Hiç kuşku yok ki, Erdoğan-AKP iktidarı 31 Mart seçimlerinde ağır bir yenilgiye uğradı. Kendisine yönelik toplumsal tepkinin büyüklüğünü ve oy kaybının derinliğini göremeyen AKP iktidarı, bu kez durumu telafi edecek bir tezgah kuramadı. Daha doğrusu, yaptığı hazırlık (sandık oyunu) yeterli olmadı. Bu yenilgi, zaten 2015’ten itibaren bir tür suni denge üzerinde duran iktidar bloğunda çözülme sürecini başlattı. MHP ile kurulan ittifakın da bu çözülme sürecini durdurmak bir yana, hızlandırdığı bile söylenebilir.
İşte, AKP-MHP blokunun Yüksek Seçim Kurulu (YSK) eliyle hukuku ve yasalarını çiğneyerek İstanbul seçimlerini iptal ettirmesi, bu çözülme sürecini durdurma ve belki de tersine çevirme çabasından başka şey değildir. Düşük yoğunluklu da olsa İslami bir rejim kurmaya çalışan, ancak bunu tam olarak başaramayan Erdoğan-AKP iktidarının başka bir seçeneği de yoktur. Durdukları ya da yenilgiyi kabul ettikleri anda düşeceklerini biliyorlar. Siyaset sosyolojisinin yasasıdır bu.
Gel gelelim, 23 Haziran’da yenilenecek İstanbul seçimini kazansa bile, bu durum AKP iktidarının içine girdiği çözülme sürecini durduracak gibi görünmüyor. Çünkü toplum, bu seçimin adil ve dürüst şekilde yapıldığına hiçbir zaman inanmayacak. Bu nedenle söz konusu “başarı” AKP için, Romalıların antik çağda Kartaca karşısında kazandığı Pirus zaferi gibi, yenilgiden daha beter bir “galibiyet” anlamına gelecek.
Kaldı ki, gerici faşist AKP-MHP bloku, 23 Haziran’da bir kez daha yenilgiye uğratılabilir. Kazanmak kolay değil ama gereği yapılırsa mümkündür. Bu yazıda hem söz konusu gereğin ne olduğunu hem de AKP iktidarının içine girdiği çözülme sürecini ve nedenlerini analiz etmeye çalışacağım.
AKP’NİN TARİHSEL ÖMRÜ
Tarihsel ömrünü dolduran Erdoğan-AKP iktidarı, her yolu ve yöntemi deneyerek siyasal ömrünü uzatmaya çalışıyor. Son 4 yıldır bunu başarmış da görünüyor. Ancak, Erdoğan yönetiminin toplumdan tazelenmiş bir ideolojik ve siyasal rıza üretme yeteneğini artık yitirdiğini saptamak gerekiyor. Fethullahçı Çete ve sağlı sollu liberallerle kurduğu ittifakın dağılması, işini daha da zorlaştırıyor.
Durum böyle olunca, AKP’nin elinde, daha önce de sıkça kullandığı hile, tehdit, baskı ve zor yöntemlerine başvurmaktan başka bir araç kalmıyor. Üstelik, kurulan yağma düzeni nedeniyle kamu kaynakları tükendiği için, eskisi gibi rant dağıtma olanağı da bulunmuyor.
Bütün enerjisini ve dikkatini rejimi değiştirmeye ayıran Erdoğan-AKP iktidarı, ülkeyi yıkıcı bir ekonomik krizin içine sürüklemiş durumda. Bu nedenle, AKP’nin 23 Haziran seçimlerini kazansa bile, yeniden ekonomik istikrarı sağlaması ve görece “refah” üretmesi çok zor görünüyor.
FRAKSİYON PARTİSİ
Dikkat çekilmesi gereken başka bir önemli gelişme de şudur; Erdoğan-AKP iktidarı, klasik burjuva iktidarlarının temel özelliği olan, egemen sınıf ve güçlerin ortak çıkarlarını temsil etme özelliğini de artık yitirmiş durumdadır. Daha doğrusu, kendi dar ideolojik hedeflerine kilitlenen AKP yönetimi, bu temsiliyete olanak sağlayan bütün ortak zeminleri imha etti. AKP, artık egemen sınıf ve güçler içinde sadece bir kliğin, dar bir fraksiyonun partisi ve iktidarıdır.
Emperyalizmin bir iç olgu olduğu gerçeğini aklımızda tutarak belirtirsek eğer; ABD ve Batı daha önce bölgedeki bütün kirli işlerini gördürdüğü AKP iktidarını gözden çıkarmış görünüyor. Kendi dar İslamcı programını hayata geçirmeye yönelen AKP liderliğini, öngörülemez, iki yüzlü ve güvenilmez buluyor. AKP, onlar için artık kullanışlı bir araç olmaktan çıkmış durumda.
