Türkiye, siyasetin temposu ve yaşamın ritminin yükseldiği ilginç bir dönemece giriyor. Geçen haftaki yazımda da işaret ettiğim gibi; artık ülkeyi yönetme yeteneğini büyük ölçüde yitiren siyasal İslamcı hareket yeni bir manevra yapmayı deneyerek iktidar ömrünü uzatmayı deniyor. Son bir hamle ile kurmaya çalıştığı yeni rejimin geri dönüş eşiğini aşmaya çalışıyor.
Ancak, AKP ve İslamcı hareket dünyadaki benzerleri gibi yüz kızartıcı bir iflasa doğru durdurulamaz şekilde sürükleniyor. Çünkü tek neden, ülkenin içine düşürüldüğü ekonomik iflas ve toplumsal kriz değil, esas olarak İslamcı hareketi iktidara taşıyan bütün iç ve dış dinamiklerin değişmesi oluyor.
Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Erdoğan’ın, “hukuk ve ekonomide reform yapacağız” sözlerinin anlamı budur. Erdoğan, AKP iktidarını dibe doğru çeken, esas olarak devlet içindeki kadrolaşmasını ve etkinliğini geliştirmekle uğraşan MHP ile seçimleri kazanamayacağını görüyor. Bu nedenle MHP ile yollarını ayırmanın gerekçesini oluşturmaya çalışıyor. AKP’nin ağır toplarından Bülent Arınç’ın, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın haksız tutukluluklarından hareketle yaptığı açıklamalarını da bu bağlamda okumak gerekiyor.
***
Nitekim, Sarayın sözcüsü İbrahim Kalın’ın, Arınç’ın hemen ardından, “bayram ve seyran” değilken dün (Cumartesi) yeniden Avrupa Birliği hedefine yaptığı vurgu dikkat çekiyor. Erdoğan’ın, Batı’yı Avrasya (esas olarak Rusya, Çin ve bir ölçüde İran) seçeneği ile dengeleme siyasetinden uzaklaşacağı anlaşılıyor. AKP liderinin, yeni bir U-Dönüşü hamlesiyle, uzun bir aradan sonra yeniden “Bizim yönümüz Avrupa Birliği’dir” demesi, Batı tarafından neredeyse üzerinin çizildiği bir dönemde işe yarar mı bilinmez ama, bu yeni rota arayışının da ifadesi oluyor.
Kendi ideolojik ajandasının gereklerini yerine getiremeyen, yeni bir rejim kurmak için gücü, görgüsü, bilgisi ve müktesebatı yetmeyen AKP, bir anlamda 2003-2004 taktiğine geri dönmeye çalışıyor. Yeniden AB sopasıyla muhalefeti hizaya sokacağını sanıyor. Sanki Demirtaş ve Kavala’yı uzaylılar tutuklamış gibi davranıyor. Bütün suçu, yine adli bürokrasideki bazı tarikatlara ve esas olarak ülkücülere yıkarak durumu kurtarabileceğini zannediyor.
Özetle; bütün gelişmeler bir rota değişikliği çabasına işaret ediyor. Öyle ki, Erdoğan’ın, ABD seçimlerinden sonra yapılan ilk açıklama diyebileceğimiz ve Joe Biden’in kazandığını gözeten bir yerden, yaptığı değerlendirme de bu kapsamda ele alınmalıdır. Öyle ki, Erdoğan, ABD ile küresel ve bölgesel hedeflerde ortaklaşa hareket edeceklerini ilan etmekle kalmıyor, bir anlamda bağlılığını da bildiriyor. Bütün bunlar Erdoğan yönetimi için geç midir, izleyip göreceğiz.
***
Erdoğan yönetimi açısından MHP ile alınacak yol artık kısalmış görünüyor. Ancak, tam bu aşamada, “ülkücü mafya” kavramının kaynağı ve simgesi niteliğindeki Alaattin Çakıcı’nın CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik tehdit ve hakaretleri, Devlet Bahçeli’den gelen bir karşı hamle özelliği taşıyor. Bu anlamda, müdahale ya da saldırının Erdoğan’a da bir mesaj niteliği taşıdığı belirtiliyor. Yani Bahçeli, Susurluk artığı bazı çevrelerle de irtibat halinde, “devlette ve sokakta biz varız” diyor.
Nitelikli insan kaynakları sınırlı olan siyasal İslamcı hareket ve onun çatı örgütü AKP, Fethullahçı Çete’nin tasfiyesi ve liberallerle yolların ayrılmasından sonra ortaya çıkan büyük boşluğu, hem bazı tarikatlarla hem de ülkücü kadrolarla doldurmaya çalıştı. Ancak, devlet kurumlarında ortaya çıkan boşluğu sadece yeni tarikatlarla doldurmaları da mümkün değildi. Bu tarikatların en büyüğü olan Menzilcilerin bile çok yetersiz ve niteliksiz oldukları ortadaydı. Dolayısıyla, boşluk büyük ölçüde ülkücülerle ve daha az oranda da Hak Yolcu diye bilinen, muhafazakar özelliklere sahip Hak Yol Vakfı çevresindeki isimlerle doldurma yoluna gidildi.
