Türkiye bir yandan, 2001 yılında yaşananlarla karşılaştırılabilecek nitelikte, sert bir ekonomik kririzin içinden geçerken, diğer yandan da toplumsal huzursuzluk, içeride ve dışarıda yaşanan siyasal sıkışmışlık hali ve çıkış arayışlarındaki belirsizliğin yarattığı karamsarlık içinde kıvranıyor. Bu huzursuzluk ve karamsarlığı yaratan en önemli etmen belirsizliktir. Çünkü, bireysel olduğu kadar toplumsal ölçekte de insanları en çok tedirgin eden şey, belirsizlik halidir. Bu tarihsel dönemeçte, birey ve toplum, hem tekil yaşamında hem de ülke ölçeğinde yaşanan bir belirsizlik halinin huzursuzluğu içinde deviniyor.
Bu belirsizliği derinleştiren etmen ise, muhalefet güçlerinin yön duygusunu yitiren topluma yeni bir rota çizme konusundaki becereksizliği, programsızlığı ve harekete geçme konusundaki cesaretsizliğidir. Çünkü, dinci-faşizan iktidar bloku, rejimi değiştirme sürecini tamamlamak, geri dönüş eşiğini aşmak ve toplumsal muhalefeti baskı altına alarak etkisizleştirmek için harekete geçmiş görünüyor.
İKTİDAR GÖRÜNMEZ AKŞAMIN UFKUNDADIR
Son bir haftadır aka arkaya gelen iktidar hamlelerinin anlamı budur. İslamcı hareketin siyaset tarzı bakımından belirleyici olan takiyye yapma kapasitesi daralınca, iktidar, içeride ve dışarıda kimin ne diyeceğine bakmaksızın kendi ajandasını uygulamaya, açık-seçik adımlar atmaya başladı.
Bu durum, iktidar bakımından büyük bir siyasal sıkışmışlık, zaman darlığı ve güçsüzlüğe işaret ettiği gibi; artık daha da sertleşeceğini, açık baskı yöntemlerini kullanmaktan kaçınmayacağını, adliye-polis aygıtlarını daha sakınmasız şekilde kullanacağını ve gerekirse sokakta şiddeti yaygınlaştıracağını göstermektedir. Çünkü, iktidar artık “görünmez akşamın ufkunda” dır. Dolayısıyla bu “son fasılın” nasıl geçileceği umurunda değildir. Bu nedenle, “can havliyle” yaptığı son bir atılımla nehri geçmeye ve kıyıya ulaşmaya çalışmaktadır. Artık diğer hiçbir şeyin anlamı da önemi de yoktur.
SÜREÇ BAHÇELİ’NİN İŞARETİYLE BAŞLADI
Son bir haftada yaşanan gelişmeleri şöyle bir çırpıda arka arkaya sıralarsak durum daha iyi anlaşılacaktır:
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin verdiği işaretle, HDP’nin kapatılması süreci resmen başlatıldı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan iddianamenin iç tutarsızlıkları, yanlış bilgilere dayalı dokusu, böyle yüksek bir makama ait hukuk metninin taşımaması gereken tutarsızlıkları, kötü dili, yeterince hazırlık yapılmadan alacele harekete geçildiğini gösteriyor.
İnsan hakları savunuculuğu ile tanınan HDP’li Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliği düşürüldü. Gergerlioğlu, Meclis’i terk etmeyerek direnişe geçti. İslamcı bir kökene sahip olan, dinci çevrelerin daha çok türban eylemleriyle tanınan insan hakları örgütü Mazlum-Der’in genel başkanlığını yapan Gergerlioğlu’nun bu geçmişi ve kimliği, kendisine daha büyük bir kinle saldırılmasına yol açtı. İktidar, diğer HDP’li milletvekillerinin doknulmazlıklarının kaldırılması için de harekete geçti.
ORTAÇAĞ ZİHNİYETİNE DÖNÜŞ ANLAMI TAŞIYOR
Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Tayyip Erdoğan’ın haftanın son günü imzaladığı bir karar ile, Türkiye, tam adı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesine İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan; kamuoyunda “İstanbul Sözleşmesi” diye bilinen uluslararası insan hakları antlaşmadan çekildi. AKP iktidarı, Ortaçağ zihniyetine dönüş anlamını taşıyan bu adımı, şeriatçıların sözleşme karşıtı yoğun kampanyası üzerine attı. Böylece Resmi Gazete’nin 20 Mart 2021 tarihli sayısında yayımlanan Erdoğan imzalı karara göre, Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden tek taraflı çekildi.
