Son günlerde, dönemsel ölçekte toplumsal ve siyasal hayatımızı etkileyecek önemli bir dizi gelişme yaşanıyor. Erken yapılacağı kesinleşen ve fakat tarihi resmen ilan edilmeyen genel seçimler yaklaştıkca (tahmini tarih Haziran 2011) belli başlı siyasal aktörler arasındaki çatışmalar da sertleşiyor. Dahası yeni ittifaklar, ayrışmalar ve saflaşmalar ortaya çıkıyor.
Öyle anlaşılıyor ki, genel seçimler yaklaştıkça AKP ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bir kez daha Ergenekon ve darbe tehdidini gündeme getirerek toplumu ve liberal entelijansiyayı etkilemeye ve yedeklemeye çalışacak. Artık bir siyasi komplo olduğu neredeyse bütün yönleriyle ortaya çıkan Ergenekon soruşturması ve sahte darbe tehdidi belki de iktidar tarafından son kez kullanılacak.
Çünkü Ergenekon davası ve darbe soruşturması artık yasal bakımdan sürdürülebilir olmaktan çoktan çıkmış durumda. Ortada tam anlamıyla bir darbe hukuku işletiliyor. Hukukun değil siyasetin yasaları işliyor. Adaletin değil güçlü ve zorba olanın hükmünün geçtiği bir dönemi yaşıyor Türkiye.
AKP’nin yeniden Ergenekon soruşturmasını güncellemeye başlaması, yeni bir tasfiye dalgasının geliştirilebileceği yönünde bir işaret diye okunabilir. Eğer toplumsal muhalefet güçleri, sol ve genel olarak kamuoyu bu tehdidi gerektiği gibi karşılayamazsa, öngörülen tasfiye dalgasının daha önce dokunulmamış çevreleri de içine alarak genişletileceği tahmin edilebilir.
***
Başbakan Erdoğan’ın 25 Ocak 2011 günü Ukrayna’nın Başkenti Kiev’de TOBB tarafından düzenlenen ve 360 oda/borsa başkanının katıldığı toplantıda, Haziran’da yapılacak genel seçimlere yönelik olarak partisinin temel mesajlarını verdiği söylenebilir. Bilindiği gibi Turgut Özal’dan beri yerleşen bir alışkanlıkla sağcı politikacılar önemli mesajlarını nedense yurtdışı gezileri sırasında veriyorlar.
Kamuoyunun yeterince dikkat göstermediği bu konuşmasında Erdoğan, PKK’nin Ergenekon ile işbirliği yaparak iç politikayı “dizayn” etmek için harekete geçtiğini iddia etti. Erdoğan konuşmasında şunları söyledi:
“Seçim öncesinde, seçmen tercihini etkilemeye dönük, milli hassasiyetleri kaşıyarak iç politikayı dizayn etmeye dönük girişimler olduğunu görüyoruz. Bunun ciddi işaretlerini alıyoruz. Terör örgütü ile çetelerin işbirliği yaptığına dair emareler var. ‘Ak Parti yönetimden uzaklaşsın da Türkiye’ye ne olursa olsun’ anlayışı içindeler. Elbette güvenlik güçlerimiz üzerine düşeni yerine getirecektir.”
Erdoğan’ın bu konuşması iki boyutuyla ele alınabilir. Birincisi, yeni bir Ergenekon (soruşturma/operasyon) dalgası başlatılabilir. Çünkü AKP demokrasi mücadelesi verdiğine dair o büyük yalanı yeniden devreye almaya hazırlanıyor. Bu konuşmasında Erdoğan ayrıca ve açıkça güvenlik güçlerinin de harekete geçeceklerinin işaretini (hatta talimatını) veriyor.
Dolayısıyla Emniyet ve Adliye içinde oluşan ve birbiriyle koordineli çalışan “çetenin” yeniden harekete geçirilmek istendiği anlaşılıyor. Söz konusu operasyon ve soruşturmaların hedefleri arasında Jandarma ve TSK da olduğuna göre Erdoğan’ın harekete geçeceğini söylediği “güvenlik güçleri”nin Polis Örgütü olduğu da anlaşılıyor.
İkincisi ise, PKK’nin de açıkça Ergenekon ile ilişkili bir örgüt olmakla suçlanacağı ve başta Kürt illeri olmak üzere ülke genelinde bu yönde büyük bir kampanyanın yürütüleceği anlaşılıyor. Güneydoğu’da Hizbullah’la örtülü işbirliği hazırlığı da bu gelişmeyle birlikte ele alındığında tablo daha da netleşmeye başlıyor.
***
AKP, Hizbullah’la işbirliğini meşrulaştıracak bir kampanya yürütmeye hazırlanıyor. Yeni dalganın sadece PKK’yi değil, solu da içine alarak genişletilebileceğinin de işaretleri veriliyor.
