Türkiye, tarihsel öneme sahip olduğu belirtilen bir seçim dönemine giriyor. Eğer her şey normal seyrinde akarsa, –ki bu pek mümkün görünmüyor- ülke, 2023 yılının Haziran ayında kısa ve orta vadeli geleceğini yeniden şekillendirecek bir seçim yapacak. Bir anlamda toplum kaderini yeniden belirleyecek. Dolayısıyla, ülke önemli bir tarihsel kırılma eşiğine doğru gidiyor. Toplumsal fay hatlarında biriken gerilimin boşalma olasılığının çok yüksek olduğu bir tarihsel eşik.. Bu nedenle Türkiye her an yeni bir kaotik ortama sürüklenebilir.
Ülke; islamcı-faşist bir rejim kurmak, hukuk dışı yöntemlerle el koydukları serveti ve iktidarını korumak isteyen güçler ile cumhuriyetçi, laik ve demokratik bir anlayışa sahip kesimler arasında şiddetli bir gerilime ve mücadeleye tanık oluyor.
Türkiye’nin son 14-15 yılına bakıldığında, bu gerilimi ve çatışmayı açıkça görmek mümkündür. O halde sayalım; cumhuriyetçi asker-sivil bürokrasiyi tasfiye etmek amacıyla 2008’de Ergenekon operasyonlarıyla başlatılan kumpas davaları, yargıyı ele geçirmek için yapılan 12 Eylül 1010 referandumu, geniş halk kesimlerinin katıldığı Mayıs-Haziran 2013 Gezi direnişi, iktidarı paylaşın iki İslamcı gücün çatışmasının bir dışa vurumu olan 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk skandalı, Haziran-Kasım 2015 seçimleri döneminin kaotik ortamı, devlet düzenini alt-üst eden 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ile bir anlamda onu tamamlayan 20 Temmuz darbesi ve nihayet sahte oylara dayalı 16 Nisan 2017 anayasa referandumuyla gerçekleştirilen rejim değişikliği..
Neredeyse nefes kesen bu kısa özet bile, son yılların büyük bir siyasal ve toplumsal gerilim, çalkantı ve çatışma içinde geçtiğini fazlasıyla gösteriyor. Siyasal İslamcı hareket, laik düzeni ve cumhuriyet rejimini yıktı, bu belli, ama yerine kendi düzenini kuramadı. Bunu gerçekleştirmeye, gücü, birikimi, görgüsü, bilgisi, müktesebatı, geleneği, insan kaynakları yetmedi. İşte bu nedenle son bir hamle ile nihai hedefine ulaşmaya çalışıyor. Erdoğan-AKP iktidarı açısından 2023 seçimlerinin anlamı budur.
SINIFLAR ÜSTÜ DEMOKRASİ
Solun seçimlerde izlemesi gereken siyaseti tartışacağımız bu yazıda, önce, bir kavram ve siyasal düzen olarak “demokrasi” üzerinde biraz durmakta yarar var. Öncelikle belirtilmelidir ki, yer yüzünde sınıflar üstü ya da sınıflar dışı bir demokrasi yoktur. Ne bugün ne de tarihte.. Öyle bir demokrasi olduğu zaman ise ortada ne devlet ne de sınıflar olacaktır. Dolayısıyla o düzenin adına “demokrasi” denmesine de gerek kalmayacaktır. Çünkü; demokrasi sınıfsal bir kavramdır.
Tarihte ilk demokrasi deneyimlerinin antik Yunan’daki site devletlerinde yaşandığını söyleyebiliriz. Bu demokrasi, yüz binlerce kölenin emeği üzerinde yükselir. Doğrudan ya da dolaylı şekilde köle sahibi olan, özgürlüğünü ve boş zamanını köle emeğine borçlu olan özgür yurttaşların düzenidir. O nedenle siyaset terminolojisinde, “köleci demokrasi” kavramıyla karşılanır. Köleci demokrasinin sağladığı boş zaman çok değerlidir. Özgür yurttaşların felsefe, bilim, kültür, sanat gibi alanlarla uğraşmalarını sağlamıştır. Bu günkü uygarlığı bile o “boş zamana” borçlu olduğumuz ileri sürülebilir.
