ABC Politik

Analiz

Aklı Yeşertmek, Eleştirel ve Özgür Düşünmeye Eğitmek

Aklı Yeşertmek, Eleştirel ve Özgür Düşünmeye Eğitmek
Email :

PROF. DR. DOĞAN GÖÇMEN*

Milli Eğitim Bakanlığı’nın ülkemizin yeni kuşaklarını 21. yüzyılın gittikçe zorlaşan koşullarına hazırlamayı amaçlayan kapsamlı eğitim ve öğretim müfredatının ilk taslağını geçtiğimiz aylarda yayınlandı. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” adı verilen müfredat ile uluslararası alanda örneğin “Finlandiya modeli” gibi örnek alınan değişik eğitim modellerine alternatif model oluşturulmak istenmektedir. Bu, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin tarafından açıkça beyan edilen amaçlar arasındadır.

Fakat müfredat 21. yüzyılın gereklerine hiçbir şekilde yetmediği ve içinde yaşadığımız çağın taleplerine yanıt vermekten çok uzak olduğu için, değişik çevrelerce, özellikle de öğretmen sendikaları tarafından ağır bir şekilde eleştirilmiştir. Gelinen aşamada eleştirilerin içerik bakımından dikkate alınmadığı, fakat eleştirilerin yoğunluğu nedeniyle amaçlanan müfredat değişiminin daha geniş bir zamana yayılmak istendiği anlaşılmaktadır.

Uygulamaya konan müfredat, kademeli olarak 12 yıla yayılarak yürürlükteki tek müfredat kılınmak üzere planlanmıştır. Böylece değişim yavaş yavaş, herkes tarafından bilinse de kimseye fark ettirmeden gerçekleştirilmiş olacaktır.

Şimdi aradan geçen birkaç aylık zaman zarfında söz konusu müfredat kapsamında felsefe eğitim programı somutlaştırılmış bulunuyor. Bu kısa yazımızda söz konusu felsefe eğitim programını ana hatlarıyla tartışılacak ve eleştirilecektir. Yazının sonunda eleştirel çözümleme ve özgür düşünme kapasitesi kazandıracak felsefe eğitiminin nasıl olabileceğine ilişkin kendi temel yaklaşımımı açıklayacağım.

ARİSTOTELES, KANT VE YETİŞTİRİLMEK İSTENEN İNSAN TİPİ

Eğitim insan doğasına doğrudan müdahale eden ve onu şekillendiren tek bilimdir. Diğer bilimler insan doğasına dolaylı, hatta bazıları çok dolaylı etkide bulunur. Eğitim insanı doğrudan şekillendirir. Bu yıl uygulamaya konacak olan “maarif modeli”, yeni kuşakları içinde yaşadıkları yüzyılın etkin insanları yapmak için insanlığın tarihi boyunca üretmiş olduğu evrensel geçerli ve güncel bilgiyle donatmak yerine; belli bir bakışla ve önceden belirlenmiş belli bir amaca uygun olarak arzulanan “yeni” bir insan tipini yaratmayı amaçlamaktadır. Amaçlanan insan tipi, etraflı ve özgür düşünen, kendi vicdanıyla eleştirel yargılayan ve kendi iradesiyle karar veren ve kendi başına eyleyen insan tipi değildir. Bu bakımdan yetiştirilmek istenen insan tipi, örneğin Descartes, Rousseau, Adam Smith, Kant gibi Aydınlanmacı filozofların geliştirdiği ‘aydınlanmış insan’ tipine tamı tamına zıt insan tipidir.

Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, uygulamaya konacak olan müfredatın bilgi odaklı değil, beceri odaklı olduğunu belirtiyor. İddiaya göre yürürlükteki müfredat bilgi odaklı ve aşırı bilgi yüklüdür. Uygulamaya konacak olan yeni model bilgi öğretme bakımından %35 oranında inceltilmiş ve iddiaya göre böylece uygulamaya alan yaratılmış olacaktır. Bununla becerikli insan yaratılacağı umulmaktadır.

