Bazen tarihe not düşmek gerekiyor, unutulmasın, hesap kapanmasın, günün birinde görülsün ve adalet yerini bulsun diye…
Solun ve entelektüel ortamın liberalizm ve milliyetçilikle lekelendiği şu günlerde bunu sık sık yapmak gerekiyor üstelik. Örneğin, Yeni Harman dergisinin Şubat 2010 tarihli 138’inci sayısında Taraf gazetesi yazarı ve Birikim çevresinin önde gelen isimlerinden Ümit Kıvanç’la yapılan söyleşi işte tam da bu türden bir ilgiyi gerektiriyor.
Bu nedenle, üzerinden iki ayı aşkın bir süre geçmesine karşın, gündemin yoğunluğu nedeniyle zamanında ele alamadığım söz konusu söyleşiyi bu yazıda tartışmak istiyorum. Kaldı ki bu söyleşi her soydan liberalin peygamber ocağı durumundaki (Harp Okulu mu demeliyim) Birikim dergisinin internet sitesinde de hala yayında tutuluyor. Böylece anlıyoruz ki, Ümit Kıvanç’ın bir entelektüel sefalet ve teammüden bir cehalet örneği olan bu söyleşisinde ileri sürdüğü görüşler, Birikim dergisi çevresince de paylaşılıyor.
Başar Başaran ve Burak Cop tarafından aylık Yeni Harman dergisi için yapılan bu söyleşi tam bir ibret vesikası gibi. Bu söyleşi liberal kirlenmenin, soldan kopuşun, sermayeye ve yeni düzene eklemlenmenin, İslamcıların ve muhafazakarların yedeğine düşme sefilliğinin, felsefi alçalmanın, sermayenin iki fraksiyonu arasındaki kapışmada birinin eteklerine tutunmanın, polis devletine ya da aynı anlama gelmek üzere gerici bir yeni dikta rejiminin kuruluşuna (söz gelimi Ilımlı İslam’a) çok demokratik gerekçelerle katkıda bulunma utanmazlığının saf bir örneği durumunda. O nedenle tipik.
Söyleşide göze çarpan ilk şey şu devrimci pozisyonlarında ısrar eden sosyalist sola karşı derin bir ‘kin’ sanki her cümleye, her sözcüğe sinmiş gibi… Tuhaf bir kin bu. Kudretli olanların safına geçmiş olmanın yarattığı ince bir vicdan sızısından beslenen bir kin… Haksız, biçare ve zalim…
Öyle anlaşılıyor ki, devrimci sosyalistlerin varlığı ve giderek artan etkisi Ümit Kıvanç’ın keyfini kaçırıyor, dahası onların varlığı tıpkı döneklerde gözlendiği gibi derin bir vicdan azabı etkisi yaratıyor.
Adı geçen söyleşi, liberalizmle baştan çıkmanın insanı sadece soldan uzaklaştırmadığı, aynı zamanda cahilleştirdiğinin de melodramatik bir örneğini oluşturuyor.
Söz konusu söyleşide Ümit Kıvanç, belki de hiçbir zaman devrimci olamamanın yarattığı derin bir kompleksin bilinçaltında yarattığı hırçınlıkla olsa gerek, ağzını da bozuyor ve herhalde kendisinin yüksek fikirlerini takip etmediklerinden olacak solun ana akımlarına hakaret ediyor. Ayıbını örtmeye çalışıyor olmalı.
Kimi yargılarımı ‘ön’den ifade ettiğim bu girişin ardından, şimdi söyleşinin esasına ilişkin değerlendirmelere geçebiliriz.
AKP KUYRUKÇULUĞUNUN TEORİSİ
Ümit Kıvanç neden AKP’nin desteklenmesi gerektiğini şöyle anlatıyor:
“Şimdi bugün mesala demokrasi mücadelesini desteklememek için ya da AKP’li görünmemek için ya da ne bileyim liberal diye suçlanmamak için bulunan bahaneler var ya yani… Şimdi onların çoğu o kadar komik ki aslında. AKP neden iyi bir parti olsun ki? Neden biz onu sevelim ki? Zoraki demokrattır AKP. Ama aslında zoraki olması onu daha güvenilir kılar birçok açıdan. Kendisi istemese de, kendisi o iyilikte olmasa da bir şeyleri yapmak zorunda.” (Ümit Kıvanç, Yeni Harman, Şubat 2010, S. 138)
Ümit Kıvanç’a göre, AKP’ye muhalefet etmek “demokrasi mücadelesine” karşı çıkmak ile aynı anlama geliyor. Sosyalistlerin “demokrasi” için nasıl mücadele edecekleri bahsini bir kenara bırakalım, Kıvanç özetle bize şöyle bir seçenek sunuyor “Ya AKP’yi destekleyeceksiniz ya da statükodan hatta darbeden yana olacaksınız.”