Bu süreçte MHP, Fethullahçı polis ve istihbaratçıların yeniden yapılandırmaya çalıştığı, ama yarım kalan, yeni derin devlet örgütlenmesinde de etkin olmaya başladı. Bu durumun, AKP liderliğinde bir süredir, kontrolü kaybetme endişesi ve buna bağlı bir rahatsızlık yarattığı biliniyor.
***
Diğer taraftan, Çakıcı’ya açıkça sahip çıkan Bahçeli ve MHP’nin siyaset dünyasından tecrit edilmesini sağlayacak bir durumun oluştuğunu da görmek gerekiyor. HDP ve hatta CHP’ye bile, “terör örgütleri ile aranıza mesafe koyun” diyenlere, asıl siz “mafya ile aranıza mesafe koyun, irtibatınızı kesin” demek mümkün hale geliyor. Daha da önemlisi, bunu yapmadıkları taktirde, MHP’nin bir meşruiyet sorunu yaşayacağını ilan etmek için şartlar oluşmuş durumda. Çakıcı olayında Bahçeli ve MHP’nin yalnız kaldığı unutulmamalı.
Bu durumu gören Erdoğan yönetimi, Çakıcı olayında Devlet Bahçeli’ye sahip çıkmadı. Dahası, partinin grup başkanvekili aracılığıyla Çakıcı’nın tehdit ve hakaretleri için soruşturma başlatıldığını açıkladı. Kılıçdaroğlu’na yönelik Ankara Çubuk’taki linç girişiminde bile neredeyse CHP liderini suçlayan AKP açısından, -düşük profilli bir açıklama ile yapılsa bile- Çakıcı ve MHP’ye tavır alınması önemli bir gelişmedir. Dolayısıyla, “Cumhur İttifakı” içinde ciddi bir çatışmanın işaretlerinin de çoğaldığını ve bir yol ayrımına doğru gittiğini öngörebiliriz.
Ancak, bu öngörüyü mutlaka gerçekleşecek bir durum olarak da ele almamak lazım. Erdoğan ve AKP yönetiminin hızlı manevra yaptığını, Makyavelist (buna takiye de diyebiliriz) bir tarz-ı siyaset izlediğini biliyoruz. Örneğin Erdoğan ekibi, Selahattin Demirtaş’ın tahliye edilmesi ve bazı belediyelere atanan kayyumların geri çekilmesi yoluyla, -bunun bir karşılık bulup bulmayacağından bağımsız olarak belirtiyorum- Kürt siyasal hareketiyle ilişkileri yumuşatmak taktiğini izleyebilir. Bunu tamamlayıcı bir girişim olarak da, MHP’nin yerine İYİ Parti’yi çekerek bir 5 yıl daha kazanıp, hem kendisi ve ailesinin geleceğini garanti edecek hem de düşük yoğunluklu da olsa İslami bir rejimi kalıcı hale getirecek son düzenlemeleri yapmak isteyebilir.
***
Sonuç olarak belirtmek gerekirse; ben bu kez Erdoğan ve ekibinin başarılı olamayacaklarını düşünüyorum. Özellikle Kürt siyasal hareketinin bu girişime geçit vermeyeceğini değerlendiriyorum. Ancak unutmamak gerekir ki, Erdoğan-AKP iktidarının bütün bu hamlelerini başarıya taşıyacak olan da, boşa çıkaracak şey de, bizim, yani ilerici ve cumhuriyetçi muhalefet güçlerinin tutumudur. Siyasi uyanıklıktır.
Bunun için atılacak ilk adım, fiili zemini İstanbul seçimlerinde oluşturulan, sosyalist solun da içinde yer alacağı cumhuriyetçi, aydınlanmacı, demokratik ve halkçı bir “Türkiye İttifakı” olabilir. Bir geçiş rejimi için böyle bir ittifak önemli bir rol oynayabilir. Devrimci solu, sosyalistleri geniş yığınlarla buluşturacak, kaybedilen bazı mevzilerin geri alınmasını sağlayacak –şimdilik- tek yol da budur.
Bunun için yapacağımız en önemli iş ise; son 30-40 yıldır her türden liberalizm, dinci tarih anlayışı ve milliyetçilikle (etnik ve hakim ulus milliyetçiliği) lekelenen zihniyet dünyamızı etkin ve yaygın bir şekilde temizlemektir. Özellikle liberalizmin ideolojik etkilerini kırmak ve esas olarak kendi devrimci referans alanlarımıza geri dönerek onu kendi temelleri üzerinde yeniden üretmektir.