Bilindiği gibi, Erdoğan-AKP iktidarı, Fethullahçı Çete’nin 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişiminin yarattığı siyasal krizi bir fırsata çevirerek bir anlamda kendi darbesini yaptı. Bu operasyonun, deyim uygunsa “hayırlı” bir yanı da vardı; AKP iktidarının gizli ajandası (programının) da artık gizlenemeyecek şekilde açığa çıktı veya daha doğru bir ifadeyle gizlenmesine gerek kalmadı.
İnsanlığın ilerici birikimi ve Cumhuriyetin kazanımlarına (onlardan geriye ne kaldıysa) yönelik açık saldırının başlatılması, çağdaş yaşam tarzına yönelik aşağılayıcı tutumun derinleşmesi, zaten içi boşaltılan laik kurumların bütünüyle yıkılması, darbenin bastırılmasının yarattığı aldatıcı meşruiyet atmosferinin sayesinde gerçekleşti.
Darbeyi bastıran Türkiye daha demokratik ve özgürlükçü bir ülke olmadı. Tersine daha totaliter bir rejimine, hibrit bir başkanlık (tek adam) sistemine sürüklendi. Bu nedenle 15 Temmuz sonrasında dünyada ve ülkede Erdoğan-AKP iktidarının meşruiyetinin yükselmesi bir yana hızla yalnızlaşmaya başladı.
ABD ve Batı, AKP iktidarını artık gözden çıkarmış görünüyor. Bir dönem bölgedeki kirli işlerinin görülmesi için AKP’yi destekleyen Batı, şimdi siyasal İslamcı iktidarı öngörülemez, sinsi hesapları olan ve ikiyüzlü bir hareket olarak değerlendiriyor. Son 3-4 yıla bakıldığında, derin bir güven sorununun olduğu açıkça görülüyor. Örneğin Batı, AKP iktidarının kendi “ideolojik” programını uygulamak için hizadan çıktığını düşünüyor.
***
Yolsuzluklara batmış, yüz kızartıcı sicili bulanan bir iktidar, dünyanın her yerinde siyasi şantaj ve baskı yapılabilecek kolay bir hedeftir. Halkbank ve Rıza Sarraf davaları üzerinden AKP iktidarına yapılan da budur. Üstelik o partiyi projelendiren ve iktidara taşıyan güçler bakımından böyle bir operasyonu yapmak çok daha kolaydır.
İstanbul burjuvazisinin de (Cumhuriyet sermayesi de diyebiliriz) başlangıçta uzlaşarak emekçiler aleyhindeki bütün ayıplı işlerini yaptırdığı AKP’yi artık terk ettiği anlaşılıyor. Dolayısıyla AKP hızla dar bir klik partisine dönüşüyor. Başlangıçta egemen sınıf ve güç odaklarının ortak çıkarlarını temsil etmeye özen gösteren AKP, iktidarını sürdürebilmek için zorunlu olan bu özelliğini yitiriyor. Öyle ki, İslamcı-muhafazakâr sermaye çevrelerinin bile tümünü temsil etme yeteneğini kaybediyor. Eski iktidar blokunu dağıtan AKP, yeni bir bileşim ve ülke yönetici eliti oluşturamıyor.
Ergenekon kumpasının çökmesiyle cumhuriyetçi ve ulusalcı çevrelerle yeni bir diyalog kurma girişimi de, önemsiz bazı istisnalar dışında başarısız oluyor. AKP’nin yeni bir iktidar bileşimi kurmak amacıyla geliştirdiği bu manevrası kimseye güven vermiyor. MHP gibi siyaseten giderek gereksizleşen milliyetçi-faşizan bir parti dışında yanında kimseyi tutamıyor. Kaldı ki, AKP-MHP ilişkisinde kimin kimi tuttuğu da pek belli olmuyor.
Cumhuriyet’i büyük ölçüde yıkan AKP, sandığa dayalı, totaliter ve düşük yoğunluklu bir İslami rejim kurma girişiminde de başarısız oldu. Geriye bir enkaz kaldı. Köklü kurumlar imha edilirken, yerine getirilmeye çalışan siyasal mimari tutmadı. Rejim tıkandı. Ekonomiden siyasete, adliyeden dışişlerine kadar ülke teknik bakımdan da yönetilemez hale geldi.
***
Sonuç olarak; yönetilenler eski gibi yönetilmek istiyor mu istemiyor mu henüz tam olarak kestirilemezse bile, AKP iktidarı ülkeyi eskisi gibi yönetemiyor. Bu durum açık! AKP iktidarının artık olağan koşullarda bu ülkeyi yönetemeyeceğini Erdoğan da görüyor. Bu nedenle bir gerilim siyaseti izliyor. Tarihsel ömrünü dolduran bir iktidarın siyasal ömrünü uzatmasının ise tek yolu bulunuyor; Türkiye bu nedenle, –ilerici güçlerin başka bir seçenek oluşturamadığı koşullarda- daha totaliter ve faşizan bir rejime doğru sürükleniyor.
Öte yandan, Erdoğan-AKP iktidarı, her şeye karşın rejim değişikliğini tamamlamak ve ülkeyi öngördüğü siyasal ve toplumsal hedeflere taşımak konusundaki ısrarını sürdürüyor. Bu ısrar, bütün toplumu geriyor. Türkiye, adeta boğazını sıkan bir iktidardan kurtulmanın demokratik yol ve yöntemlerini arıyor. Bu yolun tıkandığı koşullarda toplumun bir iç çatışmaya sürüklenmesi ise kaçınılmaz görünüyor.
Bu arada, siyasal İslamcı hareket sadece Türkiye’de değil, küresel ölçekte de büyük ve yüz kızartıcı bir yenilgi yaşıyor. Türkiye’nin model ülke olarak merkezinde yer aldığı “ılımlı İslam” ve Büyük Ortadoğu Projesi’nin başarısızlığı, sadece bölge ölçeğinde değil, küresel boyutta sonuçlar yaratacak bir dizi gelişmeye işaret ediyor. Özellikle, emperyalizm ve küresel gericiliğin Suriye’de uğradığı ağır yenilgi, Doğu Akdeniz’deki sıkışma, Libya fiyaskosu, AB ve ABD ile yaşanan sorunlar, AKP’yi iktidara taşıyan bölge jeopolitiğinin köklü bir şekilde değişmesi anlamına geliyor.
Küresel ölçekte yüz kızartıcı bir şekilde iflas eden siyasal İslamcı hareketin Türkiye’de başarılı olması için bir neden bulunmuyor. Bütün veriler AKP iktidarının da hızlı bir çöküş sürecine girdiğini gösteriyor. Ancak sorun başka bir yerde bulunuyor; uzun süredir etkili ve güven veren bir iktidar alternatifinin olmayışı, ülkedeki siyasal kriz haline daha da derinleştiren ve çürütücü bir şekilde uzatan bir etki yaratıyor. Bu nedenle, sorunun çözümüne tam da buradan başlamak gerekiyor.