Geliştirilen yeni müfredat çerçevesinde ilk bakışta sanki teori ile pratiğin bütünleştirildiği politeknik bir eğitim modeli amaçlanıyormuş gibi bir izlenim uyandırılmaktadır. Ama yetiştirilecek insan tipi, düşünme kapasitesi son derece sınırlı anlamda alındığı için, düşünebilmekten çok inanmak zorunda olacak olan bir insan tipidir. Bu insan tipinin belki bazı pratik becerileri gelişmiş olacaktır, ama Aristoteles’in belirttiği gibi, usta, usta da olsa yaptığı şeyin nedenlerini, olan şeyin neden olduğunu bilmeyen, kısacası usta olsa dahi bilge olmayan kişidir. Yapan, ama yaptığı şeyi neden yaptığını bilmeyen insan, kendi dört duvarının ötesini göremeyen ve anlamayan, dolaysıyla inanmak zorunda olan insandır. Bu insan tipi, olayların, süreçlerin, yapıların ve içinde bulunduğu ilişkilerin öznesi olan insan tipi değildir. Müfredatın insana bakışına ve yetiştirmek istediği insan tipine ilişkin sunduğu genel çerçeve budur.

ELEŞTİRİLER DİKKATE ALINMAMIŞTIR

Evrensel, çağın zorluklarına ve karmaşıklaşmış dünyasına yeten bilgiye ve eleştirel düşünmeye dayanmayan inanç, mevcut dünya düzeni ve otoritesi ile pozitivist olarak ilişkilenen, değişimin gereklerini ve gerçekliğini kavramaktan uzak pozitivist bir bilinç halini yansıtır.

Yetiştirilmek istenen bu “yeni” insan tipi çağın gereklerine göre değil, iktidardaki partinin kadro ihtiyaçlarına göre düşünüldüğü belirtilmiş ve toplumsal yaşamın çok yönlülüğü, dinamiği ve zenginliği dikkate alınmadığı, çağdaş demokratik eğitimin ilkelerinden uzak olduğu ileri sürülerek toplumun geniş kesimleri tarafından eleştirilmiş ve reddedilmiştir. Gelen ağır eleştirilerden sonra Bakanlık sanki eleştirileri dikkate alacakmış, eleştirilere uygun değişikliklere gidecekmiş izlenimi uyandırmıştır. Fakat geçen hafta yayınlanan 10. ve 11. sınıflar için felsefe ders programına bakınca “maarif modeli” olarak adlandırılan ve ‘inanan insan’ tipini yaratmayı amaç edinen yeni programın bu ana fikrinde ısrar edildiği görülmüştür. Bu insan, dindar olmasa bile inanmak zorunda olan insandır.

İYİMSER OLMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR

Yayınlanan felsefe ders programı ne kadar iyimser değerlendirilirse değerlendirilsin; geçmiş yılların deneyimi, mevcut politik çerçeve ve somut olarak konmuş kapsamlı hedefler beraber düşünülünce; önerilen felsefe ders programı karşısında iyimser olmak pek mümkün görünmemektedir. Önerilen felsefe programının gerçekten eleştirel ve özgür düşünmeyi mümkün kılan bir program olduğundan hareket etsek bile; bu programı kimlerin gerçekleştireceğini sormak zorundayız. Zira son 10 yılda kaç felsefe öğretmeninin atandığını, verilecek olan felsefe derslerini kimin vereceğini sormadan ders programına ilişkin bir değerlendirme yapmak mümkün değildir.

Felsefeyi öğretecek öğretmenlerin ezberlenmiş bilgiyle değil, gerçekten hazmedilmiş felsefi bilgiyle öğretmesi alanın bir zorunluluğudur. Sıradan halk bilgeliği dahi bilir. Felsefe düşünme işidir, ezber ve nakil değil. Felsefi bilgiyi hazmetmek, biraz felsefe koklatılan programlarda değil, bir halk deyimiyle belirtecek olursak felsefede yıllarca “dirsek çürütmek” ile olur.

