ABC Politik

Merdan Yanardağ
18 Temmuz 2021
Email :

Üzerinden 5 yıl geçtikten sonra 15 Temmuz Fethullahçı darbe girişimini daha soğukkanlı ve nesnel şekilde değerlendirebiliriz. Bu İslamcı darbe girişiminin doğru bir çözümlemesini yapmak önem taşıyor. Çünkü bugün yaşadığımız çok katlı ve çok boyutlu krizin belirleyici kilometre taşını 15 Temmuz darbesi oluşturuyor.

Hemen belirtelim; darbenin asıl sorumlusu Erdoğan-AKP iktidarıdır. Bundan hiç kuşku yoktur. Çünkü daha sonra Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ) adı verilen Cemaat ile 11 yıl boyunca ortaklık yapan, eğitim, adliye ve polisi bu çeteye teslim eden, cumhuriyetçi demokratik muhalefeti ezmek ve devlet içindeki tasfiyeleri tamamlamak için birlikte kumpas davaları hazırlayan, nihayet birlikte laik Cumhuriyeti boğazlamaya kalkışan AKP iktidarıdır.

Şimdi biraz geriye giderek, Türkiye’nin yitirilme sürecinin yakın etabında nelerin yaşandığını, ana hatlarıyla mercek altına almaya çalışalım.

Türkiye, 70 yıllık gerici-faşizan karşı devrim sürecinin sonunda İslamcı harekete teslim edildi. AKP’de ifadesini bulan siyasal İslamcı hareket çok özel tarihsel koşulların bir araya gelmesi, iç ve dış dinamiklerin örtüşmesi sonucu, 2003’de iktidara geldi. Fethullah Gülen ve örgütü, kuruluşundan itibaren mesafeli bir ilişki içinde AKP’yi destekledi. Örtülü bir koalisyon kuruldu.

Kendisini “muhafazakar demokrat” olarak tanımlayan AKP, merkez sağın çöküşünden alabildiğince yararlandı. Liberal aydınların ve muhafazakar siyasetçilerin desteğiyle merkez sağ seçmenin oylarını aldı. Gülen Cemaati ise illegal bir yapılanma olarak iktidarın operasyonel kanadıydı.

PAYLAŞAMADILAR

Başta Ergenekon davası olmak üzere, 2008’de başlayan kumpas davaları ve 12 Eylül 2010 referandumu sonucu devleti büyük ölçüde ele geçiren AKP-Cemaat koalisyonunun, ikinci döneminde sorunlar çıkmaya başladı. Temel uyuşmazlık konusu, AKP geniş seçmen desteğine sahip olmasına ve devleti yönetme sorumluluğunu almasına karşın, Cemaat iktidardan daha fazla pay istiyordu. Dahası, devlette belirleyici bir konum elde etmeye çalışıyordu.

Özetle, devleti kimin yöneteceği konusunda iki ortak arasında ihtilaf çıkmıştı. Bu ihtilaf, zamanla sert bir çatışmaya dönüştü. Erdoğan’ın, “Ne istediler de vermedik, ama biz ihanete uğradık” demesinin anlamı buydu.

İlk hamle Cemaatten geldi. Cemaat, PKK ile Oslo’da yapılan gizli görüşmeler nedeniyle MİT Müsteşarı Hakan Fidan üzerinden AKP lideri ve dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan’ı vurmaya kalkıştı. Bu hamleyi savuşturan Erdoğan yönetimi, Cemaatin eğitim alanındaki yapılanmasını tasfiye ederek, yaşam damarlarından birini kesmeye kalktı.

Cemaatin buna yanıtı, 17-25 Aralık 2013’de yapılan yolsuzluk operasyonlarıyla geldi. Cemaat, adliye ve emniyet yapılanması üzerinden Erdoğan’ı hedefleyen, sınırlı ama sert bir darbe girişiminde bulunmuştu. Amaç, Erdoğan’sız bir AKP yaratmaktı. Böylece ele geçirdiği parti yönetimi aracılığıyla iktidara da el koyacaktı. Ancak, Erdoğan-AKP yönetimi bu girişimi de bastırdı. Gel gelelim ahlaki bakımdan kavgayı kaybetmişti. Çünkü ortada gerçek yolsuzluk dosyaları ve yüz kızartıcı bir rüşvet çarkı vardı.

AKP, yeni ittifaklar aramaya yöneldi. Erdoğan, iki cephede birden savaşamayacağını görmüştü. Böylece Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk vb. gibi davaların düzmece / tertip olduğunu itiraf etti.

AKP kurmayları, bu davalar için sahte delil üretildiğini, yalancı tanıklar bulunduğunu, esas olarak muhalefetin bastırılmak istendiğini ve nihai amacın devlet içinde yeniden yapılanma olduğunu açıkladı. Böylece “kumpas” davaları çöktü. Polis ve adliyede tasfiyeler başladı. Cemaatin eğitim kurumları kapatıldı ya da el konuldu. AKP geleneksel devlet gücünü de arkasına alarak geniş bir “temizlik” operasyonu başlattı.

CİNAYET ŞEBEKESİ

Yukarıda özetlemeye çalıştığım nedenler ve ortam içinde, Gülen Cemaati son çare ve ölümcül bir hamle olarak “altın vuruş” yaptı. Fethullahçı çete, 15 Temmuz 2016’da kanlı askeri bir darbe girişiminde bulunarak devlete tek başına el koymaya kalkıştı.