Kıvanç’ın havsalası, bize sunduğu her iki seçeneğe de karşı olmayı ve mücadele etmeyi almıyor. Üstelik, AKP’nin “zoraki demokratlığını” da çok güvenilir buluyor.
AKP’nin halk düşmanı neo-liberal ekonomi politikaların hoyrat bir uygulayıcısı olduğunu, bu amaçla ulusal hukuku ve kurumları küresel sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlediğini, yükselen yeni sermaye fraksiyonunun kendisine iktidar alanı açmak için ileri sürdüğü taleplerin “demokratikleşme” olmadığını, bu iktidarın kamu varlıklarını yağmaladığını, insan aklına ve aklın özgürlüğüne karşı savaştığını, özelleştirmeci olduğunu ve başta işçi sınıfı olmak üzere bütün çalışanlara karşı düşmanca bir politika izlediğini görmezden geliyor, dahası bunu gizliyor.
Ü. Kıvanç daha da ileriye gidiyor ve AKP’yi “devrimci” bir parti olarak görüyor. Bu kadarı da olmaz demeyin, Kıvanç AKP’nin “AB uyum süreci” kapsamında gerçekleştirdiği yasa değişiklikleri konusunda şunları söylüyor örneğin:
“Solcuları çevirip soralım. Ne değişti, mesala hangi yasa değişti, soralım insanlara. Bir madde, bir şey sayacak insan çıkar mı? çıkmaz değil mi? Biliyoruz. Avukat falan değilse, özel alanı falan değilse, çıkmaz. Niye? Çünkü bizi ilgilendirmiyor.” (a.g.y)
Bunu nereden çıkarıyor Kıvanç? Neresinden uyduruyor anlamak mümkün değil. Aktüel politika konusundaki kendi cahilliğini başkalarına yüklemeye, hele sola saldırmak için bunu bir bahane haline getirmeye kalkışması tam anlamıyla saçma ve komik! Kıvanç ortaya doğruluğu kendisinden menkul bir iddia atıyor sonra da bunlarla yine kendisi tartışıyor. Oysa yapılan yasa değişiklikleri konusunda solcu aydın ve akademisyenlerin yazdığı onlarca makale bulunuyor, sol dergilerde de bu konuda hayli yazı çıkmış durumda. Üstelik solcuların yönetimindeki meslek örgütleri tarafından yapılan yüzlerce panel, açık oturum ve yayın ortadayken böyle bir iddiayı ortaya atmak ya kötü niyetle ya da baştan çıkmışlıkla açıklanabilir.
KIVANÇ’IN DEVRİMCİ PARTİSİ!
Ama Kıvanç’ın derdi başka. Bu yasa değişikliklerini çok önemsiyor kendisi ve bir “devrim” olarak görüyor onları. Dahası solcuların bu “devrim”e ilgisizliği karşısında kendisini kaybediyor ve hakaret yağdırmaya kalkıyor. Bu yasa değişikliklerini eleştirmeyi ise konuyu bilmemek olarak görüyor ve bu eleştirileri “yok” sayıyor.
İnanılması çok zor ama Kıvanç şunları söylüyor:
“Bakın, binlerce yasa değişti birkaç ay içinde. Ve bir kısmı önemli şeylerdi onların. Normalde hiçbir parlamento birkaç ay içinde içerisinde binlerce yasa değiştiremez. Bence 500 yıl sonra bugünkü Türkiye’yi inceleyen biri, ‘o dönemde Türkiye’de devrim olmuş galiba’ der… Ama yanlış anlaşılmasın, ‘devrim’ kelimesini yalnızca bu anlamda kullanıyorum. (…) Bugün olan devrim falan değil. Ama, hani neredeyse ‘ulan devrim gibi bir şey’ dedirtecek olaylar oldu.”
Zorlanıyor Ümit Kıvanç, olan bitene “devrim” diyemiyor bir türlü. Bu kadarını sola yutturamayacağını hissediyor. Ikınıyor, sıkınıyor ve nihayet “devrim gibi birşey”de karar kılıyor. Üstelik insanların 500 yıl sonra farkına varacakları bir devrim! Ne diyelim, bir kavram olarak “devrim” hiç bu kadar kirletilmemişti.
