ABC Politik

Merdan Yanardağ
28 Şubat 2021
Email :

Bu yazının, tamamlayıcı özelliği nedeniyle geçen hafta yayımlanan “Gara operasyonundan tarih ve siyaset dersleri” başlıklı makalemin devamı olarak okunmasında yarar görüyorum.

Türkiye, kaderinin yeniden belirleneceği gerilimli, açık siyasal çatışma potansiyelini de içinde taşıyan kritik günlerden geçiyor. Ülke bir kez daha, gelecek birkaç on yılını, belki de yüz yılını belirleyecek köklü tercihler yapmaya zorlanıyor. Kontrolsüz bir sürükleniş bu. Sadece Cumhuriyetin birikimi ve kazanımları değil, Cumhuriyetin kendi varlığı da tarihinde hiç görülmemiş ölçek ve nitelikte risk/tehdit altında bulunuyor. Osmanlı-Türk aydınlanmasının sert bir kırılmaya uğradığı bu tarihsel dönemeçte, toplum bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilmeye çalışılıyor.

Sünni İslam dünyası, 10-11. yüz yılda başlayan ve hala devam eden kendine özgü bir Ortaçağ’ın içinde debeleniyor. Akıl ve bilim çağının dışında kalmanın bütün semptomlarını yaşayan bu toplumlar, Ortaçağ artığı ilkel krallık ve emirliklerin yanı sıra; anti-demokratik, totaliter ve dinci-faşizan rejimlerin bir karabasan gibi çöktüğü ülkelerde yaşıyor. İşte İslam dünyasında bu çemberi bir ölçüde kırabilmiş tek ülke olan Türkiye’nin yıldızı da İslamcı AKP iktidarında tarafından karartılıyor. Köklerini Osmanlı devleti ve egemen sınıfına dayandırmaya, gücünü bu gelenekten almaya çalışan dinci oligarşi, geri dönüşü olmayan bir dikta rejimi kurmaya çalışıyor.

NEO-PATRİMONYAL SULTANLIK

Cumhuriyet tarihinde hiç görülmemiş derinlikte tarihsel bir dönemeçten geçtiğimizin altını çizmek gerekiyor. Herhangi bir siyasal krizle karşı karşıya değiliz. Üç yüz yıllık kazanımlarımızı, insanlığın ilerici birikiminin bize bıraktığı/sunduğu her şeyi kaybetmekle yüz yüzeyiz. Oligarşik niteliği belirginleşen Erdoğan-AKP yönetimi, iktidarını sürdürmek için kalıcı, geri dönüş eşiğinin aşıldığı İslamcı rejim yaratmayı hedefliyor. Bu rejimi, “neo-patrimonyal sultanlık” diye tanımlayabiliriz.* Dolayısıyla, oligarşik niteliğe sahip bütün rejimlerde olduğu gibi, Erdoğan-AKP elitinin de yönetimi bırakmamak için elinden gelen her şeyi yapacağını bilmek gerekiyor.

Adına, “Yeniden Kuruluş Anayasası” dedikleri –ki kendi açılarından doğru bir tanımlamadır- ve laikliğin ortadan kaldırılacağı, sembolik de olsa hilafetin geri getirileceği hukuksal-siyasal metin, yeni rejimi garanti altına alma ve kalıcı hale getirme çabasından başka bir şey değildir.

Ancak, muhalefet partileri ve solun önemli bir bölümünün de arasında bulunduğu hayli geniş bir kesim, bu büyük riskin/tehdidin tam olarak farkında değil. Muhalefet ve solun bir kesimi bu tarihsel deneyimi yaşıyor ama anlamını kaçırıyor. Cumhuriyeti tasfiye edip, yerine düşük yoğunluklu da olsa İslami (İslamcı da denebilir) bir rejim kurmaya çalışan Erdoğan-AKP yönetimi ise ne yaptığının farkında. İslamcılar, belli bir plan çerçevesinde, adına “Muhammedi devrim stratejisi” dedikleri dinci darbe sürecini adım adım hedefine taşıyor.

SIKIŞMA VE KAYBETME TELAŞI

Söz konusu “kutlu dava” için menzile yürüyüş sürse bile, hem iktidar hem de muhalifler için zaman çok daralmış durumda. Bu nedenle, hedefe yaklaştıkça ittifak ilişkileri daralan, yol arkadaşlarının önemli bir bölümünü kaybeden Erdoğan-AKP yönetimi, büyük bir telaş içinde. Çünkü, AKP’yi iktidara taşıyan iç ve dış dinamikler köklü bir şekilde değişti. Kitle/seçmen desteği de her geçen gün daralan İslamcı harekette (Erdoğan-AKP iktidarında) açık bir güç kaybı yaşanıyor. Artık, takiyeye dayalı taktiklerle durumu idare etmek mümkün görünmüyor. Vesayet rejimini yıkmak istediklerini söyleyenlerin, demokratikleşme ve özgürlük vaatleri ise artık kimseyi ikna etmiyor. Zaten İslamcı kesimler ve geleneksel dinci kitlenin böyle bir derdi de bulunmuyor. Bu büyük yalana, toplumun önemli bir kesiminin ikna edilmesinde ciddi pay sahibi olan ahmak liberaller, tarihte örneği az görülecek bir gafletin utancıyla köşelerine çekilip sustukları için, alabilecekleri lojistik/ ideolojik bir destek de yok. Dolayısıyla İslamcı hareketin toplumdan yeni bir rıza üretmesi artık çok zor görünüyor.

