ABC Politik

Merdan Yanardağ
26 Mart 2010
Email :

Tuhaf şeyler oluyor bu ülkede. İktidar olanlar muhalif gibi davranıyor örneğin… Gerçekten muhalif olanlar ise “statükocu” ilan ediliyor. Tarih içinde oluşan kavramların ya içi boşaltılıyor ya da kavramlar ters yüz ediliyor. Bir akıl tutulması yaşanıyor. Siyaset sosyolojisinin bütün parametreleri, bir yarı aydın tavrı ve bir “taşra tepkiciliği” ile bir kenara itiliyor. Eleştirel akıl ve bilim terk ediliyor. Basit el kitaplarının bile gerisine düşülüyor. Derin bir cahilleştirme ve elbette cahilleşme süreci işliyor. Toplum alıklaştırılıyor. Entellektüel hayatı çeviren büyük kan dolaşımının damarları tıkanıyor.

Soyut bir devlet kavramına karşı “demokrasi” kavgası verdiklerini ileri sürüyorlar. Adına “statüko” dedikleri gizemli bir iktidara karşı “özgürlükler” için mücadele ettiklerini söylüyorlar. Bunun için de dünyanın başka hiçbir yerinde görülemeyecek bir yaklaşımla, kendisini muhalefet gibi sunan faşizan bir iktidarı destekliyorlar.

Asıl trajedi de burada başlıyor kendisini “muhalif” sanan bazı aydınlar ve sanatçılar iktidardaki bu muhalefeti desteklemekle demokratik bir tutum sergilediklerini sanıyorlar. Burada “sanıyorlar” yüklemi en iyi ve en saf niyetlerle yapılmış bir yorumun kavramı oluyor. Bu niyeti ve saflığı korumak istiyoruz.

Ayıp olacak ama belirtmek zorundayım bir kavram olarak “statüko” kurulu düzen demektir, kapitalizmdir, onun egemenlik biçimlerinin bütünüdür. Eğer kapitalizme, bir sınıf olarak sermayeye/burjuvaziye ve onun egemenlik biçimlerinin tamamına -bu egemenlik biçimlerinden biri özgürlükçü ve demokratik de olsa- karşı çıkmazsak statükoyu reddetmiş olmayız.

İktidarda olanları muhalefet “sanmak” bir ahmaklıksa, gerçek bir iktidarı muhalif gibi “sunmak” ise tam anlamıyla siyasi ve entelektüel bir sahtekarlıktır. İktidarı “muhalif” gibi sunmak, gerici dönüşüm projelerini çok özgürlükçü ve pek demokratik gerekçelerle savunmak anlamına gelmektedir.

Kurulu düzene yönelik eleştirilerini geri çekenler, statükoya esastan itirazı bulunmayanlar, bu topraklardan, bu toplumdan, insanlığın ilerici birikiminden, dahası kendi vicdanlarından kopanlar, yükselen ve mutlak iktidarı isteyen yeni sermaye franksiyonunun egemenliği için sundukları hizmeti bu yolla gizliyorlar demektir. Böyleleri, hem iktidarın olanaklarından yararlanma, kudret atmosferini paylaşma ve servetten pay alma fırsatlarını kovalıyorlar hem de bunu yaparken bir yandan da “muhalif” gibi görünme olanağına sahip oluyorlar demektir.

BU AHLAKSIZLIĞA ARTIK SON VERMEK GEREKİYOR

Arkasına yerel ve küresel sermaye gücünü, tarikatları, cemaatleri, din müesseselerini, emperyalizmi, dünyanın en büyük haydut devleti ABD’yi alarak iktidar olanlar, uzayan yönetimleri için elzem olan toplumsal rıza üretimini ve tazelenmiş ideolojik onayı bu “muhalifler” aracılığıyla sağlıyorlar.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açılım siyasetlerini anlatmak için Dolmabahçe Sarayı’nda verdiği kahvaltıya katılan aydınlar ve sanatçıların bir kısmı yukarıda çizmeye çalıştığım kadraja giriyor. Bu kadrajın dışında kalanlar ise, herhangi bir itirazları olduğu için değil -bunu duymadık çünkü- bu değerlendirmenin konusu olamayacak kadar önemsiz ve değersiz oldukları için ihmal edilebilirler. Toplantıda başbakandan salya sümük para isteyenler, zaten sağcı olanlar, magazin laleleri, sosyete gülleri, iki lafı bir araya getiremeyenler, basit tarih ve coğrafya bilgisinden bile yoksun olanlar bu yazının ilgi alanı dışındadır. Asıl üzerinde durulması gerekenler “solcu” olduğunu söyleyenler ya da “muhalif” olduğunu iddia edenlerdir.

