Çerçioğlu ve İktidar Seçkinleri

Çerçioğlu'nun istifa etmesinden iki saat sonra AKP'ye katılması ve buradaki özensizliği kendisi ve AKP'nin habitusu hakkında bir bilgi vermektedir.

Abone Ol

Çerçioğlu’nun Aydın’da aldığı oyları kendi nam-ı hesabına yazıp marabasıyla satılan köy gibi siyasi mücadelede tam aksi bir yönde olan partiye geçmesi “sükût etmiş edep” örneği olarak tarihimize geçti. AKP’ye geçerken söylediği “Alnım ak, başım dik” sözünün Egemen Bağış menşeli olması tevafuktur tabiatıyla. Himayelerine girdiği yerin kontrolsüz gücünün her hafta bir ayet salladığını söyleyen kişileri dahi kurtardığını görürken henüz CHP’lidir kendileri, bilincinin bir yerine bu kudreti yazmışlardır mutlaka. O yüzden himayede en diplerde olan birini alıntılarken hiç çekinmemişlerdir hani. Tamamdır, bunların tabiatı budur diyelim hadi, CHP’nin bunda hiçbir suçu yok mudur? Mücadeleyle dipten geleni değil varlığıyla bölgesinde hüküm süren Bolu beylerini seçmek daha kolay gelmektedir değil mi. Ağayı ya da aşiret reisini ayarlayıp köyün bütün oyunu almak varken neden marabalarla uğraşasınız, siz de haklısınız tabiatıyla.

Platon, dönemin marabalarının küçük çıkarlarında yaptıklarını gördüğü için demokrasiye inanmıyordu. Yöneticinin nasıl rezilleştiğine de şahit oluyor, bu yüzden madem çoban şart o zaman filozof-kral olsun diyordu. Perikles, Marcus Aurelius ve Peygamberimizin Müslüman olmadan öldüğü için üzüldüğü üstün ahlaklı, adil Enûşirvân Platon’nu tam da tarif ettiği türden yöneticilerdi.

OLMAZSA OLMAZ ELİTLER

“Elit teorisi” kadim zamanlardan beri varsa da esas itibarıyla buna en büyük katkıyı İtalyan düşünürler yaptı. Pareto, Mosca ve Michels elitlerin devleti ve toplumları haklı (!) yönlendirmesini anlattılar. Onlara göre erk ekonomik ve siyasi kurumlardadır, elitler akıl, zekâ ve sair gerekçelerle buraların başına gelirler. İstidatlarıyla başa gelen bu seçkin kesim her şeyin artısını alan mevkilerde olduğu için başarılı olmak zorundadır. Teori sosyal bilimlere o kadar tesir etti ki mümbitliği nedeniyle günümüzde dahi küçük ve büyük ölçekli araştırmalar yapılmaktadır. Sıradan insanın ya da devletin herhangi bir kademesinde kısa bir süre dahi görev almış birinin hemen öğrendiği devlet sistemi kuramına her saniye şahit olmaktayız hani. Teoriye ne gerek var iliklerimize kadar hissediyoruz diyebilirsiniz elbet, ama teoride hayattan çıkar zaten, yani iliklerimizden.

PARETO, MOSCA, MİCHELS

Elit teorisini popülerleştiren Pareto sosyolojinin yanı sıra ekonomi, siyaset, mühendislik ve sair alanlarda da bir otorite olduğu için kendisine son rönesans bilgini deniyordu. Ekonomide öne sürdüğü bir toplumdaki servet dağılımının %80’e %20 kuralını ortaya koyan “Pareto ilkesi” hala daha geçerliydi. Servetin büyük kısmı olan sekseni elinde tutan yirmilik kesim hem ülkemizde hem de dünyada hala geçerlidir. Bu tersinden de doğrudur, seksenlik fakir kesim yirmiliğin bütün zulmünü ekonomi, siyaset, sosyal ve hukuki alanda hissetmektedir. Hukuki olan en can alıcı ve en net görülendir. Özellikle günümüzde ülkemizde hukuka güvenin en düşük çıkmasının sebebi bu yeni rejimin yeni elitlerinin işleri usulüne göre yapanların Know how’ına sahip olmamasından kaynaklanmaktadır. Dönemin alamet-i farikası kapkaç da bu şekilde ortaya çıkmıştır, öyle tırnakçılığın zanaatına gerek yoktur hani onun Know how’ı uzun bir tedrisattan geçer, yeni soygun vur-kaç düzenidir. Hasılı legal ve illegal dünyanın iki soygun sistemi yöntemde birleşmişti yani. Pareto’ya gelirsek onun aslında faşist olduğu yönündeki iddialar da yoğundu. O da Platon gibi demokrasinin bir yanılsama olduğunu her halükârda bir yönetici sınıfın gelip kendi nam-ı hesabına çalıştığını söylüyordu. Mussolini öğrenciliğinde onun derslerine katılmıştı.

Mosca da tıpkı Platon ve Pareto gibi demokrasiye inanmıyordu. Pareto’nun ekonomide öne sürdüğü elit teorisini siyasete uyarlamış “political class” veya “political elite” olarak adlandırdığı bir sınıfın toplumları yönettiğini öne sürmüştü.

