlatılamıyor.

Bu anlatamama halinin nedeni beceriksizlik değildir. Nedeni, siyaset ve muhalefet yapma tarzındadır. Dolayısıyla bu tarz-ı siyaseti değiştirmeden söz konusu gerçeği etkili, sonuç alıcı ve iktidar çevrelerini sarsacak şekilde ortaya koymak da mümkün değildir.

Yapılacak ilk iş, bu sahte eleştiri ve kara propagandaya hiçbir şekilde prim vermemek, kendi işine bakmaktır. Savunma çizgisi yerine saldırı tutumunu esas almaktır. Unutmayın ki, CHP bu ülkenin yönetiminde 70 yıldır tek başına bulunmuyor. Dolayısıyla, çarpık sanayileşmenin, gecekondulara boğulan çağ dışı kentleşmenin, derin gelir adaletsizliğinin, ortalama eğitim düzeyinin 4 yılda kalmasının, toplumun yeniden Ortaçağ karanlığına gömülmesinin birinci dereceden sorumluluğunu taşımadığı açıktır.

Bu karanlık tablonun sorumlusunun emperyalizmin işbirlikçisi, Amerikancı milliyetçi sağ ve onların gölgesinde büyüyen dinci partiler olduğunu hiçbir zaman unutmamak gerekir.

Öte yandan AKP, yıllardır iktidardaki muhalefet partisi gibi davranıyor. Liberal ve gerici medya yıllardır devletin bütün kötülüklerinin sorumlusu olarak CHP’yi, hatta solu gösteriyor. İşin garip tarafı, CHP izlediği muhalefet yapma tarzıyla bu iddiayı örtülü biçimde adeta kabul ediyor. Kendisini devletin sahibi sanıyor.

Oysa biliyoruz ki, devlette on yıllardır CHP’li bir üst düzey bürokrat, hatta bir başkomser ya da bir okul müdürü bulmak bile zor. Dolayısıyla CHP öncelikle yaklaşık 30 yıldır içine sürüklendiği bu ruh halinden, Cumhuriyet döneminin bütün kötülüklerinden sorumlu olduğuna ilişkin tuhaf kompleksten kurtulmalıdır.

CHP atak, kapsamlı ve net bir karşı söylem geliştirmeli, ideolojik ve entelektüel inisiyatifi yeniden ele geçirmeye çalışmalıdır. Unutmayın ki, 1970li yıllarda CHP o “devlet partisi” olmak kompleksi ve görüntüsünden kurtularak kurulu düzene ilişkin eleştirilerini yükselttiği için başarılı oldu. Bütün sloganları düzen değişikliğini vurguluyordu. Öyle ki, “bozuk düzen” kavramı en yaygın söylem aracı haline gelmişti.

KENDİSİNE İNANCINI YİTİREN PARTİ

CHP’nin en büyük örgütsel ve siyasal sorunu ise, bu partiye oy veren yurttaşların beklentileri ile parti yönetiminin siyaset tarzı ve ideolojik profili arasındaki mesafenin bir uçuruma dönüşmeye başlamasıdır. CHP kavga edilmesi gereken yerde uzlaşma aramaktadır. Öyle olduğu için de dayak yemektedir. Çünkü kavga başlamış durumda. O nedenle bugün uzlaşmaya değil, mücadele etmeye ihtiyaç var. Uzlaşma halkla sağlanmalı, muhafazakar ve merkez sağdaki seçmene güven verilmeye çalışılmalıdır.

Örneğin; ülke iç savaşa doğru sürüklenir ve CHP’nin de içinde yer aldığı toplumsal-kültürel havzanın bütün varlık gerekçelerine saldırılırken, Biz imam hatipleri kuran partiyiz diyerek muhalefet yapmaya çalışmak, yenilgiyi kabul etmek demektir.

Aynı şekilde, dünyada neo-liberal politikalar iflas etmiş ve kapitalist dünyada Keynesyen politikalara geri dönüş arayışları sürerken, örneğin Batılı sosyal demokrat partiler (İngiliz İşçi Partisi gibi) artık açıkça kamulaştırmayı savunurken, gerekirse özelleştirme de yapılır diyen bir muhalefet, bugünün dünyasında sol da olamaz, halkçı da…

Sağın dilini kullanmak, gerici sermaye partilerinin tezlerini kimi revizyonlarla sahiplenmek, toplumdaki muhafazakarlığa ve liberal şarlatanlığa göz kırpmak, ancak karşı tarafı doğrulamaktır. Dolayısıyla bu tutum, bırakın genel olarak halkı, kendi seçmeninden de destek görmeyecektir. Bu muhalefet tarzı dindar ya da muhafazakar yurttaşların size saygı duymasını da sağlamayacak, tam tersine güvensizliğe yol açacaktır.