AKP iktidarı başta İstanbul olmak üzere büyükşehir belediye başkanlıklarını muhalefete kaptırmış olmayı hala kabullenmiş değil. Bu durum bütün eylemlerine yansıyor. Çünkü, iktidarın bir bölümünü kaybettiğinin ve düşüşe geçtiğinin farkında. Bu nedenle, belediyeleri etkisiz hale getirmek için bir dizi önlem alıyor. Ancak, bunlardan biri var ki, hem yüz yıllık bir hafızaya hem de derin bir iktidar korkusuna işaret ediyor. Şöyle ki; AKP iktidarı, Haziran 2013 direnişi nedeniyle sembolik anlamı büyük olan, Osmanlı döneminde Topçu Kışlası’nın bulunduğu Taksim Gezi Parkı’nı Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne devretti.
Bu kışkırtıcı karar, İslamcı iktidarın hem sokakta sert bir çatışmayı göze aldığını hem de Türkiye’nin ilk gerici (Abdülhamitçi) askeri darbesi olan 31 Mart 1909 zihniyetine siyasal bir hafızayı güncelleyerek sahip çıktığını gösteriyor. Dolayısıyla bu tavır, kavganın sonuna kadar gitmeye kararlı olduğunu da ortaya koyuyor. Aynı gün, Gezi Parkı’nın, adı daha önce hiç duyulmayan, sönümlenmiş ve karşılığı bulunmayan bir vakıf olan, “Sultan Beyazıt Hanı Veli Hazretleri Vakfı”na devredildiği ortaya çıkıyor.
FAİZ HARAMDIR DİYEN BİR ANLAYIŞIN SAVUNUCUSU
İktidarın biten hafta içine sığdırdığı hamlelere, Cuma gece yarısı gelen iki kararnameden biri olan (ilki İstanbul Sözleşmesi) Merkez Bankası Başkanı’nın değiştirilmesini de ekleyebiliriz. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, daha 4.5 ay önce göreve getirdiği Naci Ağbal’ı Merkez Bankası Başkanlığı görevinden azletti. Faizleri 200 baz puan arttırarak yüzde 19’a çıkaran Ağbal’ın yerine, Yeni Şafak gazetesi yazarı Prof. Şahap Kavcıoğlu atandı. Kıvacıoğlu, klasik bir burjuva iktisatçısı olmaktan çok, kapitalizmin rasyonalitesinden kopuk, tıpkı Erdoğan gibi neredeyse “faiz haramdır” diyen bir anlayışın savunucusu.
Bütün bunlar, yukarıda da işaret etmeye çalıştığım gibi, AKP-MHP koalisyonunun geri dönüşü olmayan bir yola girdiğini gösteriyor. İslamcı-faşizan iktidar bloku, ya kazanmasını sağlayacak bütün şartları oluşturarak ülkeyi baskın bir erken seçime götürecek ya da zamanında yapılacak (2023) bir seçime kadar toplumsal desteğindeki erimeyi durdurmaya yönelik önlemleri alacak. Her iki halde de temel amaç, iktidarı bırakmamak olacak. Daha da önemlisi, böylece kurulu düzeni, hiçbir zaman ajandasından silmediği Siyasal İslamcı programı temelinde değiştirme sürecini tamamlamaya çalışacak.
BU GERİCİ STRATEJİK PLANLAMA BOZULABİLİR
İktidarın arka arkaya gelen bütün bu adımları, muhalefeti bir kez daha hazırlıksız yakalama varsayımına dayanıyor. HDP’siz bir erken ya da zamanında seçim, eli ayağı kırılmış bir CHP ve dağıtılmış bir İYİ Parti yaratma amacı güdülüyor. HDP’nin etkisizleştirildiği dönemde girilecek bir seçimde, Kürt oylarının en azından bir kısmının alınabileceği hesapları yapılıyor. Sosyalist solun etkisiz bir döneminden geçildiği de düşünülürse, sokakta da kontrol sağlanarak söz konusu hedeflere ulaşılabileceği var sayılıyor.
Bu hesabın en azından Kürt yurttaşlarımız bakımından tutmayacağına kesin gözüyle bakabiliriz. Ancak, diğer alanlarda, muhalefet partileri gerekli karşı hamleleri yapmaz, siyasal inisiyatifi ele geçirmeyi düzünmez ise başarı şansı ne yazık ki bulunuyor. Burada temel sorun, muhalefet güçlerinin bütün bu gelişmeler karşısında alacağı tutumdur. Öyle ki, “bekle gör” siyaseti ya da “aman provokasyona gelmeyelim” anlayışı veya “ağzımızın tadı bozulmasın” şeklindeki orta sınıf konformizmi gerici-faşizan güçlerin ülkeye bir kez daha el koymalarına yol açacaktır.
Diğer taraftan; eğer içinden geçtiğimiz tarihsel dönemecin çağrısına ve ruhuna uygun bir teorik yaklaşımı benimser ve bir eylem hattı oluşturabilirse, sosyalist muhalefet güçleri, geniş cumhuriyetçi toplum kesimleriyle buluşarak bu gerici stratejik planlamayı bozabilir.