AKP bu kez başaramadı. Türkiye’nin ilerici, demokratik ve aydınlanmacı güçleri ise kazandı. İslamcı parti ve iktidar için artık durdurulamayacak bir çözülme süreci başladı.
AKP, bu yerel seçimlerde büyük bir toplumsal tepkinin biriktiğini göremedi. Dolayısıyla AKP liderliği, yaşanacak oy kaybının tahminlerin üzerinde bir derinliğe sahip olduğunu da anlayamadı. Hazırlıkları yetersiz kaldı. Daha da önemlisi, muhalif ve demokratik güçler, ilk kez sandıklarda sıkı bir denetim kurdu. Seçimlerin yerel nitelikte olmasının da yarattığı bir denetim olanaklarıyla, hile ve sahtekarlığa izin verilmedi.
Ortaya çıkan tabloyu, yaşanan sadece ekonomik krize bağlamak klasik ve kolaycı değerlendirme olacaktır. Kuşkusuz bu durumda ekonomik krizin çok önemli bir etkisi var. Ancak, tek başına ekonomik kriz etkeni, bu sonucu açıklamak için yeterli değil. Çünkü toplum, aynı zamanda Cumhuriyet’in kazanımlarına yönelik, ifrata vardırılan (uçlara savrulan) sistematik saldırıya da “dur” dedi.
AKP iktidarı ve İslamcı hareket ülkenin 200 yılı aşan modernleşme birikimini ve aydınlanma geleneğini hafife aldı. Cumhuriyetin temsil ve ima ettiği değerlerin büyük ölçüde içselleştirildiği olgusunu göremedi. Sürekli tekrarlanarak, muhafazakar çevrelerde genel bir kabule dönüşen Cumhuriyetin bir “seçkinler rejimi” olduğu şeklindeki hipotezinin yanlışlandığını anlayamadı. Dolayısıyla, Cumhuriyetin gerçekte büyük bir toplumsal desteğe sahip olduğunu da göremedi. Kendisine konjonktürel nedenlerle verilen oyların tamamını ise, büyük hata yaparak islamcı haneye yazdı.
Bu yanılgının bedeli ağır oldu. Türkiye’yi dinci bir diktatörlük rejimine sürükleyen AKP iktidarı derin bir yara aldı. Devletin bütün olanaklarını kullanmasına, örneği görülmemiş bir medya kuşatmasına, baskı ve şantaj sarmalına karşın, yenilgiye uğrayan Erdoğan yönetimi şaşkın. Bütün kazanımlarını kaybetmenin eşiğine geldikleri duygusuyla paniğe kapılan ve merkezi iktidarı kaybetme riskinin büyüdüğünü gören İslamcı hareket, bu nedenle İstanbul’u bırakmak istemiyor. İstanbul’u kaybetmenin, bütün Türkiye’yi kaybetmenin başlangıcı olacağını biliyor.
* * *
AKP siyasal faaliyetlerinin büyük bölümünü, dinci vakıf ve örgütleri, kadro kaynaklarını mali olarak geniş ölçüde İstanbul Belediyesi’nin olanakları üzerinden destekliyor. Durum böyle olunca, bu kaynakların kaybedilmesini göze alamıyor. Daha da önemlisi, geniş kapsamlı bir hesap sorma dalgasının merkezi iktidarı da sarsacağını görüyor. Bu nedenle İstanbul’u vermemek için, her şeyi göze alarak, siyasal ahlaksızlığın her türünü deneyerek direniyorlar.
Öyle ki, yandaş medya ve İslamcı yazarlar, 31 Mart seçimlerini akıl almaz bir yaklaşımla “darbe” diye nitelendiriyor. Böylece, dünyada ilk kez bir seçim için ciddi ciddi “darbe” değerlendirmesi yapılıyor. Gerici basına bakılırsa, Fethullahçı Çete, PKK ve diğer “terör” örgütleri, başta CHP olmak üzere muhalefet partileri ile anlaşarak, 15 Temmuz 2016 darbe girişimini tamamlayacak bir hamle yapmış durumda. Bu deli saçması görüşlerin ciddi bir eda ve “derin” bilgilere sahip olunduğu izlenimi yaratılarak ortaya atılması, şeriatçı hareketin çok korkuttuğunu göstermesi bakımından önem taşıyor.