TOPLUMSAL VE POLİTİK PROBLEMLER DİKKATE ALINMAMIŞTIR

Söz konusu felsefe ders programı 10. ve 11. sınıflar için hazırlanmıştır. Hazırlanan programa göre 10. yılda “felsefenin doğası” başlığı altında felsefenin ne olduğu ele alınacak ve sonra felsefenin varlık, ahlak, din ve hukuk felsefesi gibi değişik alanları öğretilmek isteniyor. Programın ikinci kısmı 11. sınıfta amaçlanan bazı uygulamalardan oluşuyor. Programın ikinci yılında felsefe ile değişik güncel problemlere nasıl bakılacağı gösterilmek isteniyor.

Eğitim programı çerçevesinde uygulamalı olarak felsefe ile çevre, edebiyat, hukuk gibi problemler ve alanlarla ilişkisi gösterilecek. İyimser olarak yorumlayalım! Bu çerçevede kısacık iki yıla sıkıştırılmış da olsa felsefe öğretimi teori ve pratiği aynı zamanda kapsamayı amaçladığı için kapsamlı düşünülmüştür denebilir. Fakat uygulama çerçevesinde doğrudan ekonomik, sosyal ve politik problemlere neredeyse hiç yer verilmemiş olması dikkat çekmektedir. Düne kadar “doğal zorunluluk” olarak sunulan küreselleşmenin problemleri; savaşlar ve dengesiz ekonomik gelişmelerden kaynaklanan uluslararası göçler ve Avrupa seçim sonuçlarından görüldüğü üzere artan faşizm tehlikesi; insanlığı kasıp kavuran işsizlik ve yoksulluk; artık resmi olarak da kabul edilmiş olan yeni bir “dünya savaşı” tehlikesi; bunlar söz konusu problemlere örnek olarak alınabilecek önemli konulardan sadece birkaçıdır.

AHLAKİ ÇÜRÜME VE FELSEFE DERS PROGRAMI

Hazırlanmış olan müfredatın, Milli Eğitim Bakanı Mustafa Tekin’in de açıkça belirttiği gibi temel amaçlarından birisi değerler eğitimidir. Toplumun bazı kesimlerinin seçilmiş değerleri eğitilmek ve yaşanarak yaşatılmak isteniyor. 21. yüzyıl insanlığının, dolayısıyla Türkiye toplumunun üzerinde şekilleneceği değerlerin neler olduğuna ilişkin bir tartışmanın olmayışı manidardır. Amaçlanan “milli birlik ve bütünlük” hangi değerler dolayısıyla sağlanacaktır. Hazırlanan felsefe dersi programında toplumumuzda son 45-50 yıldır dindarlık arttıkça artan başta ahlaki değerler çürümesi, son 20 yılda dindarlık arttıkça derinleşen ahlaki yozlaşmaya dair bir problem ele alınabilirdi mesela. Toplumumuzda aratan şiddet problemi, değerler eğitimi çerçevesinde ele alınmayıp başka nerede işlenecektir? Ama felsefe eğitimi için ders programını hazırlayanların bu türden son derece önemli konulardan titizlikle kaçındığı görülmektedir.

AKILDAN İNANCA MI YOKSA MİTOSTAN LOGOSA MI?

Buraya kadar felsefe ders programının kabul edilebilir olduğundan hareket edelim. Fakat hazırlanan ders programı çerçevesinde 11. sınıflar için bazı etkinlikler konmuştur. Bunlardan birisinin konu başlığı “akıl ve inanç” olarak belirlenmiştir. Felsefe dersi çerçevesinde akıl ve inanç elbette ele alınır ve tartışılır, tartışılmalıdır. Bu başlık altında üç etkinlik konmuş olması dikkat çekicidir ve toplam felsefe programının sadece iki yıla sıkıştırıldığı düşünülünce bu çok fazladır. Bunun da kabul edilir olduğundan hareket edelim.

Fakat konmuş olan etkinlik başlıklarına bakalım. Birinci etkinliğin başlığı şöyle: “İnanca Yolculuk”, ikinci etkinliğin başlığı: “⁠Aklımın ve İnancımın Hikâyesi”, üçüncü etkinliğin başlığı “İnanca Dair”. Bu ne anlama gelmektedir ve felsefe eğitimi için düşünülen ders programında işlevi nedir?

