ABC Politik

Merdan Yanardağ
19 Haziran 2009
Email :

Türkiye günlerdir bir belgeyi tartışıyor. Taraf gazetesinin “AKP ve Güleni bitirme planı” manşetiyle yayımladığı, resmi başlığının “İrtica ile Mücadele Eylem Planı” olduğu ileri sürülen bu “belge”, öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon soruşturması üzerinden yürüyen ve bir darbe karakteri kazanan sistem içi güçlerin iktidar mücadelesinde bir dönüm noktası oluşturacak.

AKP ve Gülen Örgütüne karşı bir dizi komplo ve provokasyonu içiren söz konusu belgeye bakıldığında, dili, kurgusu, hareket planı, “icra” aşamasındaki eylemleri ve hedefleri bakımından ahmakça ve hatta komik bir çalışma olduğu rahatlıkla söylenebilir. Böyle bir belgenin Genelkurmay karargâhında hazırlanma olasılığı bence sıfıra yakındır.

TSK’nın böyle “eylem planları” yapmadığı ya da yapmayacağı için değil, tam tersine daha önce yürüttüğü “psikolojik harp” operasyonlarının kurgusu ve kapsamı nedeniyle bu belgenin gerçek olma olasılığı çok zayıftır.

TSK’nın sicilinde, sola ve sosyalist harekete karşı geçmişte yürüttüğü onlarca “psikolojik harp” operasyonu, komplo ve provokasyonun olduğu bugün herkes tarafından bilinen bir sır durumundadır. Bunlardan en ünlüsü 12 Mart 1971 darbesinden sonra Atatürk Kültür Merkezi’nin yakılması ve Marmara Gemisinin bombalanarak batırılmasıdır. Bu iki Kontrgerilla operasyonundan sonra TSK içindeki Doğan Avcıoğlu ve Cemal Madanoğlu ekipleri tasfiye edilmiş, solcu ve 9 Martçı askerler, deyim uygunsa, temizlenmiştir. Talat Turhan’ın “Bomba Davası” kitabı bu olayı bütün yönleriyle açıklamaktadır.

TSK’NIN ŞAŞKINLIĞI

Bütün bir Soğuk Savaş dönemi boyunca sola karşı konumlanan, “milli tehdit” değerlendirmesinde komünizmi ilk sıraya yerleştiren, İslamcı örgütleri ve cemaatleri sola karşı sözüm ona kontrollü bir yaklaşımla destekleyen ve kullanan, kurulan bu “ahlaksız ilişki” üzerinden bir dizi psikolojik harp operasyonu yapan TSK bugün şaşkındır. Şaşkındır çünkü TSK’nın kurucu kuvveti olduğu ve kendi varlığını da borçlu bulunduğu Cumhuriyet, ABD’nin desteklediği bir ılımlı İslam darbesi ile tasfiye edilmek ve geleneksel iktidar bloğunun bileşimi yeniden oluşturulmak istenmektedir.

Yükselen İslamcı-muhafazakâr burjuvazi iktidardan ve servetten daha çok pay istiyor. Dolayısıyla AKP ve Fethullah Gülen Örgütlenmesi, sırtını ABD ve Batı’ya yaslayarak, iktidar alanını bu talebi karşılayacak sınırlara kadar genişletmeye çalışıyor. Fakat eşyanın doğası gereği, Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleri ve başlangıç varsayımlarında bir kırılma yaşanmadan/yaratmadan bu hedefe ulaşılması mümkün görünmüyor. Bu durum sistemin merkezinde bir iktidar yarılması ve çatışma anlamına geliyor.

BÜTÜN İKTİDAR İSLAMCILARA!

AKP ve F. Gülen Örgütü, iç ve dış koşulların, yerel ve uluslararası dinamiklerin rejimi dönüştürmek için uygun olduğu varsayımıyla bütün iktidarı talep etmekte, bu doğrultuda şiddet kullanmakta ve bir dizi operasyon yapmaktadır. Polis Örgütü, alternatif bir “silahlı kuvvet” olarak bu darbe sürecinin en önemli aracı haline gelmektedir.

Gel gelelim, TSK’nın sistem içindeki yerini yeniden tanımlamadan ve gerektiğinde zor da kullanarak bu tanıma TSK’yı razı etmeden İslamcılar, liberaller ve emperyalizm arasında kurulan gerici bloğun hedeflerine ulaşması zordur. İşte Ergenekon soruşturmasının tarihsel anlamı budur.