Herkesin bir “hizmet hareketi” ya da bir “hayır cemiyeti” gibi gördüğü Gülen Cemaati’nin bu hamlesi herkesi şaşırttı. Oysa Cemaatin her zaman illegal bir derinliği, silahlı bir örgütlenmesi bulunuyordu. Nitekim daha önce akademisyen Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu, gazeteci Haydar Meriç, gazeteci Hrant Dink, Danıştay yüksek yargıcı Mustafa Yücel Özbilgen gibi kişileri öldürtmüştü.

Bu koşullarda gidilen 7 Haziran 2015 seçimlerini AKP kaybetti, fakat iktidarı terk etmedi. Ülkeyi kanlı bir kaos ortamına sürükledi. Yenilenen seçimlerle 1 Kasım 2015’te Erdoğan yeniden iktidara el koydu. Ama artık Türkiye bir darbe iklimine girmişti. Çünkü AKP yönetimi demokratik yollardan iktidarı bırakmayacağına ilişkin güçlü bir izlenim yaratmıştı. Cemaat bu atmosferden yararlandı.

DARBEYİ KİM BASTIRDI?

Şimdi, tarih ve siyaset sosyolojisinin süzgecinden geçirerek darbe sürecinde nelerin yaşandığına genel hatlarıyla ve maddeler halinde bakalım.

1-Darbeyi siyasal İslamcı bir grup, illegal bir tarikat yapılanması gerçekleştirdi. Bu özelliğiyle darbenin belirleyici yanı, şeriatçı karakteriydi. Bu anlamda 15 Temmuz, aydınlanma, laiklik ve demokrasi karşıtıydı. Böylece, bir yan sonuç olarak sadece Kemalistlerin darbeci olduğu şeklindeki gerici-liberal ezber de yıkılmıştı.

2-Darbe, AKP’nin yaratmaya çalıştığı efsanenin tersine, sokağa çıkan ve sayıları 10-15 bin kişiyi geçmeyen siviller tarafından değil, cumhuriyetçi ve yurtsever askerler / subaylar tarafından bastırıldı. Yüksek ateş yeteneğine sahip askerleri bir avuç silahsız sivilin durdurması mümkün değildi. Kaldı ki, gazete ve televizyonlarda yayınlanan tankların üzerine çıkmış yurttaş görüntüleri darbe bastırıldıktan sonra, gece 24.00-02.00 saatleri arasında sokağa çıkan insanlardı. O tanklar ise darbeyi bastırmak üzere gelen zırhlı birliklere aitti.

3-Erdoğan-AKP yönetimi, darbenin bastırılmasını siyasal bir fırsata çevirerek –Erdoğan ‘Allah’ın lütfu’ demişti- 20 Temmuz’da olağanüstü hal (OHAL) ilan etti ve kendi darbesini yaptı. Demokratik hak ve özgürlükler askıya alındı. Adım adım Cumhuriyetin kurumlarının tasfiyesine gidildi

4-Türkiye, fiilen başkanlık rejimine geçirildi. Ardından 16 Nisan 2017’de hileli bir referandumla her darbeden sonra yapıldığı gibi, yeni rejime uygun bir anayasa yapıldı. Böylece totaliter bir rejimine geçişin sözde hukuksal zemini yaratıldı. Yeni darbe anayasası ile Meclis’in yetkileri sembolik hale getirilerek, parlamenter demokrasiye son verildi. TBMM, 1908 Hürriyet Devrimi ile ikici kez açılan Meclis-i Mebusan’dan daha geriye savruldu.

5-Ülkeyi yüzde 8 ila 12 arasında olduğu tahmin edilen toplumsal desteğe sahip küçük bir şeriatçı azınlık teslim aldı. Cumhuriyet’ten geriye kalan her şeyin tasfiyesine girişildi. TSK dağıtıldı. Aydınlanmacı ve modernist bir geleneğe sahip olan askeri okullar kapatıldı. Laik kurumlar dağıtıldı. Devlet, Ortaçağ anlayışı ve Emevi gericiliğine yaslanan bir ideolojik anlayışla yeniden yapılandırılmak istendi. Ancak başarılı olunamadı, ülke hala içinde yaşadığımız yeni bir krize sürüklendi.

YENİDEN KURMAK

Yukarıda ana çizgileriyle verdiğim bu durum İstanbul burjuvazisi ile AKP arasındaki zaten zayıflayan bağları bütünüyle kopardı. Siyasal İslamcılık küresel ölçekte, özellikle bölgede yüz kızartıcı bir iflasa sürüklendi. Müslüman Kardeşler’in (İhvan-ı Müslümin) bölgesel ve küresel “Network” ü, dağıldı. AKP’yi iktidara taşıyan bütün iç ve dış dinamikler değişti.

AKP iktidarı tükendi, Siyasal İslamcıların bilgisi, görgüsü, birikimi, insan kaynakları 21. yüzyılda, -düşük yoğunluklu da olsa- bir Ortaçağ rejimi kurmaya yetmedi. Bugün yaşanan siyasal sıkışmışlık, kilitlenme ve krizin temel nedeni budur.

Şimdi, 15-20 Temmuz darbesini de onun 2017 Anayasası’nı da tarihin çöp sepetine gönderip, eşitlikçi, laik, demokratik ve devrimci bir cumhuriyeti yeniden kurma zamanıdır.