Bir an için hala aklı ve eleştirel düşünmeyi önceleyen, öğrenciye özgür düşünmenin öğretmeyi amaçlayan bir felsefe dersinde olduğumuzu kabul edelim ve sistematik bütünlük arz eden bu etkinliğin içermelerini açığa çıkaralım.

Birinci etkinlikte önce, hala aklı önceleyen ve logos ile düşünen felsefe dersinde olduğumuzu hatırlayalım, önerilen felsefe dersi programında önce “inanca yolculuk” öğretilecek. Akıldan inanca yolculuk! Felsefe, varlığını tüm kültürlerde ve uygarlıklarda, düşünce tarihinde ve düşünme tarzında mitostan logosa geçişe borçludur. Dolayısıyla felsefe mitostan logosa geçişi temellendirmek zorundadır ya da felsefe değildir. Ve felsefe tarihinde felsefe görünümlü anti-felsefe örnekleri az değildir.

BİLGİ, LOGOS VE İNANÇ

Felsefe ders programında inanca yolculuk öğretildikten, inançlı olmak öğrencinin belirleyici özelliği olduktan sonra inanca hapsedilmiş bir akıl hikâyesi anlatılacak. Oysa inanç, hangi biçimi olursa olsun, ancak akıl çerçevesinde bir anlam ifade eder. İnanç çerçevesine hapsedilmiş bu akıl nasıl bir akıl olacaktır? Akıl her şeyden önce logos demektir. Logos temellendirilmiş mantıksal bir bakış ile düşünmek demektir. İnanca has olduğu gibi zan ile düşünmek demek değildir. Logos doğanının ve dünyanın kendi içkin yasalarına dayalı olarak düşünmeyi talep eder ve temellendirir. Buna karşın inanç hep aşkındır. Akıl, aşkınsal perspektiften bakabilir, ama düşünülen yapı veya süreçlere her zaman içkindir. Doğanının kendi yasaları, gözlem, araştırma, inceleme, analiz etme vs. sonucu elde edilir. Bu bakımdan evrensel teste ve göden geçirmeye açıktır. Bundan farklı olarak inanç herhangi bir gerekçelendirmeye dayanmadan kabul edilebilir. İnanç sanıdan fazlası değildir. Bilgi nesnel olarak temellendirildiği için gerçeğin bilgisi olmak zorundadır. Buna karşın inanç öznel bir kanaatten fazlası olmayacağı için, nesnel olarak, eş deyişle genel geçerliliği temellendirilmesi mümkün bir kabulden fazlası değildir.

FELSEFEDE POSTMODERNİST DÖNÜŞ VE AKLIN YIKIMI

Felsefe dersinde “akıl ve inanç” başlığı altında yapılacak olan etkinliğin son kısmında aklın ne olduğu üzerine düşünülmesi öngörülmemiştir. Bunun yerine “inanca dair” düşünülecektir, çünkü amaçlanan felsefe dersi programı çerçevesinde “akıl” hâlihazırda inanca dönüştürülmüş ve aşılmıştır, akıl geride kalmıştır, aktüel olan ve üzerine düşünülmesi amaçlanan artık inançtır. Bu nedenle felsefe dersi programı çerçevesinde öngörülen üçüncü ve sürecin doruk noktasını oluşturan akıl veya eleştirel düşünme etkinliği değil, inançtır. Hal böyle olunca felsefe dersinde felsefesinin görevi inanca götürmek olarak belirlenmiş oluyor. Bu durumda felsefe yadsınmış ve düşünme tarzında mitosa geri dönülmüş olacaktır. Bu, aklın yıkımını talep eden anti-felsefi post-modernist düşünürler tarafından felsefede yıllardan beri talep edilen dönüşe denk gelmektedir.