Arenada ya da bir anfi-tiyatırda (açık hava tiyatrosunda) toplanan özgür yurttaşlar, Antik Grekçede kent anlamına gelen ‘polis’in bütün sorunlarını konuşur, karar verir ve yöneticilerini seçerdi. Politika kavramının çıkışı da ‘polis’ kavramına/ sözcüğüne dayanır; kentte (polis) konuşulan konular demektir. Yani politika, kentin ve kentte (site devletinde) yaşayanların işleri ve sorunlarıyla ilgilenmek demektir. Özgür yurttaşlar için doğrudan demokrasidir..
AYIBI ÖRTEN ATLAS ŞAL
Roma uygarlığının “cumhuriyet” denemelerini atlarsak eğer, ikinci demokrasi örneği ise aydınlanma, sanayi ve burjuva devrimlerinden sonra ortaya çıkan ve günümüze kadar gelen siyasal düzendir. Kapitalist üretim ilişkileri ve mülkiyet düzeni üzerinde yükselen yurttaşlık hukukunun gelişimi ile ortaya çıkmıştır. Genel oy ilkesine dayanır. Ulusu oluşturan bütün insanlar yasalar önünde eşittir. İnsanlık tarihinde ileriye doğru büyük bir atılımdır.
Ancak, kapitalist mülkiyet ilişkileri daha örtük, derin ve sinsi bir eşitsizlik düzeni yaratır. Bu burjuva demokrasisidir. Esas olarak sermayenin sınıfsal egemenliğini ifade ve garanti eder. Bu bakımdan kapitalizm koşullarında yapılan en demokratik ve adil seçimler bile, bütün ilerici kazanımlarına karşın, son çözümlemede burjuvazinin sınıfsal egemenliğini meşrulaştırır ve onu yeniden üretir. Burjuva demokrasileri, her türden adaletsizlik, sınıfsal eşitsizlik, sömürü düzeninin üstünü pırıltılı bir şalla örter. İnsanlarda kendi kendilerini yönettikleri yanılsamasını yaratır.
Peki, durum böyleyse, kapitalist düzende demokrasi için mücadele etmek gereksiz midir? Değildir! Tam tersine, demokratik hak ve özgürlükler için verilecek mücadele, yani demokrasinin sınırlarını genişletmek için yürütülecek çaba, insanlığın özgürlük ve eşitlik hedefine ulaşmak için yolunu açan en önemli siyasal eylemlerden biridir. Unutulmamalıdır ki, demokrasiler burjuvazinin tek yönetim biçimi değildir. Ancak, en güvenli egemenlik biçimidir.
Bu uzun anımsatmayı, hem sosyalistlerin demokrasi eleştirisini geri çekmelerinin yol açacağı sorunlara işaret etmek hem de solun önümüzdeki seçimlerde izleyeceği siyaseti tartışmak amacıyla yaptım. Şimdi, bir okuma kolaylığı da yarattığı için, maddeler halinde, önümüzdeki seçimlerde solun izlemesi gereken siyaseti tartışmaya çalışacağım.
1 Yakın ve vahim tehdit / tehlike, İslamcı-faşist bir rejimin bütün kurumlarıyla inşa girişimidir. Bu hedefe ulaşılması, solun da işçi sınıfı hareketinin de ayaklarını bastığı zeminin imha olması demektir. Dahası, solun yasal planda tasfiye edilerek, uzun süre siyaset alanından silinmesine yol açabilecek sonuçlar yaratacaktır. Bu tehdidin öznesi İslamcı faşist hareket, yani AKP-MHP koalisyonudur. Önümüzdeki 2023 seçimlerinin anlamı budur.
2 Dolayısıyla öncelikli hedef, Siyasal İslamcı hareketi sahada ve siyaset alanında durdurmaktır. İslamcı faşist bir rejimin kurulmasını önlemektir. Demokratik bir hukuk düzeninin yeniden kurulması için mücadele etmektir. Sosyalistler “abdestlerinden” emin olmalıdır. Bu nedenle amaç, resmi ya da fiili olarak en geniş demokratik ittifakı gerçekleştirmek olmalıdır. Böyle bir ittifak varsa, onu bir sol eleştiri altında tutarak, bütün kusurlarına karşın doğrudan ya da dolaylı şekilde işbirliği yapmaktır. Son kertede söz konusu ittifakla uyumlu bir siyaset izlemektir.
