Son dönemde Erdoğan-AKP iktidarı, önüne çıkan her fırsatı değerlendirerek ve sinsi bir tutumla “şeriat rejimi” denemeleri yapıyor. Öyle ki, kaynağını anayasa ve yasalardan almayan, sadece şeri hukukla açıklanabilecek çeşitli yasaklar koyuyor. Salgınla ilgili önlemler alınırken, alkollü içeceklerin satışının engellenmesi de tam bu anlama geliyor. Covid-19 virüsü ile tıbbi ve bilimsel bakımdan hiçbir ilişkisinin bulunmadığı açık olan alkollü içecekler, pandemi gerekçe gösterilerek yasaklanıyor. Önceleri hafta sonları uygulanan bu yasak, şimdi 18 günlük tam kapanma uygulaması süresince uzatılıyor. Ancak, daha önceki yasaklamalardan farklı olarak ilk kez bu konuda toplumdan bir tepki yükseldiği de görülüyor. Muhalefet partilerinin, “aman bize içkici ve alkolü savunuyor demesinler” ya da “bizi din düşmanı diye yaftalamasınlar” diye sustukları bir dönemde, temel hak ve özgürlüklerden birinin dolayısıyla tümünün ortadan kaldırılması ve farklı yaşam tarzlarına saldırı anlamına gelen içki yasağına karşı kendiliğinden ve yaygın bir tepki oluşuyor. İçki yasağına karşı mücadele, demokratik hak ve özgürlükler için mücadelenin bir simgesi haline geliyor. O nedenle bu konunun üzerine gitmek, AKP’nin sinsi ve ikiyüzlü tutumunu açığa çıkarmak gerekiyor.
Çünkü, AKP iktidarı açıkça şeriatı savunarak bu yasağı uygulamıyor. Nedeni açık; hem bunu yapacak gücünü tüketti hem de yasal bir dayanağı bulunmuyor. Tarihsel ve siyasal ömrünü dolduran Erdoğan yönetimi, iktidar süresini uzatmak, böylece düşük yoğunluklu da olsa bir şeriat rejimi kurmak için zaman kazanmak isterken gücünün hızla tükendiğini fark edemiyor. Çünkü, İslamcı hareketi iktidara taşıyan bütün iç ve dış dinamiklerin değiştiğini göremiyor. Cumhuriyetçi merkez sağ havzada bir siyasal toparlanma olduğunu, AKP’nin durdurulamaz bir şekilde geleneksel siyasal İslamcı (şeriatçı) tabanına doğru daraldığını saptamak gerekiyor.
Erdoğan-AKP iktidarı sadece ulusal planda güç kaybetmiyor, küresel ve bölgesel ilişkilerde de açık bir tükeniş yaşıyor. Akıl ve bilimi bir yana bırakan, dinci efsaneleri gerçek bir tarih bilgisi yerine koyan, dünyanın yeni yönelimlerini okuma kapasitesinden yoksun olan dinci iktidar kadrosu üst üste büyük bozgunlar yaşıyor. Son olarak ABD’nin yeni Başkanı Biden’ın ve yönetiminin “Ermeni soykırımı” tezini benimsediğini ilan etmesi, yüz yıla yaklaşan Cumhuriyet tarihindeki en zayıf iktidar döneminden geçildiğini tescil ediyor.
KENDİ AJANDASINI UYGULAYINCA TÖKEZLEDİ
Daha önce, bir bölge gücü olarak yükselen, küresel jeopolitik dengeleri iyi değerlendiren Türkiye, “soykırım” iddialarının reddedilmesini ve genellikle bir orta yol bulunmasını sağlayabiliyordu. Bu geleneksel dış politika, AKP iktidarı boyunca da etkisini korudu. Ancak, özellikle 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin bastırılmasından sonra geliştirdiği karşı darbeyle, artık devleti bütünüyle ele geçirdiğini ve önünde kayda değer bir şey kalmadığını düşünen Erdoğan-AKP yönetimi, kendi ajandasını uygulamaya yönelince tökezlemeye başladı. Erdoğan yönetiminin dar ideolojik hedeflerine uygun siyasal ve toplumsal bir düzen kurma hesapları, kendisini gücünün zirvesinde sandığı, ancak paradoksal olarak onun en güçsüz olduğu döneme denk geldi.
