ABC Politik

Merdan Yanardağ
29 Haziran 2018
Email :

Türkiye için tarihsel öneme sahip olduğu belirtilen 24 Haziran 2018 seçimini geride bıraktık. Bu seçimlerin siyasal, sosyolojik ve tarihsel önemine ilişkin analizine geçmeden önce, esaslı bir anımsatma yapmakta -uzatma ve sıkıcı olma pahasına- yarar görüyorum.

Öncelikle belirtilmelidir ki, yer yüzünde sınıflar üstü ya da sınıflar dışı bir demokrasi yoktur. Ne bugün ne de tarihte… Demokrasi sınıfsal bir kavramdır. Dolayısıyla hakim sınıf ya da güçlerin hukukunu ve siyasal düzenini ifade eder. Unutulmaması gereken en temel olgu budur.

Tarihte ilk demokrasi deneyimlerinin antik Yunan’daki site devletlerinde yaşandığını söyleyebiliriz. Bu demokrasi, yüz binlerce kölenin emeği üzerinde yükselir. Doğrudan ya da dolaylı şekilde köle sahibi olan, özgürlüğünü ve boş zamanını –ki o boş zamanda felsefe, kültür, sanat gibi alanlarla uğraşmalarını sağlamıştır- köle emeğine borçlu olan özgür yurttaşların düzenidir. O nedenle siyaset terminolojisinde, “köleci demokrasi” kavramıyla karşılanır.

Arenada ya da bir açık hava tiyatrosunda toplanan özgür yurttaşlar, kentin (polis) bütün sorunlarını konuşur, karar verir ve yöneticilerini seçerdi. Politika kavramının çıkışı da buna, yani ‘polis’ kavramına/sözcüğüne dayanır. Politika ise, kentte, yani “polis” te konuşulan bütün konuları ifade eden kavramdır. Politika “kentin işleri” demektir. Doğrudan bir demokrasidir bu.. Ama küçük bir ayrıntı vardır; köle sahibi olan özgür yurttaşlar için geçerlidir.

DEMOKRASİ, AYIBI ÖRTEN BİR ŞALDIR

İkinci demokrasi örneği ise sanayi devrimi, aydınlanma ve burjuva devrimlerinden sonra ortaya çıkan siyasal düzendir. Kapitalizm üzerinde yükselen yurttaşlık hukukunun gelişimi ile ortaya çıkmıştır. Genel oy ilkesine dayanır. Ulusu oluşturan bütün insanlar yasalar önünde eşittir. Biçimsel bakımdan (yasalar önünde) sınıfsal farklılıklar ortadan kaldırılmıştır. Ancak, mülkiyet ilişkileri (üretim araçlarının özel mülkiyeti) daha örtük, derin ve sinsi bir sınıfsal eşitsizlik düzeni yaratır. Bu burjuva demokrasisidir. Esas olarak sermaye sınıfının sınıfsal egemenliğini ifade eder. Bu bakımdan kapitalizm koşullarında yapılan en demokratik ve adil seçimler bile, son çözümlemede, burjuva sınıfı ve ortağı olan diğer güçlerin egemenliğini yeniden üretir.

Geç kalan burjuva devrimlerinin yaşandığı Türkiye gibi ülkelerde ise feodal ideolojinin etkisi altındaki geniş yığınlar, burjuva anlamda bile demokratik kurumların tam olarak oluşmasını sağlayamaz. Böyle toplumlardaki sözde demokrasiler, feodal toprak sahipleri ve din adamları sınıfının etkisi altında, bilinci ve aklı bağımsızlaşmamış geniş yığınların oylarıyla eski düzeni onaylamaktan başka bir işe yaramazlar.

DEMOKRASİ / DİKTATÖRLÜK DİYALEKTİĞİ

Sosyalizm ise, işçi sınıfı demokrasisi ya da toplumsal demokrasi olarak nitelendirilebilir. Nitekim, sosyalist teorinin kurucuları da onu böyle tanımlamıştır. Ancak bu tanımlama tersinden yapılmış ve sosyalizmin aynı zamanda proletarya (işçi sınıfı) diktatörlüğü olduğu da ifade edilmiştir. Bu kavramsallaştırma doğru ve açık sözlü bir ifade biçimi olarak siyaset tarihi ve terminolojisinde yerini almıştır.