Türkiye şizoid bir yarılma yaşıyor. Bu olguyu sık sık vurguluyorum. Toplumun ruhu da kimliği de parçalanmış durumda. Birbirine yabancı, ortak zeminleri bulunmayan ve giderek düşmanlaşan toplum kesimleri kararlılık kazanıyor, kuşaklar bu ruh haliyle yetişiyor. Gerici kuşatmayı aşamayan toplum, içine düştüğü hastalıklı bir durumun bütün semptomlarını yaşıyor. Daha önceki yazılarımda birkaç kez üzerinde durduğum gibi; artık iki toplum ve iki ülke var.
Cumhuriyetin soluna kapalı yapısının, kendisinin tasfiye edilme sürecinde önemli bir rol oynadığı kesindir. Cumhuriyet burjuvazisi (sermaye, yüksek bürokrasi ve TSK komuta kademesi) sol korkusu nedeniyle, -Yalçın Küçük’ün deyimiyle- adeta kendisini zehirledi. Kendi solunu tasfiye eden Cumhuriyet, bütün dengelerini yitirerek sağın uçlarına savruldu ve sonunu hazırladı. Kendisini aşacak güçleri ezen cumhuriyetin egemen güçleri, ileriye gidemeyince, tarihsel bakımdan geriye düştü.
Aslında bu şizoid yarılmanın Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren ortaya çıktığını, derinleşerek zamanla kronik bir karakter kazandığını söyleyebiliriz. Çünkü, bizatihi Cumhuriyet kurucu unsurlarının bir bölümünün ihanetine uğrayarak, varlık temellerini yine kendisi imha etti. Özellikle II. Dünya savaşından sonra toplumun sola kaymasını önlemek için İslamcılık desteklendi, işbirlikçi ve geri milliyetçilik kışkırtıldı. Zamanla din siyasallaştı ve sonuçta kendisini büyüten gücü boğdu. Cumhuriyetin dramının özeti ve AKP iktidarını hazırlayan tarihsel arka plan budur. Siyasal İslamcı iktidar bir neden değil, sonuçtur. Askeriyle, bürokrasisiyle Cumhuriyet seçkinleri ve burjuvazisinin ihanetinin yarattığı bir sonuç..
***
Cumhuriyet’in sonbaharında, tarihsel ihanet ve akışın bir sonucu olarak gelen AKP iktidarı, Türkiye’nin ulusal birliğini temelden sarsmış, hatta onu imha etmiş durumda. Artık bu ülkede bir birinden kültürel, siyasal ve psikolojik bakımdan kopmuş, dolayısıyla ortak kaygıları, sevinçleri ve gelecek tasavvurları olmayan birden çok toplum kesimi bulunuyor. Bu ülkede artık, neo-liberal özelleştirme yıkımı nedeniyle ne milli piyangoya güveniliyor ne de milli maçlarda ortak sevinç ya da hüzün yaşanıyor.
AKP’nin başarısı, kurulu düzene yönelik gerici/dinci eleştirileri, demokratik bir itiraz gibi sunmasında yatıyor. Yaratılan bu yanılsama, liberallerin (özellikle soldan gelen liberallerin) büyük katkısıyla, solun önemli bir bölümünün İslamcı harekete ve gericiliğe yönelik eleştirilerinin geri çekilmesine neden oldu. Dahası bu liberal ihanet, solun ve laikliği içselleştirmiş halk kesimlerinin direniş refleksinin kırılmasına yol açtı.
Hile ve tertibin yanı sıra, sağlı-sollu liberallerin affedilemez ihaneti sonucu ülkeye el koyan bu niteliksiz, görgüsüz, bilgisiz, birikimsiz İslamcı kadro; toplumun en geri, cahil, saldırgan, intikamcı ve yağmacı kesimlerine dayalı bir iktidar kurdu. Dahası bu kesimlere dayanarak, yaklaşık 200 yıllık bir derinliğe sahip olan Türkiye’nin aydınlanma ve modernite çizgisinde köklü bir kırılma yarattı.
***
Türkiye vasatın isyanıyla karşı karşıya. İmal edilmiş bir yobazlık ve toplumsallaştırılmış bir cehaletin saldırısı altında, toplumun bütün tarihsel ve siyasal kazanımları yok ediliyor. Ülke bir intihara doğru sürüklendiğinin farkında değil.
Toplumu birleştiren ulusal, sınıfsal, kültürel ve tarihsel bütün zeminler 18 yıllık AKP iktidarı döneminde bütünüyle imha edilmiş durumda. Ülke ve ulusu birleştirecek ortak değerler, referans alanları ve kültürel çerçeve neredeyse kalmadı. Cumhurbaşkanı bile taraflı. Diyanet bile bütün Müslümanlara hitap etmekten uzak. Birleştirici tek bir kurum bile yok. Türkiye ya aydınlanma değerleri üzerinden yeniden inşa edilecek ya da bütün unsurlarına doğru ufalanıp çözülerek dağılacak.