Bu nedenle, yerel iktidarı vermemek için her şeyi göze alacaklarından kuşku yok. Dolayısıyla, omurgasını AKP-MHP koalisyonunun oluşturduğu dinci-faşizan blokun, seçim sonuçlarını değiştirme girişimlerini ciddiye almak gerekiyor. Eğer tehditlere boyun eğilir ve deli saçması da olsa, “darbe” suçlaması üzerinden başlatılacak bir operasyon dalgasına direnilmez ise, ülkenin sonucu kestirilemeyecek bir gerilim ve çatışma ortamına sürüklenmesi kaçınılmaz görünüyor.
* * *
Artık hiçbir girişimin AKP iktidarının çöküşünü durduramayacağı kesindir. Bundan sonra AKP, Türkiye’yi 31 Mart öncesinde olduğu gibi yönetemeyecek, bu da açıktır. İktidar gücünü hızla kaybedecek ve ülke en geç iki yıl içinde seçime gidecektir. Çünkü tablo nettir; toplum, gericiliğe ve faşizme “dur” dedi. Bu seçimin en kısa ve doğru yorumu budur. Dolayısıyla bu durumun, merkezi iktidarı da içine alacak siyasal sonuçları olacaktır.
Esas olarak, iktidar ve servetten daha çok pay isteyen taşra sermayesine dayalı AKP’nin, kendisini çok özel koşullarda iktidara taşıyan bu özelliği, bugün artık onun için bir sorun kaynağı haline geldi. Çünkü, merkez sağın çöküşünden sonra söz konusu kesimlerin İslamcı bir çizgiye kayması, onlara kısa vadede iktidar kapılarını açsa da orta-uzun vadede bütün kazanımlarını yitirebilecekleri riskleri de yaratıyordu.
Bunun için, söz konusu kesimlerin AKP’den yavaş yavaş uzaklaşarak yeniden merkez sağ partilere yönelmesi kaçınılmaz görünüyor. Kazanımlarını korumanın başka bir yolu da bulunmuyor. Gerçekte bir cemaatler koalisyonu ve çıkar ittifakından ibaret olan AKP örgütlerinde böyle bir kaçış ve çözülme, hızlı bir çöküş olasılığını da içinde taşıyor.
* * *
Gerçekte, yaklaşık 4 yıldır tarihsel ömrünü tamamlayan Erdoğan-AKP iktidarı, bütün gücüyle siyasal ömrünü uzatmaya çalışıyor. Ne yazık ki, yakın zamana kadar bunu bir ölçüde başardığı da söylenebilir. Çünkü islamcı iktidar gücünü önemli ölçüde, devlet aygıtını elinde tutmaktan, belli bir ölçekte konsolide ettiği kitle tabanından ve daha çok da muhalefetin, dağınıklığı, güçsüzlüğü ve siyasetsizliğinden alıyordu.
İşte bu tablo 31 Mart seçimlerinde değişti. Bir ucunda merkez sağın, ekseninde merkez solun, diğer ucunda da Kürt siyasal hareketi ve sosyalistlerin bulunduğu geniş bir demokrasi bloku oluştu. Toplumdaki direniş eğilimi güçlendi ve gelecek umudu tazelendi. Bu gelişme önemli ve yeni bir başlangıçtır. O nedenle, tehdit ve zorla zaferi çalma girişimlerine, bedeli ne olursa olsun izin verilmemelidir.
Unutmamak gerekiyor ki, Erdoğan’ı ve AKP’yi iktidara getiren bütün iç ve dış dinamikler köklü şekilde değişmiş durumda. Ortaçağın karanlığı dışında insanlığa bir gelecek ufku sunamayan Siyasal İslam, bütün dünyada iflas ederek yüz kızartıcı şekilde çöktü. Köklü bir aydınlanma ve modernleşme geleneği olan Türkiye’de a-tipik durum oluşturan AKP iktidarının bu nesnel gerçekliğe ve eğilime artık daha fazla direnmesi mümkün görünmüyor. Tersi bir gelişme, bütün ülkenin çürüyerek çökmesi demektir. O nedenle, ülkenin bu kader eşiğinde kararlı bir liderlik ve cesaret gerekiyor.