ABC Politik

Merdan Yanardağ
22 Nisan 2011
Email :

Ülkede garip bir durum yaşanıyor. Rejim hile yoluyla, sahtekarlık yapılarak, yolsuzluk yöntemleriyle, pusu kurularak değiştirilmeye çalışılıyor. Türkiye artık dürüst bir sınav bile yapamıyor. Son 20 yıldır sistematik olarak üniversitelere ve polis okullarına giriş sınavları ile kamu personeli alımı için yapılan bütün organizasyonlarda sorular Cemaate yakın dershanelere, tarikatlara, gerici siyasal örgütlenmelere sızdırılıyor. Bunu herkes biliyor.

Dahası, son 8 yıldır yapılan bütün seçimlerin hileli olduğu çok ciddi iddialar şeklinde ortaya atılıyor. Ancak bu iddialar soruşturulmadığı gibi, muhalefet partileri de her nedense üzerine gitmiyor. Herkesin gözü önünde işlenen bir cinayeti kimse önleyemiyor. Tam tersine bu cinayetin işlenmesine sanki herkes, üstelik bazıları niyetlerinden bağımsız olarak katkıda bulunuyor.

Ülkede iyi olanı eleyen, vasatı öne çıkaran bir düzen kuruluyor. Adeta bir ‘negatif seleksiyon’ yani ‘olumsuz eleme’ süreci işliyor. İyi, nitelikli, başarılı olan değil, niteliksiz, donanımsız ve kötü olan yükseliyor. Ve bütün bu işler büyük bir utanmazlık ve sinsilikle yapılıyor.

Bu ülkede artık, Sayısal Loto’nun bile güvenliği yok. Şifre her yerdedir.

***

Diğer taraftan tarihsel, siyasal ve sosyolojik bir gerçeklik var bir ülkeyi, bir toplumu, bir siyasal rejimi sadece hile ve komplo ile değiştiremezsiniz. Rejimler net programlara yaslanan açık siyasal mücadeleler ve gerçek toplumsal güçlerin çatışmasıyla değişirler. Rejimler, hile yapılarak, soruları çalarak, oy oranlarıyla oynayarak, ve komplo düzenleyerek çaktırmadan değiştirilmez.

Hele siyasal rakipler, muhalifler salt onun bunun evine CD’ler, sahte kanıtlar konularak, düzmece ifadeler, gizli tanıklıklar, yalan ve iftiraya dayalı davalar düzenleyerek tasfiye edilemez. Bu ölçekteki tasfiyeler esas olarak açık siyasal tutumlar alınarak ve güç kullanılarak yapılır. Komplo ancak bir yan ya da tamamlayıcı, daha çok da hızlandırıcı bir unsur olarak işlev görür.

Örneğin 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerinin öncesinde ve sonrasında da bir dizi komplo düzenlenmiş olmasına karşın, döneme karakterini veren şey, siyasal bakımdan açıkça mevzilenen güçlerin çatışmasıdır. Kazananlar, kaybedenleri siyaseten tasfiye etmiştir.

***

Bir ABD-AKP-Cemaat projesi olarak gelişen ve Birinci Cumhuriyetin tasfiye sürecini tamamlayan Ergenekon darbesinin, bir ‘pirus zaferi’ olması, onun gerçek bir mücadeleye değil, daha çok hileye dayalı bir “zafer” olmasından kaynaklanıyor. Yani yenilgiden beter bir zafer.

Bu zaferi kazananlar, tarihe, insanlığın yürüyüşüne, toplumsal ilerleme yasasına ve insanın doğasına karşı savaşıyorlar. Ve bu gecikmiş gericilik, insanlık ve ülke tarihinde kısa bir parantez olmanın ötesine geçemeyecek. Ama bugünün galipleri bunun da farkında değiller. O nedenle her an bozulabilecek çok kararsız dengeler üzerinden yeni bir rejim kurmaya çalıştıkları için, bu süreç her an bir bozguna dönüşme potansiyelini içinde taşımaktadır.
Elbette siyasal tarih komplo teorileriyle açıklanamaz, ama komplolar da siyasal mücadele tarihinin ayrılmaz bir parçasıdır. Komploları çekip aldığınızda tam olarak ve gerçek bir siyasal tarih yazamazsınız. Yani “paranoyak olmamız takip edilmediğimiz anlamına gelmiyor” diyebiliriz. Siyasette, uluslararası rekabette, toplumsal mücadeleler tarihinde komplo vardır. Hele bu ülkenin tarihinde komplo istisna değil, neredeyse esas haline gelmiştir.

***

Yanlış anlamaları önlemek için belirtmeliyim ki rejim elbette sadece hile yoluyla değiştirilmiyor. Kapsamlı ve küresel ölçekte yürütülen bir siyasal projenin önemli bir parçası olarak Türkiye’de Birinci Cumhuriyet sonlandırılıyor. Ülke örtülü bir darbe sürecinden geçiyor. Ilımlı İslam, Büyük Ortadoğu Projesi’nin eksenini oluşturacak bir siyaset olarak geliştiriliyor.

Dolayısıyla, geleneksel ‘iktidar bloku’nun bileşenleri de değişiyor. TSK’nın sistem içindeki gücü kırılıyor, polis etkinlik kazanıyor. Yükselen muhafazakar yeni burjuvazi iktidardan ve servetten daha fazla pay istiyor. Tam bu dönemde TESEV Başkanı ve TÜSİAD üyesi Can Paker, bir röportajında yeni burjuvazi ve islami sermaye ile uzlaşmaya hazır olduklarını, hatta yakında kız alıp vermeye ble başlayacaklarını söylüyor. (Bkz. Radikal gazetesi, 18 Nisan 2011)

Evet, bütün bunlar doğru. Ama hile yapıyorlar. Harbi değiller… Üstelik bu hile giderek bütün süreci tayin eden bir belirleyicilik kazanıyor.

Belki somut bir örnek derdimi anlatmama yardımcı olabilir 12 Eylül’de bizi genel olarak “Mevcut anayasal düzeni zorla değiştirmeye kalkışmak” suçlamasıyla yargıladılar. Ortak ve tek soyut suçlama buydu. Ama ne yalan söyleyelim bu suçlama doğruydu. Biz gerçekten mevcut anayasal düzeni, zor kullanmak da dahil her türlü siyasal mücadele yolu ve aracıyla değiştirmeye çalışıyorduk. Yani mevcut yasalar karşısında “suç” işliyorduk.

Ancak, bizim evlerimize sahte belgeler koymuyorlardı. Ağır bir devlet terörü, işkence, zulüm ve kötü muamele olmasına karşın, çok tuhaf gelecek ama, askeri mahkemeler, Ergenekon davası ile karşılaştırıldığında genel hukuk kurallarına daha uygun bir işleyişe sahipti. İstisnaları olsa bile, en azından fiille fail arasında somut bir ilişki kurmaya çalışıyorlardı.

Oysa şimdi bir üniversiteye giriş sınavını bile dürüst şekilde yapamıyorlar. Ortak bir hukuk oluşturma kapasitelerinin bulunmadığını her eylem ve tasarruflarıyla ortaya koyuyorlar. Ve evet, bu seçimde, 12 Haziran 2011’de de hile yapmaya hazırlanıyorlar. Maruzatım budur.