Batıcı İstanbul burjuvazisinin de, başlangıçta emekçiler aleyhindeki bütün ayıplı işlerini yaptırdığı AKP iktidarını terk ettiği anlaşılıyor. Ancak, “işin bitti artık evine git, medresene dön” dedikleri İslamcı kadro, “hayır şimdi sıra bizde” diyor. Yakın geçmişte muhalefet çevrelerinin de etkili bir alternatif yaratamadığı anımsanırsa, günümüzdeki siyasal krizin kaynağının esas olarak bu gerilim alanında yattığı söylenebilir. TÜSİAD’ın İstanbul seçimlerinin iptal edilmesini açıkça eleştirmesi ve Ekrem İmamoğlu’na -dolaylı da olsa- destek vermesinin nedeni budur.
Sonuç olarak; AKP iktidarı artık ülkeyi eskisi gibi yöneteme yeteneğini yitiriyor. Erdoğan, bu nedenle sürekli olarak kutuplaştırıcı ve kendi cephesini konsolide edecek bir gerilim siyaseti izliyor. Ancak, bu siyaset tarzı eskisi gibi başarılı olamıyor. Çözülme sürecini durduramıyor. Erdoğan’ın Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray gibi köklü kulüpleri ve taraftarlarını suçlamasının da, daha önce politik tartışmalara pek girmeyen sanatçıların neredeyse bir dalga halinde AKP iktidarını eleştirmeye yönelmesinin de anlamı budur.
İSLAMCI-MUHAFAZAKAR OLİGARŞİ
Türkiye, İslamcı entelijensiya ve muhafazakar-dinci yeni zenginlerden oluşan oligarşik bir grubun eline geçti. AKP iktidarı da, bu İslamcı-muhafazakar oligarşinin, siyasal gücü elinde tutan dar bir azınlığın temsilcisidir. Çünkü, geleneksel iktidar blokunu (emperyalizm, cumhuriyetçi/batıcı sermaye, yüksek bürokrasi, askerler, büyük toprak sahipleri vb.) dağıtan AKP iktidarı, yeni bir iktidar bileşimi oluşturamadı. Boşluk devam ediyor.
AKP, İslamcı-muhafazakâr sermaye çevrelerinin tümünü temsil etme yeteneğini bile yitirdi. (Fethullahçı sermayenin tasfiyesi.) Toplumsal desteği hangi düzeyde olursa olsun -ki en önemli gücü budur- Erdoğan artık yalnızdır. AKP, tıpkı amblemindeki ampul gibi tavanda asılı ve altı boş durumdadır.
İKİNCİ KEZ YENMEK MÜMKÜN MÜ?
İstanbul seçimleri, daha şimdiden Erdoğan-AKP iktidarı için bir referanduma dönüştü. Muhalefetin adayı Ekrem İmamoğlu çevresinde oluşan ve isabetli şekilde “İstanbul ittifakı” adı verilen demokrasi cephesinin, gerici faşist AKP-MHP blokunu ikinci kez yenilgiye uğratması mümkün.
Bugün demokratik ve tarihsel sorumluluk, gerici-faşist hareketin ülkeye el koyma hamlesini durdurmaktır. Entelektüel, ideolojik ve ahlaki inisiyatifi yeniden ele geçirmektir. Bunun başarılabileceği 31 Mart 2019 seçimlerinde gördük.
Öte yandan, yaratılan mağduriyet nedeniyle Ekrem İmamoğlu’na yönelik toplumsal sempati ve ilginin arttığı görüşünden hareketle –ki bu bir gerçektir- onun mutlaka kazanacağın düşünmek, hele hele en az yüzde 55-60 oranında oy alacağını sanmak büyük yanılgı olacaktır. Kazanmak garanti değildir.
Bu nedenle, yapılması gereken şey, 31 Mart seçimlerine göre daha çok çalışmak ve cumhuriyetçi demokratik cepheyi genişletmektir. Yeni bir hesaplaşmaya hazırlamaktır. Sandıklara, oylara ve halkın iradesine örgütlü şekilde sahip çıkmaktır. Ve nihayet, eğer sokakta bir şiddet dalgası yaratılmak istenirse, bu girişime karşı kararlı bir mücadeleyi göze almaktır.
Toplumun yüzde 50’sinden fazlasının bütün baskı, tehdit ve kuşatma girişimlerine karşın AKP iktidarına teslim olmadığını ve direnme yolunu seçtiğini unutmamak gerekiyor. Bir olgu niteliğindeki bu durumun ülkenin en büyük şansı ve en önemli muhalefet zemini / dinamiği olduğunu saptayabiliriz.
Ve son bir not; bütün demokratik ve yasal yollar tüketilmeden, toplumların devrimci bir seçenek ve yol için ikna edilmesi, imkansız değilse bile çok zordur.