Bu dünyada sosyalizm bilimsel bir akım olarak doğduktan ve maddi bir olgu haline geldikten sonra, yaratıcı entelektüel faaliyet, bilimsel üretim, kültürel ve sanatsal etkinlik ancak sol’da bulunmakla ya da solla herhangi bir şekilde ilişkili olmakla mümkündür. Durum böyle olmaya da devam etmektedir. Sanat bu nedenle muhalif olmak zorundadır. Muhalif olmak ise sol’da olmak demektir. Bazıları bu nedenle, solcu oldukları için değil, buna mecbur oldukları için son derece faydacı nedenlerle böyle davranmaktadır.

Bugüne kadar solda yer alarak ya da sol nüfusa hitap ederek isim ve “piyasa” yapan kimileri -çünkü kültürün ve sanatın tüketicileri de ağırlıklı olarak soldadır- şimdi bu şöhretlerini paraya ve iktidara tahvil etmeye çalışıyorlar. Büyük bir hayıflanmayla kayıp zamanlarını geri almak, servet açıklarını kapatmak istiyorlar. Sol’da sağladıkları birikimi, sınıf atlamak için araç olarak kullanıyorlar.

Bu nedenle Dolmabahçe Sarayı’nda kurulan “sultan sofrası” na neden koşarak gittiklerini biliyoruz. Utanma duygularını nasıl bastırdıklarını anlıyoruz. Ancak, tam da burada bir şeyi belirtmek kaçnılmaz oluyor artık bu sahtekarlığa ve iki yüzlülüğe bir son vermek gerikiyor. Ya bunlar solun yakasını bırakmalıdır ya da sol yakasını bunlardan kurtarmalıdır.

Kuşkusuz Dolmabahçe’de bulunan herkesi aynı çuvala doldurup toptancı bir yaklaşımla mahkum etmek doğru değil. Böyle bir tutumdan özellikle sakınırım. Bu doğru da olmaz çünkü… Ancak, hala aralarında toplumun ve tarihin vicdanı olarak kalmak isteyenler varsa, onlardan, bu utanç verici sofrada neden yer aldıklarını açıklamalarını ve toplum ve tarih önünde özür dilemelerini beklemek de hakkımızdır diye düşünürüm.

BÖLÜNME BAZEN DEVRİMCİ BİR GELİŞMEDİR

O sultan sofrasının bütün keyfini kaçıran bir başka etkinlik aynı gün ve saatte bir başka mekanda düzenlendi. Tekel işçileriyle İstanbul Maltepe’de Nazım Kültür Evi’nde düzenlenen alternatif kahvaltıya katılan sanatçılar, aydınlar ve edebiyatçılar muhalif olmanın, halkın ve sınıfın yanında bulunmanın ne demek olduğunu özgürlük, toplumsal demokrasi ve eşitlik için mücadele etmenin yolunun nereden geçtiğini çok anlamlı ve şık bir şekilde ortaya koydular.

Maltepe’de Tekel işçileriyle birlikte düzenlenen kahvaltıya katılan sanatçılar ve aydınlar, sanatın kaynağının ve anlamının ne olduğunu belirlediler. Halkın sanatçıları ve aydınları ile, iktidarın ve sermayenin sanatçıları ve aydınları arasındaki hattı çizdiler.

Dolmabahçe’ye gidenler iktidarın, gücün, sermayenin, tarikatların, liberalizmin sofrasında buruşuk bir peçete gibi otururken, Maltepe’de işçilerle birlikte kahvaltı yapanlar umudun, vicdanın, adaletin, özgürlüğün, eşitliğin ve aydınlığın yüzü olmuştur.

Şimdi bu bölünmeyi hayatın bütün alanlarına doğru yaymak ve derinleştirmek gerekmektedir.

Dolmabahçe’de iktidarın sofrasında oturanlar unutulmamalı ve unutturulmamalıdır. Tarihe not edilmeli ve bir ibret vesikası olarak saklanmalıdır.

Liberalizmle baştan çıkıp islamo-faşist iktidar projesinin hizmetine girenlere, kendi hayatlarına ihanet edenlere, efendilerine aşık olan uşaklara, korkaklar ve zavallılara söylenecek pek fazla şey yok aslında.

Ama, bugüne kadar güzel eserlere imza atan ve attıkları bu imzalarla varolan kimi eski dostlarımıza -tarihe ve bir birimize verdiğimiz sözlerden doğan hukuka dayanarak- belki son bir çağrı yapmaya hakkımız var diye düşünüyorum sizi, işçilerle birlikte Maltepe’de bekliyoruz.

Sofranızı ve safınızı seçin.

Kimi rezervlerle belirtirsek eğer Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye’si bugünün Maltepe-Dolmabahçesi’dir.