Dış politika ve uluslararası ilişkilerde de durum farklı değil. Erdoğan yönetimi, yüzyılda Cumhuriyet’in kazandığı bütün mevzileri kaybediyor. Dahası, varlığını güvenceye alan kazanımlarını da yitirme tehlikesiyle karşı karşıya. İzlediği siyasal İslamcı (İhvancı) dış politika iflas etmiş durumda. Örneğin, Biden yönetiminin aldığı karar, Demokrat Partili bir başkanın verdiği bir sözü tutmasından daha fazla bir anlam taşıyor. Çünkü, Amerikan askeri-sanayi kompleksi ve onu temsil eden Pentagon-Dışişleri bürokrasisi Erdoğan yönetimine ilişkin bütün güvenini kaybetmiş görünüyor. Kısa geçmişte bütün kirli işlerini gördürdüğü AKP iktidarının öngörülemez, iki yüzlü, güvenilmez, herkese farklı oynayan Yeni Abdülhamitçilik diye nitelendirebileceğimiz siyaseti nedeniyle artık “son kullanma tarihinin” dolduğunu düşünüyor. Bu nedenle daha kısa süre önce, ABD başkanları “soykırım” açıklaması yapmak istediklerinde onları durduran Amerikan devlet aklı, bu kez aynı şeyi yapmadı. Bu sonuç, Erdoğan yönetiminin artık gözden çıkarıldığını, daha kendilerine “kazık atmaya” çalışan bir siyasal ekip olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. Rusya ile ABD arasında tahterevalli oynamaya kalkan Erdoğan-AKP iktidarı iki sandalyeye birden oturmaya kalkınca yere yuvarlanıyor.
ERDOĞAN BİR DİZİ TAVİZ VERECEK
ABD ile ilişkileri düzeltmenin iktidar ömrünü uzatmak anlamına geleceğini düşünen Erdoğan yönetimi, bir dizi taviz vermeye hazırlanıyor. Seçildikten üç ay sonra ancak telefon eden ve bu görüşmede Erdoğan’a “Ermeni soykırımı” tezini desteklediklerini açıklayacağını söyleyen Biden’ın hangi tavizleri istediği de Ankara kulislerinde konuşuluyor. Ulaştığımız bilgilere göre yeni ABD yönetimi tarafından istenen tavizler şöyle sıralanıyor:
S-400’leri ülke topraklarından çıkar.
Rusya ile NATO ülkelerinin ilişkisi nasılsa o düzeyde ilişki kur.
İran’a mesafe koy.
Irak ve Suriye politikasında ABD-NATO politikalarına paralel davran.
Bu taleplerin pazarlık konusu olmadığı, NATO toplantısında yapılacak görüşmeden önce yapılması gereken işler olduğu da belirtiliyor.
Toparlanmaya çalışan AKP iktidarı, bu tavizleri verecek mi, göreceğiz. Ancak, İhvancı hayallerinin çökmesi üzerine, Türkiye’deki Müslüman Kardeşler örgütünün faaliyetlerini durduran, televizyon yayınlarını kapatan AKP iktidarının Mısır’da Sisi yönetimiyle yeniden ilişki kurmaya çalıştığı düşünülürse, bu tavizleri de vereceğini öngörmek yanlış olmayacaktır.
Ancak Erdoğan-AKP yönetiminin yeni manevra yapma konusunda da başarılı olduğu söylenemez. Kendi takiyeci siyaset tarzının herkes tarafından unutulacağını, sadece “çıkarların” söz konusu olabileceğini sanmak gibi bir yanılgı içinde olduğu görülüyor. Vatan topraklarını “arsa” olarak gören bir anlayıştan daha fazlasını da beklememek gerekiyor.
AKP’nin yönettiği Türkiye’nin, kumpas davaları ve dinci yapılanmalar nedeniyle ordusu gücünü kaybetmiş; Ortadoğu, Kafkaslar, Doğu Akdeniz, Balkanlar ve Kuzey Afrika’da izlediği siyasetler iflas etmiş; ekonomisi küresel sermayenin bütün operasyonlarına açık hale gelmiş; yağma düzeni nedeniyle ekonomisi üretim ve katma değer yaratma yeteneğini yitirmiş, hazinesi boşalmış, yoksulluk ve sefalet yüksek boyutlara ulaşmış durumda.
Bu bir tükeniştir. Sorun iktidarı silkeleyecek bir gücü ve demokratik değişimi gerçekleştirecek bir siyasal muhalefet hareketini ortaya çıkarmaktır.