Ümit Kıvanç tam anlamıyla sallıyor. Tam bir bilgisizlikle acayip sonuçlar çıkarıp ucuz değerlendirmeler yapıyor. İnsanları aptal yerine koyuyor. Öncelikle belirtelim, “AB uyum sürecinde” AKP hükümeti binlerce yasayı değiştirmedi. Bu bağlamda (temel değişiklik özelliği taşıyan) en çok yasa değişikliği Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki 57. Hükümet (DSP, MHP, ANAP koalisyon hükümeti) tarafından yapıldı. Üstelik yapılan bu yasa değişiklikleri, kapsam ve içerik bakımından AKP hükümetinin yaptıklarından daha önemli ve Ümit Kıvanç perspektifinden bakıldığında daha ileriydi. Örneğin idam cezası 57. Hükümet tarafından kaldırıldı. Bu durumda Ü. Kıvanç, 57. Hükümet için “süper devrimci” der herhalde.
Ama öyle anlaşılıyor ki, Kıvanç iddia ettiğinin tam tersine kendisi hiç okumadan bu konudaki liberal-muhafazakar ezberi aynen devralmış. Acıklı bir durum.
LİBERAL ALIKLIK MI KÖTÜ NİYET Mİ?
Ümit Kıvanç, AKP’nin doğru ve demokratik bir çizgi izlediği konusunda en ufak bir kuşku duymuyor. Onun için AKP’ye muhalefet etmek sadece “Bakın AKP sonuna kadar gitmiyor” (a.g.y) demekten ibaret. Örneğin Ergenekon soruşturması konusunda da hiç şüphe duymuyor. Bu soruşturmanın Kontrgerillanın tasfiyesi olduğuna iman ediyor. Düzmece suçlamaları, sahte kanıt üretimini, telefon dinlemelerini, sola yönelik saldırıları, tarihin yeniden ve gerici yazımını, darbe iddialarının polis istihbaratının imal ettiği birer senaryo olabileceğini hiç düşünmüyor.
Olan bitenin bir demokratikleşme değil, ABD’nin bölge siyasetleriyle de paralellik taşıyan bir rejim değişikliği operasyonu olduğuna, bunun da yeni bir dikta düzeni anlamına geldiğine ihtimal vermiyor.
Sermayenin iki fraksiyonu arasındaki bu mücadeleden demokratikleşme çıkarmaya çalışıyor. Gözleri sadece haki üniformayı görüyor ve bu üniformaya karşı olan herşeyin demokratik olduğu gibi ilkel/geri bir mantık yürütüyor. Gözleri polis lacivertini bir türlü görmüyor. Onu üniformadan saymıyor.
Ergenekon iddianamesini okuduğunu söylüyor ama, ya iyi okumamış ya da okuduğundan pek bir şey anlamamış görünüyor.
‘KÜÇÜK’ OLTAYA TAKILANLAR!
Ümit Kıvanç, Ergenekon iddianamesine/soruşturmasına bakınca sadece Veli küçük’ü görüyor. Veli Küçük’ü gördükleri halde kafaları karışan ve Ergenekon soruşturmasına kuşkuyla bakan solculara da fena halde kızıyor.
“Ulan senin kafan nasıl karışıyor ya Veli Küçük’ü görünce? Veli Küçük’ü görünce kafası karışan adam kötü niyetlidir arkadaş.” (Ü. Kıvanç, a.g.y)
Bu kadar kızma be hacı! Biraz anlamaya çalış biraz. Yabancısı değilsin, hani şu bilimsel kuşkuculuk vardı, hatırlarsın… Bilim, bu yaratıcı insan edimi, yani kuşkuculuk sayesinde gelişmişti ya, bilirsin. Sen de biraz kuşkuyla bak olan bitenlere. Örneğin senin de desteklediğin AKP’nin arkasında büyük sermaye çevreleri, yükselen muhafazakar burjuvazi, tarikatlar, ABD, NATO, AB filan var. Bir de bunlara bak ve nasıl aynı hizaya geldiğinizi bir düşün. Kırma beni.. Hadi be hacı!