3 Ancak solun kimi kesimlerinde ideolojik, siyasal ve ahlaki bir özgüven sorunu olduğu da açıktır. Sosyalist literatürde demokrasinin ne anlama geldiğini, demokratik mücadelenin nasıl ele alınması gerektiğini yukarıda anlattık. Bu bağlamda, sosyalistlerin “demokratik” bir “bozulma” yaşayacaklarından korkmak, derin bir özgüven yitimidir. Dahası, kendi programına, ideolojik hattına ve müktesabatına karşı büyük güvensizlik demektir. Bu korkuyla, seçimlerin ilk turunda ayrı aday çıkarmak, belki sizin ideolojik bakımdan “puritan” kalmanızı sağlayacak, ama bu siyaset, bütün radikal söyleme karşın siyaseten korkak ve pasifist bir tutum izlemeniz anlamına gelecektir.
4 İlk turda ayrı aday ya da adaylar çıkarmak, Fransa’da sosyalistlerin düştüğü hatayı tekrarlamak demektir. Fransa’da önceki ay solun seçimlerde izlediği tutum, ülkenin Emmanuel Macron ve Marine Le Pen gibi iki sağcı adaya mahkum olmasına yol açtı. İlk turda sol/ sosyal demokrat adayı desteklemeyen sosyalistler, ikinci turda ırkçı Le Pen’e karşı sağcı Macron’u desteklemek zorunda kaldı. Böylece, Fransa gibi bütün Avrupa’yı etkileyebilecek bir ülkede solun büyük bir atılımı gerçekleştirmesi, daha önemlisi ırkçı, faşizan ve yabancı düşmanı hareketlerin ağır bir yenilgiye uğratılması fırsatı da kaçırılmış oldu. Sol, bu hafta yapılan parlamento seçimlerinde önceki hatasını düzeltmeye çalışsa da, tablo genel olarak değişmedi. Fransız sosyalistler ideolojik bakımdan “temiz” kaldılar, ama sağcılar iktidar oldu.
5 Soru açıktır; ikinci turda oy vereceğiniz bir adayı ilk turda neden desteklemeyeceksiniz? Bu sorunun tatmin edici ve samimi bir yanıtı yoktur. Verilen yanıtlar ise ideolojik cambazlıktan ibarettir. Oysa, siyasal mücadele cesaret işidir. Sol/ sosyalist siyaset ise bilginin yanı sıra daha çok cesaret ister. Ama, sosyalist hareketin bir kesimi, hala teorik bir sınıf mücadelesi sürdürüyor. Bunun felsefe tartışmalarında bir anlamı vardır. Althusser, felsefeyi “teorik bir sınıf mücadelesi” alanı olarak da tanımlar, Marksist felsefeye de böyle bir anlam yükler. Değerlidir. Ancak, teorik bakımdan doğru olan, ideolojik ve felsefi olarak doğru yerde duran, her zaman (hatta çoğu zaman) siyasal bakımdan da doğru olmaz. Böyle bir otomatik ilişki yoktur. Yani, “hem çamurda oynayıp hem de cicilerim kirlenmesin” diyemezsiniz. Kirlenme cesareti, devrimci siyasetin zorunluluklarından biridir.
6 Günümüz Türkiyesi’nin siyasal güçler dizilişinde, sol/ sosyalist bir odak oluşturmak, siyasal alanda devrimci ve toplumcu eleştiriyi yükseltmek bir zorunluluktur. Gerici-faşist blok karşısında kurulan Millet İttifakı gibi oluşumları sol bir eleştiri altında tutarak etkilemek, önemli ölçüde böyle bir odağın kurulmasına da bağlıdır. Işimiz budur. Seçimlerde, bir gün sorasının hesabını yapmadan –ki böyle bir hesap yaparsanız adım atamazsınız- esas olarak İslamcı-faşist bloku yenilgiye uğratmaya odaklanan bir siyaset izlenmelidir. Bunun için, ne Millet İttifakı’nın içinde yer almak ne de bu ittifaka yönelik eleştirilerimizi geri çekmek gereklidir.