Toplumun en ileri, aydınlanmış, üretken, kültürünü ve sanatını yaratan, bu anlamda demokratik bir rejimin temelini oluşturacak kesimlerine karşı, biriken büyük kin, “çevrenin merkeze isyanı” gibi, Amerikan sosyolojisinden apartılmış, sözde demokratik ve fakat sınıfsal bir perspektif içermeyen anlayışlarla meşrulaştırıldı.
Oysa, bir önceki çağın değerler dünyasına ve egemen güçlerine dayanan bu ilkel kin, derin bir aşağılık kompleksinden besleniyordu. O nedenle modern değerlere, yaşam tarzına ilkel bir düşmanlıkla saldırıldı. Oysa, aydınlanma ve modernite yoksa demokrasi de olmayacaktır sol da.. Bu anlaşılamadı.
***
Türkiye bu İslamcı faşizan saldırıyı püskürtmek zorundadır. Bunun için, ideolojik önyargılardan arındırılmış bir perspektifle olabildiğince genişletilmiş bir cepheye, güç birliğine yaşamsal bir ihtiyaç vardır. Toplumun en geniş kesimlerini kapsayan cumhuriyetçi, yurtsever ve demokratik bir hat kurulmalıdır. Artık duvara dayandığımızı görmek ve yeni tipte bir faşizmin iktidarı altında olduğumuzu anlamak gerekiyor.
Ancak, İslamcı hareket ve AKP yenilebilir. Çünkü, dünyada yüz kızartıcı bir iflas yaşayan İslamcı hareketin Türkiye’de başarılı olması için bir neden bulunmuyor. İslamcılar artık toplumdan ideolojik ve siyasal rıza üretemiyor. AKP lideri Erdoğan’ın “kültürel bakımdan iktidar olamadıklarını” söylemesinin nedeni budur.
Ülkenin 200 yılı aşkın aydınlanma ve modernleşme birikimini hafife alan, tarihsel gerçeği ideolojik ön yargılarına feda eden İslamcılar, kendi rejimlerini kuramamanın, bu konudaki yetersizliklerinin nedenini bir türlü anlayamıyor. Bu durum ülkeyi geriyor. İktidar adeta toplumun boğazını sıkıyor. Çünkü, birçok etkenin yanı sıra toplum bu girişime bilinciyle olmasa bile sezgileriyle direniyor.
***
Birçok kez vurguladığım gibi; AKP’yi iktidara getiren bütün iç ve dış dinamikler köklü bir değişime uğradı. AKP, kendi dar ideolojik (İslamcı) programını uygulamaya yöneldikçe, sadece toplumu bir arada tutan kurumları değil, egemen sınıf ve güçler arasındaki ortak zeminlerin de imha olmasına yol açtı. Eski iktidar bloku büyük ölçüde dağıldı dağılmasına ama, yerine yeni bir iktidar bileşimi oluşturulamadı. Yeni zenginleşen kesimlere dayalı pespaye, rüküş bir dinci oligarşi oluştu.
Uzunca bir süre emperyalizm, küresel sermaye ve Türkiye büyük burjuvazisi için en kullanışlı araç olarak işlev gören AKP’nin, giderek bu kesimlerin başına bela olduğu görülüyor. Küresel sermayenin bütün kirli işlerini gören AKP, rolünün bittiği ortaya çıktığında, daha önce 7 Haziran 2015te de görüldüğü gibi iktidarı terk etmemek için direnecektir. Bugün 2020-21 Türkiye’sinde benzer bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz açıktır. Yine kaos yaratma senaryoları devreye sokuluyor. Suikast, katliam, siyasi cinayet olasılıkları gazete köşelerinde açıkça tartışılıyor.
Hiçbir zaman “muhafazakar-demokrat” bir kitle partisi olamayan AKP, bütün radikal örgütler gibi, kendi dar mezhepçi programını topluma dayatma ısrarını sürdürüyor. Ancak, İslamcılar kendi uygarlık projelerini yaşama geçirmeye çalıştıkça, kaçınılmaz olarak dinci-faşist bir karakter kazanıyor. Bugün ülkenin karşı karşıya bulunduğu en büyük felaket budur. Aynı şey, Batılı emperyalist güçler ve küresel sermaye ile AKP ilişkisi için de geçerlidir. Dolayısıyla, AKPnin bugünkü samimiyetsiz ve salt kültürel gerekçelere dayalı Batı karşıtlığından, bazı ulusalcıların yaptığı gibi, anti-emperyalist bir çizgi çıkarmak, saçmalıktan, yeni tipte bir “yetmez ama evet” akılsızlığından öte bir şey değildir.