Kanımca planlanan felsefe dersi programının doruk noktasını ve tüm müfredatın çekirdek kısmını bu bölüm oluşturmaktadır, çünkü aklın inanca götürülmesi aslında tüm bilimsel bilginin inanca dönüştürülmesi ve yadsınması anlamına gelmektedir. “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” kamuoyuna ilk yansıdığı zaman yapılan resmi açıklamalarda da bu minvalde beyanlar olmuştur. Tüm ders programlarından inanca dayalı genel çerçeveye uygun olması talep edilmiştir. Ve “maarif modeli”nin üzerine oturduğu genel çerçeve bilimi ve aklı değil, temelsiz inancı önceleyen bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım ima edilen tüm değişiklik sözlerine rağmen korunan çerçeve olmuştur.

PLATON VE TEMELLENDİRİLMİŞ İNANÇ

Felsefe için hazırlanan ders programında da inanca dayalı verili bu genel çerçeve korunmuştur. Felsefenin bilimsel bakışı mümkün kılmak diye bir yükümlülüğü vardır. Felsefenin felsefe olarak varlığına anlam veren budur. Bu bakış bilimsel araştırmalara eşlik ve kılavuzluk eder, her bir kuşağa kendi çağını kavrama olanağı sunar. Bu aynı zamanda her bir insana dünyaya ve dünyada kendisine dair bir kavrayış kazanmasına yardımcı olur. Bu, insanlara teker teker kendi yaşamlarına anlam verme olanağı da sunar. Bilimsel olarak temellendirilmemiş inanç çarpık bir bilinç formudur. İnsanı yaşamında her bakımdan eksik ve yanlış yönlendirir. Bu nedenle inanç mevki ve makam sahiplerinin elinde kolayca basit hile ile yönlendirme aracına dönüşebilir. Fakat inanç bilgiye dayanabilir, bilgi ve bilim inancı yok etmez, tersine bilim inancı bilgiye, akla ve mantığa dayandırarak temellendirir.

Platon’un özellikle son birkaç on yılda sıklıkla alıntılanan ‘bilgi temellendirilmiş inançtır’ sözü ancak bu anlamda alınırsa felsefi olarak bir anlam ifade eder, inancı felsefeye ölçü ve felsefeyi inanca emir kulu hizmetçi kılarak değil. Bilgiye ve akla dayanmayan inanç, temelsiz bir inançtır ve oluşturulmak istenen milli birliği ve bütünlüğü sağlamaktan çok uzaktır. Farklılıkları da tesis ederek birleştirici olan, çokluğu teke indirgemeden birleştiren akıldır. İnanç, farkı tesis eder, ayrıştırır ve birliği sağlamaktan uzak olduğu için de ayrılıkları mutlaklaştırır. Çağdaş filozoflardan Otfried Höffe felsefe tarihi üzerine derslerine inanç ve akıl arasındaki ilkesel farka dikkat çekerek başlar. Bu nedenle inanç amaçlanan milli birlik ve beraberliği kurma kapasitesinden de yoksundur. Bu şekilde kurulmaya çalışılan milli birlik, bir kesimin diğer kesimler üzerindeki hâkimiyeti tesis edilerek kurulmaya çalışılan milli birlik olabilir –ki bu olsa olsa asimilasyoncu yapıların farklı bir şekilde yeniden üretiminden öteye girmeyecektir. Gerçek milli birlik, toplumun tüm kesimlerini varlıkları itibarıyla tanımakla ve onlara gerekli özgür yaşam alanı sunulmakla mümkün olur.

FELSEFE İNANCA YOLCULUK İÇİN ARAÇSALLAŞTIRILMIŞTIR

Bu açıdan; Milli Eğitim Bakanlığı’nın felsefe dersi için hazırlanan ders programının sonucu akıl, eleştirel ve özgür düşünme değil, dayatılmış bir inançtır. Oysa gerçek bir felsefe ders programının sonucu, eleştirel düşünme, akıl ve özgür düşünce olmalıdır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırlattığı felsefe için ders programının genel çıktısında inanç vardır, akıl, eleştirel yargı ve özgür düşünce bu durumda bir rastlantıya bırakılmıştır. Bu eğitim programında felsefe inanca yolculuk için araçsallaştırılmıştır. Bu felsefe eğitim programında felsefenin kendisi kendi bilimsel bağımsız ve özgür statüsünü yitirmiştir.