Ancak, henüz yeni dengelerin oluşmadığı, çatışmanın sürdüğü, istikrarsız bir dönemdir bu. İnsanlığın bütün ilerici birikimine ve aydınlanmanın kazanımlarına yönelen şiddetli bir saldırının yanı sıra, bir karşı direnişin de geliştiği bir süreç yaşanmaktadır aynı zamanda.

Fakat saptamak gerekir ki, AKP ve Gülen Örgütü siyasal inisiyatifi ele geçirmiş görünüyor. İdeolojik inisiyatif de muhafazakâr-liberal ittifakının elindedir. Ancak her an kaybedilebilecek bir inisiyatiftir bu. O nedenle AKP, Mart 2009 yerel seçimlerinden güç kaybederek çıkmış olmasına karşın, geri adım atmıyor. Tam tersine üst üste hamle yapmaya devam ediyor. AKP ve F. Gülen Örgütlenmesi arasında inişli çıkışlı bir seyir izleyen ittifak daha da sıkılaştırılıyor. Çünkü böyle köklü siyasal dönüşüm hamlelerinde durmak, düşmek demektir. Uzlaşma ancak bir pat durumunda mümkündür.

Diğer taraftan, komünizme ve sola karşı konumlanan, Soğuk Savaş boyunca kendi ilkeleri ve geleneklerine de (burjuva devrimi) ihanet ederek yasak bir ilişki sürdürdüğü İslamcı-muhafazakâr örgütlenmelerin kazandığı olağanüstü siyasal ve mali güç karşısında TSK çaresizdir. TSK kendisini de tehdit eden bu güç karşısında, zaten çok zayıf olan mücadele reflekslerini yitirmek üzeredir. 28 Şubat süreci bu nedenle yarım kalmış, sonuca ulaşmamıştır.

DARBENİN SUÇÜSTÜ BELGESİ!

İşte ortaya çıkan son “belge” bu etapta önemli bir dönemeci oluşturuyor. Ve öyle anlaşılıyor ki, komplolar ve provokasyonlarla iç içe gelişen ve bir örtülü darbe karakteri kazanan bu operasyonun “suçüstü” durumunu oluşturuyor. Savunmaların başlamasıyla Ergenekon soruşturmasına kamuoyunun verdiği desteğin gerilemesi, kuşkuların artması ve özellikle Polis Örgütü üzerinden geliştirilen kimi komploların ortaya çıkması (Ümraniye bombaları gibi) gibi nedenler, toplumu “şok” edecek yeni bir hamleyi zorluyordu.

Ve yine öyle anlaşılıyor ki, TSK belki de son bir karşı hamle yapmaya hazırlanıyordu. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un geçen Nisan ayında Harp Akademileri’nde yaptığı konuşmada bunun işaretlerini vermişti.

Şimdi yandaş medyanın yeni bombası olan son “belge” ile hem bu karşı hamlenin önü kesilmek istenmiş olabilir hem de TSK’nın içine doğru, orduyu tam olarak paralize edecek ve hatta “teslim alacak” yeni ve etkili bir operasyonun yapılması planlanmış olabilir. Çünkü Fethullah Gülen, iki ay önce kendisine bağlı bir internet sitesine verdiği demeçte ve durduk yerde, “Işık Evlerine yapılacak baskınlarla bazı dindarların terörist gibi gösterilmek isteneceğini” söylemiş ve “sağa sola silah bırakılarak elinde çuvaldızı bile olmayan samimi Müslümanların tutuklanabileceğini” ileri sürmüştü. Tesadüfe bakın ki, önceleri pek bir anlam verilemeyen bu konuşma, ortaya çıkan “belge” ile tam bir uyum içindeydi. Bu belge tam da bunu, yani F. Gülen’in “uyarılarını” doğruluyordu.

CEMAAT KOMPLO YAPMAKTA DENEYİMLİ

En büyük açığın bu tam da burada, son hamle sırasında verildiği anlaşılıyor. Bir avukatın bürosunda bulunduğu ileri sürülen belgenin sahte olduğu neredeyse kesin. Genelkurmay, belgenin TSK içinde hazırlanmadığını açıklıyor ve krıminal inceleme istiyor. Eski bir asker olan ve Ergenekon davasında müvekkilleri bulunan avukat, bu belgenin bürosuna polisler tarafından konulduğunu ileri sürerek, Emniyet Örgütü ve Savcılık hakkında suç duyurusunda bulunuyor. Askeri Savcılık inceleme için belgenin aslını istediğinde, Ergenekon Savcıları belgenin aslının kendilerinde olmadığını belirtiyor ve bir fotokopi gönderiyor. Belgenin aslının poliste de olmadığı anlaşılıyor.