Dolayısıyla AKP, liberal ezberi sorgulamadan devralan ve Ergenekon soruşturmasına kayıtsız şartsız destek veren Kürt siyasal hareketini (BDP’yi) hiç beklemediği bir yerden, Ergenekon silahıyla vurmaya hazırlanıyor.
İşte tam da burada Abdullah Öcalan’ın Ergenekon soruşturmasına ilişkin “tarihi” önemde sayılabilecek özeleştirisi ve yaptığı yeni değerlendirme önem kazanıyor. Çünkü Öcalan’ın yeni değerlendirmesi ve söz konusu özeleştirisi Kürt hareketinde de bir siyasal ve sınıfsal saflaşmanın gelişebileceğinin işaretlerini veriyor.
Öcalan, iki hafta önce yayımlanan yazımda kapsamlı bir şekilde ele aldığım söz konusu açıklamasında şunları söylüyordu:
“Önemli bir değerlendirme daha yapacağım. Bu değerlendirme tarihi ve aslında biraz da özeleştirel bir değerlendirme olacak. Bugüne kadar Ergenekon yargılamalarıyla birlikte devletteki gladionun Jitemvari yapıların tasfiye edildiği söyleniyordu. Biz de biraz böyle düşünüyorduk. Aslında olanlar tam da böyle değildir. Bu konu üzerine sürekli düşünüyorum. Geçenlerde buradaki arkadaşlarla da tartıştım. Nasıl fark etmemişiz bugüne kadar? Bu nedenle özeleştiri diyorum.” (Abdullah Öcalan, Görüşme Notları, 11 Ocak 2011)
Öyle anlaşılıyor ki, Kürt hareketinde de yerel aristokrasi artıkları, burjuva ve liberal çevreler ile emekçi karakterli kesimler ve sol arasında bir ayrışma yaşanıyor.
Öcalan’ın yeni değerlendirmesi, Ergenekon soruşturmaları konusunda Kürt politikacıların ve Kürtler üzerinden siyaset yapan liberal çevrelerin tezlerine büyük bir darbe vurmuş durumda.
***
Gölcük Donanma Komutanlığı’nda bulunduğu iddia edilen yeni “Balyoz Darbe Planı” belgelerinin sahte olduğunu kanıtlayan bilirkişi raporlarının ortaya çıkması da yine Ergenekon soruşturmasının çökmeye başladığını gösteren önemli bir gelişmedir. Liberallerin ve İslamcıların can havliyle sarıldığı bu belgelere göre, 1998 ve 2000 yıllarında ölen iki amiralin 2003 ve 2004 yıllarında yapılacağı iddia edilen darbe planlarında yer alması tam bir mizah örneği oluşturuyor. Bu belgelerin polis ve adliyede örgütlenmiş iktidar güdümlü bir çetenin imalatı olduğunu tezlerini güçlendiriyor.
Yine Ergenekon davasında üç yıldır tutuklu olarak yargılanan bir teğmenin (M. Ali Çelebi) telefon kayıtlarına sonradan yükleme yapıldığını polisin resmi bir yazıyla kabul etmesi de davanın sahte belgelerle oluşturulduğunu ortaya koyan yeni bir gelişme olarak görülmeli.
***
Haziran’da yapılacağı öngörülen seçimlerde yeniden Ergenekon silahını ve darbe tehdidini kullanacağı anlaşılan AKP’nin tek sıkıntısı liberallerle arasında başlayan gerilim olduğu söylenebilir. AKP’nin artık liberallerin desteğine ihtiyaç duymayacak bir güce ulaştığını, devletin fethedilme sürecini önemli ölçüde tamamladığını düşündüğü anlaşılıyor.
Bu tabloda en acıklı durumda olanlar ise liberaller… İnsanlığın ufkunu karartan ve toplumu yeni bir Ortaçağ’ın kapısından içeri iten liberaller, kendi hayatlarına ihanet etmenin bedellerini ödüyor. Kapitalizmi ve burjuva demokrasilerini insanlığın nihai tecrübesi, değişmez ve mutlak sistemler olarak sunan liberal entelijensiya, kendilerine ihtiyaç kalmadığı anda bir paçavra gibi kenara atılıyor.
Oysa, Ergin Yıldızoğlu’nun çok yetkin şekilde tarif ettiği şu tabloyu yaratanlar öncelikle liberaller değil miydi?
“Kapitalist gerçekçilik, ‘toplumsal adaletsizlikleri’ ortadan kaldırmaya yönelik her türlü dönüşüm projesini, kapitalizmin ufkunun içine hapseder, liberal demokrasiyi tek siyasi rejim olarak kabul eder. ‘Kapitalist gerçeklik’ altında yaşayanlar, başka bir dünya olasılığını, hiçbir üretim tarzının ebedi olamayacağını unuturlar tüm teknolojik ‘ilerlemelere’ karşın, adeta 19. yüzyılın, sosyal demokrasi, sosyalizm öncesi toplumsal gerçeklik algısına geri dönerler.” (Ergin Yıldızoğlu, Cumhuriyet, 26 Ocak 2011)