Merak etme sen, solcuların Veli Küçük’ü görünce kafaları karışmıyor. Onlar Veli Küçük’ü gayet iyi tanıyorlar. Yanlışın burada, kafası karışın sensin. İnsanlar DHKP-C, PKK, MLKP gibi sol örgütlerin de Ergenekon’un taşeron kuruluşu olduğunu söyleyen savcılara kuşkuyla bakıyor. İnsanlar Polis Örgütü’nü ele geçiren Fethullah Gülen’in operasyonlarından endişeye kapılıyor.
Sosyalistler Gazi Mahallesi katliamını solcuların üzerine yıkan, Sivas katliamını Ergenekon üzerinden solculara bağlayan ve böylece katil İslamcıları aklayan ve asıl kontrgerillayı gizleyen iktidarın savcılarına inanmıyor. Tek bir polis şefinin bile bu davaya dahil edilmediğini görüyor solcular. Bu davada hayatları boyunca darbecilere ve kontrgerillaya karşı savaşan solcuların, sosyalistlerin de yargılandığını izliyor ve gerçeği görüyorlar.
Asıl Türkan Saylan’ı görünce kafaları karışıyor insanların. İnsanlar Veli Küçük’ü değil, asıl Yalçın Küçük’ü gördükleri için şaşırıyorlar. Bu dava üzerinden solun bütün değerlerine ve tarihine de saldırıldığını görüyorlar. Solcular Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan gibi devrimci sosyalist önderlerin Ergenekoncu ilan edildiğini izliyorlar.
Bırakın “Türk Gladyosu”nun tasfiyesini, bu dava üzerinden asıl derin devlet, Kontrgerilla aklanıyor. Bu dava aracılığıyla örtülü bir Ilımlı İslam darbesi gerçekleştiriliyor. İkinci cumhuriyet kuruluyor. Bu cumhuriyet, tıpkı birincisi gibi emekçilerin cumhuriyeti değil. Ama insanlığın bütün ilerici birikimini de tasfiye edecek gerici bir cumhuriyet.
Polis bu darbenin silahlı kuvvetini oluşturuyor. Özel yetkili savcılıklar ve mahkemeler üzerinden paralel bir adliye oluşturuluyor. Doğal yargıç ilkesi ayaklar altına alınıyor. Gizli tanıklık sistemi ile itirafçılık kurumsallaştırılıyor. Komplolar kuruluyor. Yalana ve iftiraya dayalı bir iddianame hazırlanıyor. İddianamede fiil ile fail arasında ilişki kurulmuyor. İnsanlar Ortaçağ Engizisyon mahkemelerinde olduğu gibi önce suçlanıyor, sonra da masum olduklarını kanıtlamaya zorlanıyor.
Hrant Dink cinayeti davasında yaşanan rezalet ortadayken, nasıl bir arındamadan söz edilebilir? Veli Küçük ve bir zamanlar kullanılıp sonra buruşuk bir peçete gibi kenara bırakılan çetesi, ancak Ümit Kıvanç gibilerinin kafasını karıştırmak için bu davaya dahil edilmiş görünüyor. Başarılı oldukları da anlaşılıyor. Acıklı bir durum!
EMPERYALİZM SOLCULARI İLGİLENDİRİR Mİ?
Ümit Kıvanç, emperyalizmi de iptal ediyor. Onu yok sayıyor, önemsemiyor. Küreselleşmenin emperyalizmi sonlandırdığını sanıyor olsa gerek. Ya da tıpkı yol arkadaşı Mehmet Altan gibi emperyalizmin artık “ilerici” olduğunu, örneğin NATO’nun “demokrasi ve özgürlükler için savaştığını” düşünüyor da olabilir. Bilmiyoruz. Çünkü analizini bu kadar derinleştirmiyor ama, anti-emperyalist olmayı solun tanımından çıkarıyor. Solcu olmak için anti-emperyalist olma şartını kaldırıyor. Hatta solcu olmak için anti-emperyalist olmamak şartını koyuyor. Çünkü, inanılmaz bir cehaletle anti-emperyalist olmayı milliyetçilik sayıyor.
Şunları söylüyor:
“Emperyalizmi biz o kadar fazla yere koyduk ki biraz dışarıda bırakırsak daha iyi anlayacağız bazı şeyleri. Benim sol tanımımda emperyalizm niye olsun ki? Türkiye solunun antimperyalizmi milliyetçiliğin kibarca söylenmesinden başka hiçbir şey değildir ve bu beni uzaktan yakından ilgilendirmiyor.” (Ü. Kıvanç, a.g.y)
Söyleşiyi yapanların bir sorusu üzerine Latin Amerika için anti-emperyalist mücadelenin “belki olabileceğini” belirten Kıvanç, gözümüzün önünde Irak’ın işgal edildiğini, bırakın emperyalizmi, klasik sömürgecilik metotlarının bile devreye sokulduğunu görmüyor. Basit bir ekonomi politik bilgisinden bile yoksun olduğu, daha doğrusu bunu unuttuğu görülüyor.