Almanya doğumlu İtalyan Robert Michels meşhur “Oligarşinin tunç yasası” kavramıyla teoriye büyük bir katkı sağladı. Kavramı ilk kez 1911 yılında yayınlanan “Zur Soziologie des Parteiwesens in der modernen Demokratie. Untersuchungen über die oligarchischen Tendenzen des Gruppenlebens” kitabında öne sürmüştü. Michels o tarihler bir hayli iddialı olan Alman sosyal demokrat partisinde görevler aldı. Sombardt ve Weber’in de editörlüğünü yaptığı “Archiv für Sozialwissenschaft und Sozialpolitik” dergisinde yazıları yayınlandı. Pareto’nun elit teorisi üzerine yazılarını incelemeye başladı. Yazılanlar siyasi partide başından geçenlerle de örtüşünce herhalde, elitler üzerine yazmaya başladı. Mezkûr kitapta sosyalistler de dahil olmak üzere siyasi partilerin, kendilerini hızla bürokratik oligarşilere dönüştürdükleri için demokratik olamayacaklarını öne süren “Oligarşinin tunç yasası" teorisini öne sürdü. Siyasi partilerin oligarşik güç olmaları maalesef en çok Bolşevik politbüro örneğinde “Bürokratik sosyalizm” pratiğinde görüldü. Her şeyi bu kadar güzel söyleyen Michels’e ne oldu peki. O da tam aksi bir kutba Mussolini’nin faşist partisine katıldı. Madem elit işte elitin tillahına gitti yani.

MİLLS VE TEHLİKELİ KİTABI: İKTİDAR SEÇKİNLERİ

Ama elit teorisine en sıkı katkı Amerika’dan hem de Teksas gibi bir yerden C. Wright Mills’den geldi. Neden hem de Teksas dediğimi “Trump’ı yaratan Amerika” yazı dizimi takip edenler fark edecektir. “White Collar: The American Middle Classes”ın ardından onu tamamlayan “The Power Elite”, “Listen, Yankee: The Revolution In Cuba”, Danimarka yıllarında yazdığı “ISA” Uluslararası Sosyoloji Derneği'nin 1997'de yüzyılın kitapları arasında saydığı “The Sociological Imagination”, “The Causes of World War Three” kitaplarıyla bilinir (1).

1956’da tam da soğuk savaşın doruğunda yayınladığı “The Power Elite” kitabı o dönem için Amerika’yı bir hayli sarsmış iktidar seçkinleri faş olmuştu. Mills de Pareto gibi seksene yirmi adaletsizliğini görmüştü. Ancak o İtalyan düşünürler gibi bunun kaçınılmaz olduğunu düşünmüyor, bunların doğuştan gelen yetenek veya zekayla değil Amerikan sosyal hayatında sıkça rastladığımız “Boston Brahmileri” gibi ayrıcalıklı bir yerden gelmelerinden kaynaklandığını söylüyor, bu bağlamda bazı okulları, kuruluşları örnek gösteriyordu. Mills’e göre küçük insanların yaşadığı hayatın içinde, varlıklarını hissetmese de seçkinlerin onlar için aldığı kararların tesirlerini yaşamaktadırlar. Amerika’da Avrupa’daki gibi feodal bir sistemin oluşamadan daha bağımsızlık savaşıyla yeni bir devlet kurulması bu iktidar seçkinlerinin oluşmasına da yol açmıştır. Bu tabakadaki seçkinler savaş, makro ekonomi ve sair şeylerle tüm ulusu etkileyecek kararlar alır. Mills kent gibi daha küçük çapta da varlıklı ve her türlü habitusla mücehhez ailelerin bölgelerini nasıl etkilediklerini ortaya koyar. İşte burada Çerçioğlu gibiler söz konusudur.

ÇERÇİOĞLU: KONTROLSÜZ HIRSIN DESTANI

Çerçioğlu’nun istifa etmesinden iki saat sonra AKP’ye katılması ve buradaki özensizliği kendisi ve AKP’nin habitusu hakkında bir bilgi vermektedir. Hazırladığı yazısında ve bunu okuduğu sırada iştiyakı, “sayın Cumhurbaşkanımın himayesi” sözü devletimizin geldiği noktayı gösterirken, bu yazıyı mutlaka daha önceden paylaştığı AKP kadrolarının bunda bir beis görmemesindeki vahamet, Adalet bakanının sık sık söylediği “Türkiye bir hukuk devletidir” sözünün tiye alınmasındandır. İnsanda sistem Freud’un dediği gibi dil sürçmeleri, espriler ve sair yollarla error verir. Burada da hata olmadan şuurlu bir şekilde seçilen Cumhurbaşkanımızın himayesi, bir felaket anlarında dahi o majestik “sayın Cumhurbaşkanımızın tensipleriyle”nin bir uzantısı olarak görülüyor. Ama önceden kontrol için giden bu metindeki ibarenin Erdoğan’ın hoşuna gideceğini onlar da biliyor. Bir de parlatma olsun diye herhalde Egemen Bağış’ın “Alnım ak, başım dik” sözünü patlattı ya o da cabası hani. Nereye geldiğini herkesten daha iyi biliyor, onu söylemese olmazdı yani. Söylenen sözün söylenmeyeni, çağrıştırdığı yani “gelinim sen anla” kısmı daha önemlidir. Bir de söz var, “suyun yüzeyi hareketsiz olabilir ama bu dibinde hareket olmadığı anlamına gelmez” diye, burada öyle büyük analizlere gerek olmayacak şekilde net söylenen bir şahitlik var. Kendisine ve gittiği yerin ne olduğuna dair bir şahitlik. İşte o yüzden yukarıda kapkaççı örneğinde söylediğim gibi öyle zanaata gerek yoktur. Ne olduğunu kendisi dahil herkes bilmektedir, gerisi söz israfıdır, insana züldür. AKP’ye geçen Serap Özyazıcı gibi “gördüğü lüzum üzerine” istifa etmiştir. “İstifa ettim işte ister ikna ol ister olma, benim edebimin meşrebi bu kadar” denmektedir hasılı.