ELEŞTİREL VE ÖZGÜR DÜŞÜNME EĞİTİMİ İÇİN

Özgür ve eleştirel düşünme, felsefe eğitimi ve öğretimi nasıl olmalıdır? Modern felsefe bu soruya yanıt olarak bugüne kadar neredeyse hiç dikkate alınmayan bir öneri geliştirmiştir. Felsefe eğitiminin ve öğretiminin her bir insanda özgür ve eleştirel düşünmeyi mümkün kılmak diye bir yükümlülüğü vardır. Modern felsefenin kurucularına göre felsefe eğitimi ve öğretimi çerçevesinde, eğer özgür ve eleştirel düşünme gerçekten mümkün kılınmak isteniyorsa, ne düşünülmesi gerektiği değil, nasıl düşünülmesi gerektiği öğretilmelidir; eş deyişle gerçek bir felsefe eğitim ve öğretim programında düşünmenin içeriğinden çok düşünmenin yöntemi öğretilmelidir. Bu yöntem, örneğin Hegel’in ve Wittgensteın’ın gösterdiği içeriksel yöntem olmak zorundadır. Adı felsefe dersi dahi olsa; aklı inanca dönüştürmek üzere tasarlanmış ise, felsefe dersi ne düşünüleceğini öğretmek zorundadır.

Neden? İnanca dayalı eğitimde neye inanılacağı ve inancın nasıl uygulanacağı öğretilir. Bilgiye dayalı eğitimde düşünmenin yöntemi öğretilir. Düşünmenin yöntemini bilen kişi, kendi kapasitesini kullanarak düşünceyi her somut duruma yaratıcı bir şekilde uyarlayabilir. Bu yöntemsel düşünme her bir somut durumda içerik ve anlam kazanacaktır Ancak böyle bir kişi her somut durumda kendi özgür aklıyla düşünebilir, vicdanıyla yargılayabilir ve iradesiyle karar verip eyleyebilir. İnanca dayalı eğitim programından geçmiş bir kişi, her somut durumun kendi tikelliğini dikkate almak yerine, kendisine ezberletileni yeniden ve yeniden üretmekten öteye gidemez.

YÖNTEM EĞİTİMİ VE ÖĞRETİMİ ÖZGÜR OLMAK ZORUNDADIR

Burada söz konusu olan yöntem eğitimi ve öğretiminin kendisi de özgür olmak, eleştirel düşünmeyi ve sonunda özgür eylemeyi mümkün kılmak zorundadır. Öyleyse felsefe ile düşünmenin yöntemini öğrenen kişilerin her birine kendi özgür düşünme yöntemini yine kendilerinin bulması için gerekli koşullar oluşturulmak ve gerekli olanaklar sunulmak zorundadır. Düşünme yönteminin kendisi de öğrenenin kendi eseri olarak keşfedilmeli ve bulunmalıdır. Bu nedenle filozoflar felsefi kuramlarını ortaya koyarken paternalist bir bakışla başkalarının yerine düşünmek amacıyla ortaya koymazlar. Filozoflar başkalarının yerine düşünmez, başkalarının da kendi düşüncelerini olduğu gibi ezberleyip tekrarlamasını istemezler. Filozoflar, kendi başına düşünebilen insanlar yetiştirmekten başka bir şey yapamazlar. Filozoflar herkesin kendisine kendisi için düşünmesini mümkün kılmak üzere bir felsefe kuramı geliştirirler. Bunun uygulamalı en iyi örneğini felsefe tarihinde Wittgenstein vermiştir örneğin.