Günümüzün önde gelen marksist iktisatçılarının küreselleşme diye kodlanan dönemin emperyalizmin yeni bir evresi olduğunu, bu görüşe sağcı kimi akademisyenlerin bile katıldığını, dahası bu yeni dalganın sonuna geldiğimizi bilmiyor.
Çünkü, Ümit Kıvanç, “devrim gibi” dediği düzenlemelerin emperyalistler tarafından da desteklendiğini biliyor ve bu çelişkiyi kafasına göre çözüyor. Emperyalizmi iptal ediyor.
Emperyalizm iptal edilecek, et! Emredersin komutanım!
İşte bu kadar, emperyalizm de yok çelişki de… Ama ne yazık ki Ümit Kıvanç ilgilenmeyince emperyalizm yok olmuyor.
POLİS İSTİHBARATININ OYUNCAĞI TARAF SOLCUYMUŞ!
Kıvanç, çalıştığı Taraf’ı da solcu gazete sayıyor. Bu gazetenin hükümetin emriyle Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı’ndan aktarılan parayla (yaklaşık 4 milyon TL) kurulduğunu, yani bir anlamda devlet gazetesi olduğunu bilmezden geliyor.
Çalışanların, emekçilerin, işçilerin hak ve özgürlük mücadelesine karşı bu gazetenin tutum aldığını, neo-liberal politikaları kayıtsız şartsız desteklediğini, hatta işçileri yer yer Ergenekonculukla bile suçladığını (TEKEL direnişi sırasında olduğu gibi) unutmuş görünüyor.
İstihbaratçı polislerle aynı sayfalarda yazdığının farkında bile değil. İstihbarat örgütleri ile gazete arasındaki ilişkiyi sorgulamıyor. O yine solculara hakaret ediyor.
Kıvanç, Taraf gazetesinin Başbakan Erdoğan’ı eleştirdiği zaman çalışanların maaşlarının ödenemez hale gelmesini bağımsız olmasına örnek veriyor. Oysa verdiği örnek tam tersine Taraf ile hükümet arasındaki “derin” bağın bir kanıtını oluşturuyor.
Bu Kıvanç biraz saf mı ne!
SIKI DEMOKRAT 12 EYLÜL DARBESİNİ AKLIYOR!
Darbe karşıtı, büyük demokrat, harbi delikanlı Ümit Kıvanç’ın tıpkı Ertuğrul Özkök gibi, 12 Eylül 1980 faşist darbesi yapıldığı zaman derin bir “oh” çektiği ve “canımız kurtuldu” diye sevindiği anlaşılıyor.
İnanılır gibi değil ama Kıvanç, devrimcilerin, sosyalistlerin iktidara gelmesi yerine askerlerin darbe yapmasının daha hayırlı olduğunu da söylüyor. Üstelik bu darbeyi ABD’nin yaptırmadığını, onun sadece darbeleri onayladığını söylüyor.
Kıvanç kendisini tutamıyor ve devrimci örgütlerin liderlerinin tıpkı Mesut Yılmaz, Tansu Çiller vb’lerinden farklı olmadığını, genellikle psikopat bir kişiliğe sahip olduklarını ima ediyor. Tam bir terbiyesizlik ve derin bir düşmanlık örneği. Büyük demokrat Kıvanç’a göre darbenin nedeni de neredeyse solcular. İyi mi?
Şimdi sıkı durun:
“ABD’nin her istediği oluyordu zaten Türkiye’de, niye darbe yaptırsın, manyak mı? Türkiye ABD’nin en sıkı müttefikiydi. Bu şöyle bir icat ve uydurma biz (devrimciler) mi Türkiye’de o sırada hakim olmak üzereydik de ABD bunun üzerine darbe yaptırttı? Biz birbirimizi öldürüyorduk zaten be. (…) Gidin namuslu herhangi bir insana şunu size itiraf edecektir 11 Eylül günü bu ülkedeki solcuların hiçbiri ne yapacağını bilmiyordu zaten. Faşistler de bilmiyordu. Böyle kalmıştık hepimiz. Kitleler falan da bizim peşimize takılmış değildi. Onları yeterince mutsuz ettik zaten. Bunlar bir takım efsaneler… Yok böyle şeyler yani. Allah saklasın, devrim yapsaydık biz en az 5 milyon kişi öldürürdük. 12 Eylül kaç kişiyi öldürdü? Birkaç yüz kişidir yani.” (Ü. Kıvanç, a.g.y)
Pes gerçekten! Bu kadar aşağılık bir saldırıyı 12 Eylül darbecileri bile devrimcilere karşı yapmamıştı. Kıvanç, soldan, devrim ve devrimcilerden nefret ediyor.