İSTİFA SONRASI FAŞ OLAN İKTİDAR SEÇKİNLERİ

Bu olayların ardından Çerçioğlu’nun istifasının nasıl ahlaksızlık olduğuna yönelik itirazlar haklı bir vurguyken, onun aslında (!) nasıl biri olduğuna yönelik olanlarsa ayıptır. Neden ayıp, çünkü madem biliyordun neden sustun, öyle değil mi. “Şimdi bize haberler yeni geldi bunu yakında paylaşacağız” türü ifadeler tamamen insan kandırmadır, biliyordunuz, şahittiniz, ses çıkarmadınız. Neden çünkü CHP’de de Çerçioğlu gibi köyün toptan oyunu alacağınız insanlara ihtiyacınız var. Feodal bey gibi vergisini toplasın, köyün girişine de bizim ismimizi yazsın gibi yaklaşırsanız, bu partiye başka hiçbir şey bundan daha iyi bir şekilde zarar veremez.

Gelelim Çerçioğlu’nun istifası sonrası Bülent Tezcan’ın söylediğine. Gerçi Tezcan’a da haksızlık etmeyelim hani, başkaları da buna benzer açıklamalar yaptı. Tema yine nankörlük üzerine görünse de aslında Mills’in yukarıda yazdığım kent seçkinlerinden olan birinin partiye adım atar atmaz hanım ağa olmasıdır mesele. Bu kadar zengin biri kişisel geçmişinde aslında sekreterlikten gelip patronun oğluyla evlenerek müthiş bir hırsla yükseldiği türü hikayeler sizi hiç mi rahatsız etmedi. Hırs, bak tekrar ediyorum hırslı birinin sizin ideolojinize kaç akçe faydası olacaktı, ne bekliyordunuz. Tezcan’ın ifadeleri “sirkatin” hikâyesine benziyor ama bu yaygın hani, kızmayalım faş edelim:

“Bu parti geldiğiniz gün size milletvekilliği vermiş. Sırada bekleyen birçok arkadaşımız, partiye emek veren arkadaşımız olduğu halde, siz o gün onların önüne geçmişsiniz ve parti sizi kabul etmiş. Ondan sonra 7 yıl milletvekilliği yapmışsınız, ondan sonra 5 yıl Aydın il belediye başkanlığı, sonra 11 yıl büyükşehir belediye başkanlığı yapmışsınız. Yani toplam 23 yıl siyasete girdiğiniz partinin kapısından adım attığınız günden bu yana 23 yıl kesintisiz bu parti size bir makam vermiş. Hem de birçok insanın beklediği, ulaşamadığı, özendiği bir makamı vermiş”. Burayı tekrar yazayım, sirkatin hikâyesidir, ayıptır, yukarıda yazdığım Çerçioğlu’nun yaptığı konuşma gibi özensizdir, partilileri rencide edicidir. Ya burada hazır bütün köy oyu varken ne gerek var maceraya demek günü kurtarmaktır.

Bırakın partiyi dipten gelenler yönetsin, onların kıra kıra, yırta yırta geldiği duvarlar kırar zulmün cebelini. Onların mücadelede kazandığı tecrübe partiyi hareketlendirir, ihya eder. Cedelin olduğu yer dikkat çeker, teveccüh oluşur.

Cumhuriyet Halk Partisini bugünlere getirenler daha kurtuluş savaşı başlamadan Cumhuriyet planları yapanların ahfadıdır. Soluğunu Gazi üflemiştir, bunun manevi önemini hatırlayınız, ağırlığını omuzlarınızda hissediniz.

KAYNAKÇA

1. Mills’in kitaplarından birinde kullandığı “Yankee” ibaresi Mills’in doğduğu güneyin kuzey askerlerine karşı kullandığı bir tabir olması bakımından dikkat çekicidir. Güneyliler kendilerine Dixie diyorlardı, caz ve blues müziğinde de bu dixie ayrımını görüyorduk. Yankee jazz ve blues yokken Dixie bir hayli iddialıdır, ayrımcılığa daha çok maruz kalmaları nedeniyle yaraları daha çoktur zira.