Durum böyle olunca, AKP iktidarının önünde her araç ve yöntemi kullanarak siyasal alanı düzenleyip önümüzdeki seçimleri yeniden almaya çalışmaktan başka bir yol kalmıyor. Oligarşik yönetiminin kullanacağı araç ve yöntemleri ise şöyle sıralayabiliriz;

1 Anayasayı değiştirerek yeniden parlamenter (demokrasiye değil) rejime dönmek ve böylece iktidarda kalmanın yolunu açmak..

2 Seçim sistemini değiştirerek dar bölge uygulamasına geçmek ve böylece alacağı daha az oyla orantısız bir gücü ele geçirmeye çalışmak..

3 Karşısındaki en büyük engeli oluşturan Millet İttifakını dağıtmak. Bu amaçla, Millet ittifakı’nın zayıf karnını oluşturan İYİ Parti’yi bu oluşumdan koparmak..

4 Başta HDP’nin kapatılması olmak üzere (CHP’ye aşağıda geleceğim) muhalif partileri ağır bir baskı altında tutarak, siyasal şiddet aygıtlarını harekete geçirerek, adliye-polis aygıtını anti-demokratik bir şekilde işleterek süreci kontrol altına almak. Böylece rejim değişikliği için hem sembolik önemi olan hem de kritik bir eşik oluşturan 2023 eşiğini açmaktır.

HDP’yi kapatmayı kafasına koyduğu ve bu nedenle bir dizi operasyon yapacağı anlaşılan AKP iktidarı, bununla yetinmeyecektir. Asıl hedef CHP’dir. Çünkü, devleti ele geçiren AKP iktidarının gözünde CHP, eski rejimin ayakta kalan tek kurumudur. Vesayet rejiminin simgesidir. Bu nedenle, CHP’ye örneği az görülecek ve siyasal nezaket kurallarıyla bağdaşmayan bir nefret diliyle saldırılmaktadır.

CHP eğer HDP’nin kapatılması girişimi karşısında susar, yalpalar ya da yapılanlara bir anlamda izin verirse, sıra ona gelecektir. Çünkü AKP’nin asıl hedefi, Cumhuriyetin ya da eski rejimin son temsilcisi, vesayet düzeninin simgesi olarak gördüğü CHP’yi de kapatmaktır. Bu iddia ya da öngörü, fantastik bir komplo teorisi değildir. Olayların bilimsel analizi, siyasetin akışı ve dinci-faşizan blokun ideolojik hedefleri bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Kaldı ki, bugün ülkenin geldiği yere bakınca, 10-15 yıl önce “artık o kadar da olmaz” denilen her şeyin neredeyse tamamının gerçekleştiğini anımsamak yeterlidir.

İLKESEL DİRENİŞ TEK YOLDUR

Eğer AKP iktidarı CHP’yi kapatacak gücü bulamazsa, vesayet rejiminin son temsilcisi olarak gördüğü bu partinin içini boşaltarak onu ideolojik-politik bakımdan başkalaştırmaya çalışacaktır. Bundan hiç kuşkum yoktur. Peki, CHP’nin bu girişim karşısında yalpalama olasılığı var mı? Evet, var! Çünkü, milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılmasına ilkesel olarak karşı çıkacaklarını açıklasalar bile, CHP yönetiminin, fezlekeler (suç özetleri) Meclis’in önüne geldiğinde dosya içeriklerine tek tek bakma eğiliminde olduğu bize ulaşan bilgiler arasında.

İşte bu tutum, CHP içindeki “ulusalcı” kesimlere oynamaya çalışan AKP iktidarının operasyonuna partiyi açık tutacak demektir. İyi Parti, “evet” oyu kullanacağını açıklayarak, zaten Erdoğan’ın tuzağına düşmüş durumda. Dolayısıyla, İyi Parti’nin bu tutumu Millet İttifakı’nda ciddi bir yarılma yaratabileceği gibi, HDP’nin kapılma olasılığını da güçlendirecektir. Tam da bu nedenle, milletvekili dokunulmazlıklarının kaldırılmasına ve HDP’nin kapatılmasına ilkesel olarak karşı çıkılmalıdır.

Oligarşik bir neo-patrimonyal sultanlık rejimini önlemenin başka bir yolu yoktur. Değilse, Türkiye, Franko İspanyası’nda olduğu gibi, sosyal demokrasinin bile illegaliteye itildiği falanjist bir karanlık döneme girecektir. Bu dönemin sanılandan da uzun sürebileceğini, en az iki kuşağın yaşamlarının karartılacağını öngörmek falcılık olmayacaktır.

* Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu ve Dr. Haldun Solmaztürk, Tele 1’de yaptığımız programda Erdoğan-AKP yönetiminin yarattığı rejimi, çok doğru bir şekilde böyle tanımladılar.