Kıvanç sosyalistleri, devrimcileri hastalıklı, toplumsal hayatla bağları olmayan, şiddet bağımlısı, hatta terörist ve buruşuk tipler gibi görüyor. Onların neden solcu oldukları bile belli değil. Tıpkı “Bekle dedim Gölgeye” isimli edebi bakımdan da kötü romanında olduğu gibi.
Oysa, Türkiye solu en kitlesel dönemini yaşıyor, kurulu düzeni temellerinden sarsıyor. Bütün toplumu ve ülkeyi bölüyor. İdeolojik, entelektüel ve tarihsel inisiyatifin solda olduğu yıllar yaşanıyor.
Kapitalizm küresel bir karşı saldırı başlatıyor ve bu çerçevede Pakistan ve Türkiye’de askeri darbeler yapılıyor, Nikaragua ve Afganistan gibi ülkelerde ise kontrgerilla faaliyetleri yoğunlaştırılarak iktidarlar ele geçiriliyor. Bu saldırı 1990’da sonlanıyor ve sosyalist blokun dağılmasıyla sonuçlanıyor. Savunmada kalanlar ve tarihin çağrsına uymayanlar kaybediyor.
1980 yılında sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada bir kırılma yaşanıyordu. Bu tarihsel dönemeçte en kritik ülkeyi ise Türkiye oluşturuyordu. J. Carter, Ufuk Güldemir’e verdiği röportajda açıkça söylüyordu “İran ve Afganistan’ın kaybedilmesinden sonra Türkiye’nin kaybedilmesini göze alamazdık. Bütün Batı uygurlığı tehdit altına girerdi.” (Bkz. Ufuk Güldemir, Kanat Operasyonu, Tekin Yayınları, içinde)
Ve bu nedenle Başkan Carter 12 Eylül darbesine destek verdiklerini açıkça belirtiyordu. O dönemde kimi Türkiye solcuları düşünmese ve inanmasa bile, öyle anlaşılıyor ki egemen sınıflar, yerli ve yabancı kapitalistler, emperyalist güç merkezleri Türkiye’de rejimin renginin değişebileceğini olanaklı görüyorlar. “Taç giyen başın akıllanacağı” konusunda da hiç bir kuşkularının bulunmadığı anlaşılıyor.
Kıvanç, sol içi çatışmaları ise akıl almaz şekilde abartıyor. Sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecek bazı talihsiz olay ve sol içi çatışmalar dışında, dönemin karakteristiği kesinlikle sol içi şiddet değildir. Solcular, kitlelere acı falan çektirmemiştir. Kıvanç bütün bunları nereden uyduruyor, anlaşılır gibi değil.
Esas olarak 1970’li yıllar (özellikle ikinci yarası) faşistler ve Kontrgerilla ile devrimciler ve sosyalistler arasındaki iç savaş günleridir. Üstelik solun kazanmaya başladığı bir iç savaştı bu. O günler ayrıca işçi sınıfının tarihsel bir değiştirici güç olarak siyaset sahnesine çıktığı yıllardır. Ülkenin bir baştan bir başa yandığı, devrimci bir durumun ve ulusal bir krizin yaşandığı dönemdir.
Biz uzanıp iktidarı almaya cesaret edemedik. Tarihin çağrısına uymadık ve krize karşı sistemin ürettiği gerici çözüme mahkum olduk.
Öyle anlaşılıyor ki Kıvanç, “5 milyon kişiyi” öldüreceklerini ileri sürdüğü solcular yerine, kendi deyimiyle “birkaç yüz kişiyi öldüren” 12 Eylül cuntacılarını adeta kurtarıcı gibi görmüş.
Sonuç olarak Ümit Kıvanç, hakaret niteliği taşıyan bu ağır spekülasyon nedeniyle soldan özür dilemelidir. Eğer bunu yapmıyorsa 78’liler gibi kuruluşlar derhal Kıvanç’ı kınamalıdır.