Felsefe eğitimi ve öğretimi kapsamında eleştirel ve özgürce düşünmenin mümkün kılınabilmesi için, eğitimin evrensel bir mantık problemleri tarihini veren bir eğitim ve öğretim olması gerekmektedir. Bugün öğretilen mantık kuramları da mantığı öğretme yöntemleri de son derece dogmatiktir, tek yanlı ve tek tiptir. Buna karşın belli bir mantık kuramını öğrenmek zorunda kalmak yerine mantığın problemler tarihini öğrenen kişi, zihni bu problemler dolayısıyla işleneceği için kendi mantıksal bakışını yine kendisi oluşturabilir. Bu aynı zamanda onun hem özgür bakışını hem özgür yaratıcılığını ve hem de özgür düşünmesini temellendirebilir.

Bu şekilde tasarlanmış olan evrensel mantık eğitimi ve öğretimini evrensel bir düşünce ve felsefe problemleri tarihi eğitimi ve öğretimi tamlamalıdır. Mantık problemleri tarihi eğitimi her bir kişiye kendi iradesiyle kendi düşünme yöntemini bulmasına yardımcı olurken; felsefenin problemler tarihini sunan evrensel düşünce, felsefe tarihi eğitimi ve öğretimi düşünme alanında düşünme tarzına ilişkin sayısız seçenek sunduğu için herkese kendisi açısında kendi düşünme tarzını oluşturması için seçenek sunar. Ancak bu çerçevede tek tip ve tek boyutlu düşünme tarzından kurtulmuş olunur. Ve ancak bu çerçevede de insanlığın tüm düşünce ve inanç mirasına yer verilebilir.

SONUÇ OLARAK

Özetleyecek olursak; felsefeyi öğretmek özgür düşünmeyi öğretmek demektir. Bu ancak mantıklı/mantıkla düşünmeyi öğretmek ile mümkün olabilir. Mantığın da belli bir mantık kuramını dayatılmadan öğretilmesi herhangi bir veya birkaç mantık kuramını öğretmek yerine mantığın problem tarihini öğretmekle mümkün olabilir. Zira bu durumda özgür düşünmeyi öğrenen kendi doğru dürüst düşünme yöntemini kendi eseri olarak oluşturabilir. Bugün yaygın bir şekilde uygulandığı üzere herhangi bir mantık kuramını tercih edip öğretmek, belli bir düşünme tarzını veya inanma biçimini dayatmak anlamına gelecektir. Bu yöntem, tarihsel deneyimle de sabit olduğu üzere düşünmede ve inanmada tek tipliliğe yol açmaktadır. Fakat özgür düşünebilmesi için öğrenenin karşılaştırarak kendi özgür yargısını oluşturabilmesi gerekmektedir. Bu ise evrensel bir mantık problemleri tarihi, düşünce ve felsefe problemleri tarihi eğitimi ile mümkün olabilir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırlattığı mevcut felsefe eğitimi programı böyle bir içerikten yoksun ve böyle bir amaca yetmemektedir.

*PROF. DR. DOĞAN GÖÇMEN KİMDİR?

1964 yılında Gaziantep’te doğan Felsefe Profesörü ve Araştırmacı Yazar Doğan Göçmen, 1980 yılında babasının bulunduğu Almanya’nın Münih kentine gitti.

Almanya’da 1992 – 1995 yılları arasında Hamburg Üniversitesi’nde Sosyoloji alanında lisans eğitimi aldıktan sonra İskoçya’da bulunan Edinburg Üniversitesi’nde Sosyal Bilimler alanında 1997-1998 yılları arasında yüksek lisans, 2001-2006 yılları arasında ise doktora eğitimi aldı.

Yüksek lisans tezini, “John Locke ve Adam Smith’in Toplum ve Devlet Teorilerinde Mülkiyetin Rolü” üzerine yazan Prof. Dr. Doğan Göçmen, “Adam Smith’in Ütopyası: Toplum, Karşılıklı Sempatinin Açık ve İlerici Bir Sistemidir” isimli doktora tezini yazdı.

Doğan Göçmen, 2010-2012 yılları arasında Adıyaman Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde doçent unvanıyla görev yaptıktan sonra, 2012-2015 yılları arasında da aynı unvnala Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde ders verdi.

Göçmen, 2015 yılından itibaren Dokuz Eylül Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde profesör unvanıyla ders vermektedir.