Diğer taraftan bu belge, daha öncekiler gibi yine Mehmet Baransu isimli bir Taraf muhabirine veriliyor. Adı geçen Taraf muhabiri, daha önce kendisi hakkında benzer bir haber nedeniyle açılan davada, sahte olduğu ortaya çıkan belgeleri polisten aldığını itiraf etmiş bir gazeteci. Mehmet Baransu, geçmişte Gülen Cemaatine ait Aksiyon dergisinde çalışmış.

Fethullah Gülen Örgütünün daha önce de benzer şekilde sahte belgeler üreterek bazı psikolojik harp operasyonları yaptığı veya yaptırdığı biliniyor. Bunlardan biri var ki, liberal, gerici, yandaş ve yanaşma medya tarafından adeta örtbas edildi. Olay şöyle Zaman, Bugün ve Taraf gibi gazeteler ile Samanyolu Televizyonu 11 Mart 2009 tarihinden itibaren, Kayseri 2. Hava İkmal Bakım Merkez Komutanlığı, Kayseri Garnizon Komutanı Tümgeneral Rıdvan Ulugüler ve Hava Kuvvetleri Askeri savcıları aleyhine yayın yapmaya başladılar. Zaman ve Taraf’ın iddiasına göre Tümgeneral Rıdvan Ulugüler ve karargâhı, Kayseri’de çeşitli kişileri, sivil toplum örgütleri yöneticilerini, iş adamlarını vb. fişliyorlardı. Gazeteler bu fişleme faaliyeti ile Ergenekon örgütlenmesi ve darbe hazırlığı arasında ilişki kuruyorlardı.

Ancak, açılan soruşturmada bu belgenin sahte olduğu ortaya çıktı. Cemaate ait bir “Işık Evi” ne yapılan baskında Ali Balta ve İsmail Dağ isimli iki astsubay önce gözaltına alındı, ardından da tutuklandı. Bu astsubaylar Cemaatin isteği ile Ergenekon Operasyonu’nun yönlendirecek sahte belge hazırladıklarını itiraf ettiler. Hazırladıkları sahte belgeye, komutanlarının başka bir yazışmada attığı imzayı transfer ederek yerleştirdiklerini de bu itiraf sırasında anlattılar.

Ergenekon soruşturmasının seyrini temelden etkileyecek bu olay öylece kapatıldı. Ne Taraf gazetesi ne de Zaman özür dilemedikleri gibi bir daha bu olaya dönmediler. (Bu konuda geniş bir bilgilenme için Barış Terkoğlu’nun odatv.com sitesinde yazdığı haber-analizlerin okunmasını şiddetle öneririm.)

DARBENİN BELGESİ, BELGENİN DARBESİ

Öyle anlaşılıyor ki söz konusu belge, giderek gerçekten bir darbe kanıtı haline geliyor. Eğer bu belgenin sahte olduğu ortaya çıkarsa -ki bu çok güçlü bir olasılıktır- eldeki kâğıt, AKP ve Fethullah Gülen Örgütünün hazırladığı büyük komplonun kanıtı olacak ve Ergenekon davası çökecektir. Bu belge AKP iktidarının ve Fethullahçı yapılanmanın elini yakacak gibi görünüyor.

Son bir olasılıktan daha söz edilebilir. Bu belge Fethullahçı yapılanma tarafından AKP’nin de bilgisi dışında hazırlanmış olabilir. AKP’yi bir oldubitti ile karşı karşıya bırakıp etkinliklerini daha da artırmak ve AKP’nin kimi tereddütlerini gidermek istemiş de olabilirler. Bu durumda belgenin sahte olduğu açıkça kanıtlanırsa, AKP-Gülen ittifakının devam etmesi mümkün değildir. AKP büyük olasılıkla F. Gülen’i terk edecek ve bu örgüt tarihinin en büyük darbesini yiyecektir. Kısacası belge sahte de olsa, doğru da olsa bütün taşlar yerinden oynayacak bütün politik dengeleri etkileyecektir.

Ancak bunun tek bir şartı vardır şayet TSK komuta kademesi kararlılıkla bu olayın üzerine giderse böyle bir sonuç çıkacaktır.

Diğer taraftan böyle bir kararlılığın gösterilmesi, AKP ile TSK Komuta Kademesi arasında bir uzlaşmanın sağlandığı koşullarda, imkânsız değilse bile çok zordur. Gerçi İlker Başbuğ konuyla ilgili olarak Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök’e yaptığı açıklamada, “bekleyin göreceksiniz” demiş. Bekleyip göreceğiz.