Kimse CHP’den sosyalist bir sınıf partisi olmasını beklemiyor. Bu gerekmiyor da.. Kuşkusuz CHP bir kitle partisidir. Ancak ideolojik hattı olan (olması gereken) bir kitle partisi.. Bu nedenle, bir burjuva demokratik devrimine önderlik eden ve Cumhuriyeti kuran parti (ya da güçlerden biri) olması nedeniyle, CHP’den tutarlı bir aydınlanmacı ve halkçı parti olmasını istemek hakkına da herkes sahiptir.

Yukarıda örnek olarak değindiğimiz iki alandan birini, imam hatip okulları konusunu biraz daha açarak ne demek istediğimi daha iyi anlatacağımı düşünüyorum…

Bu bahiste alınması gereken tutum açıktır; ihtiyaç fazlası imam hatip okullarının kapatılacağını, iki yüzlülükten ibaret olan kız imam hatip okullarının (İslam’da kadınlar imam da vaiz de olamıyor) tümüyle tasfiye edilerek yerlerine fen ya da teknik meslek liselerinin kurulacağını cesaretle ilan etmektir. Dahası,imam hatip okullarının Milli Eğitim sisteminin dışına çıkarılarak Diyanete bağlanacağını ve böylece eğitimde birlik ilkesinin yeniden sağlanacağını belirtmektir.

Yapılacak iş, imam hatip okullarının, yeniden yapılandırılacak Diyanet İşleri Başkanlığına bağlayacağını, mezunlarının sadece din adamı olabileceğini programına koymaktır. Teoloji eğitimi veren, yani bilimle ilgisi olmayan ilahiyat fakültelerinin de üniversite sistemi dışına çıkarılacağını ve İslam enstitüsü statüsüyle yine Diyanete bağlanacağını belirtmektir. Bütün tarikat okulları ve yurtları ile kaçak Kuran kursları ve pansiyonlarının kapatılmasını savunmaktır.

Muhalefet budur. Cumhuriyet karşıtı olmayan muhafazakar ve merkez sağ seçmenin güveni de ancak böyle sağlanır.

Gelelim özgüven ve kendine inanç konusuna… CHP yönetimi cumhuriyetin başlangıç ilkeleri ve kuruluş varsayımlarına sadakat, devrimcilik, halkçılık, laiklik ve kamuculuk konusunda açık bir tutuma sahip değil. Dahası bu yönde bir inancı da yok. Esasında sorun da tam burada. Belirsizlik sanki partinin genel çizgisi haline gelmiş durumda.

Örneğin; bazı partililerin kişisel tutumunu -ki birçok CHP’linin doğru bir ideolojik ve politik tutum içinde olduğunu biliyoruz- bir yana bırakırsak eğer, CHP özelleştirmelere, yani bu ülkenin ulusal birikimi ve halkın varlıklarının yağmalanmasına ilkesel olarak karşı mı değil mi, bilmiyoruz. Parasız eğitim ve sağlık hizmetlerinin kamusal (anayasal) bir görev olması gerektiği konusunda resmi olarak açık bir fikre sahip mi, emin değiliz. Bu anlamda bazı kamulaştırmalara gidecek mi, böyle bir politik perspektife sahip mi, kimsenin bir fikri yok. Daha kötüsü, dünya solu ve sosyal demokrasisinden habersiz partinin böyle bir niyeti de yok!

Dış politikada, örneğin Suriye’de Esad’ı mı, yoksa bizim bilmediğimiz demokratik bir muhalefet hareketi var da onu mu destekliyor, yine bilmiyoruz. Rusya konusunda ne düşünüyor, İran ile ilişkilerde bir perspektife sahip mi, belirsiz. NATO konusunda belli bir fikri var mı, kimse bu konuda da bir bilgiye sahip değil. ABD ile ilişkileri nasıl sürdürmek istiyor, belirsiz.

Sonuç olarak; CHP kendisine inancını yitirmiş bir parti durumundadır… Partide profesyonel politika yapanların pek azı siyasal inançları ve felsefi bir dava için kavga veriyor. Bu nedenle CHP önce kendisine olan inancını tazelemeli, ardından da aydınlanmacı, kamucu, halkçı ve sol bir perspektifle örgütsel ve siyasal mimarisini yeniden yapılandırmalıdır. Gerisi gelecektir.