SÖYLEŞİ: YAVUZ KARAMAHMUTOĞLU

Son dönemde Türkiye siyasetinde yaşanan gelişmeler, iktidar bloğunun iç dengeleri ve uluslararası stratejileri açısından kritik bir döneme girildiğini gösteriyor. Devlet Bahçeli’nin Ekim ayında verdiği tokalaşma fotoğrafıyla simgelenen yeni siyasi süreç, aslında çok daha öncesine dayanan bir planın dışa vurumu olarak değerlendiriliyor. Kürt sorununun artık sadece Türkiye sınırları içinde tartışılmadığı, bölgesel ve uluslararası boyutlarının belirleyici hale geldiği bir dönemde, kurulan yeni masaların arkasındaki güç dengeleri dikkatle analiz edilmesi gereken bir konu olarak öne çıkıyor.

Bu çerçevede, Bilim ve Gelecek yazarı Ender Helvacıoğlu ile yapılan bu söyleşi, Ortadoğu’daki emperyalist dizaynın yeni aşamasını, iktidarın bu tabloda nasıl bir pozisyon almak istediğini ve muhalefetin bu süreçte nasıl bir strateji izleyebileceğini masaya yatırıyor. Helvacıoğlu, Kürt meselesinin yeni bir “Ortadoğu masası” çerçevesinde ele alındığını vurgularken, iktidarın bu süreci kendi bekası için nasıl kullanmaya çalıştığını detaylandırıyor.

Öte yandan, CHP’li belediye başkanlarının tutuklanması, muhalif figürlere yönelik baskılar ve yargı süreçlerinin hız kazanması, iktidarın toplumsal korku ve baskı mekanizmalarını derinleştirme çabası olarak öne çıkıyor. Helvacıoğlu, muhalefetin bu tablo karşısında sadece “muhalefet” yaparak sonuç alamayacağını, gerçek bir “iktidar perspektifi” ortaya koyması gerektiğini belirtiyor.

Bu çerçevede, Kürt sorunundan muhalefetin stratejisine, CHP’nin seçim hesaplarından solun etkinlik sorunsalına kadar birçok başlıkta önemli tespitlerin yapıldığı bu söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

Ekim ayında Devlet Bahçeli’nin tokalaşma fotoğrafıyla simgelenen ancak daha önce başladığı anlaşılan siyasi süreci göz önünde bulundurursak, bu tabloyu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu süreç, iktidar blokunun iç dengeleri ve stratejileri açısından ne anlama geliyor? Kürt Sorunu’nun uluslararası boyutlarını da ele alırsak, çözüm adımı nereye oturuyor?

Öncelikle birkaç saptama yapmak gerekiyor. Kürt sorunu yıllardır sadece bir Türkiye sorunu olmaktan çıktı. Türk devleti izlediği inkâr ve şiddet politikalarıyla bu sorunu Türkiye sınırları içinde çözme şansını yitirdi. Kürt sorunu artık bir bölge sorunu, hatta uluslararası bir sorun haline gelmiş durumda. Dolayısıyla bu sorunun çözümü için oluşturulan masalara oturanlar da buna göre belirleniyor. 

Bu olgu ışığında öncelikle saptamalıyız ki, yeni Kürt masası, yeni Ortadoğu masasının bir parçasıdır. Zaten bugün alelacele gündeme getirilmesinin nedeni de Ortadoğu’daki yeni gelişmelerdir. ABD ve Batı destekli İsrail’in saldırıları ve son olarak Suriye’deki Esad yönetiminin devrilmesiyle yeni bir tablo oluştu. ABD-İsrail, bölgedeki tüm İsrail düşmanı ve anti-Amerikan güçleri tasfiye etmek, bölgede kendilerine sorun çıkarmayacak yönetimler oluşturmak hedefinde ve son bir yıldır epey yol aldılar. Yani bugün oluşturulmaya çalışılan yeni Ortadoğu masası, ABD-İsrail’in inisiyatifiyle kurulan, başta Rusya ve İran olmak üzere anti-Amerikan güçlerin neredeyse devre dışı bırakıldığı tam bir emperyalist masadır. İşte gündeme getirilen yeni Kürt masası, bu emperyalist masanın bir parçasıdır; bu geniş tablo içinde yer almaktadır. 

Peki, Türkiye devleti ve Cumhur İttifakı bu masalara hangi hedeflerle oturuyor? Bahçeli ve Erdoğan’ın “yeni paradigmasının”, ABD-İsrail’in yeni paradigmasının çerçevesi dışına çıkabileceğini hiç sanmıyorum; hele koşullar böyleyken. Olsa olsa masada daha sağlam bir koltuk elde etmek peşindeler. Elbette öncelikle Türkiye’deki koltuklarını sağlama alma, yeni koşullardan bu amaçla yararlanma hedefindeler.

Erdoğan’ın “Şam fatihi” ve “Kürt sorununu çözen adam” madalyalarını alma (ve böylece ömür boyu başkanlık hakkı elde etme) çabası, izin verildiği ölçüde gündeme gelebilecek ve her an geri alınabilecek soslardan ibarettir. 

Toparlarsak, yeni Ortadoğu masasının bir parçası olan yeni Kürt masasında bugün ABD, İsrail, Erdoğan-Bahçeli iktidarı, HTŞ, Öcalan, PKK-PYD oturuyor. Bu masada Türk ve Kürt emekçilerinin, bölge halklarının esamesi okunmuyor. Masada oturanları saptayalım ki, kimlerden barış-demokrasi-kardeşlik talep edeceğimizi de bilelim! 

CHP’li belediye başkanlarının tutuklanması, Ümit Özdağ’a yönelik yargı süreçleri ve tutuklanması, menajer Ayşe Barım’ın 12 yıl sonra Gezi eylemleri gerekçesiyle tutuklanması ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik sürekli açılan soruşturmalar... Bu tablo sizce neyin işareti? Muhalefet bu koşullarda nasıl bir strateji izlemeli?

Muhalefeti boğmak istedikleri, bir korku imparatorluğu kurmayı hedefledikleri, bu yolda kendilerini hiçbir demokratik ve hukuki değer-kural ile sınırlamadıkları, yani iktidarlarını korumak için her şeyi yapabilecekleri ortada. 

İktidar bildiği ve elinden gelen şeyi yapıyor. Bu iktidarın artık halkın teveccühünü tekrar kazanıp seçim almasına olanak yok. Dolayısıyla diğer yolu deniyor: Devlet gücünü kullanarak halkı korkutma ve sindirme, olağanüstülük yaratarak gerçek gündemin (yoksulluk vb.) üstünü örtme, muhalefeti muhalefet konumunda tutma ve zor yoluyla iktidarın vazgeçilmezliği-değişmezliği algısı oluşturma. 

Başarıya ulaşabilirler mi? Çoğunluğu kaybettikleri 2015 seçimlerinden sonra benzer bir stratejiyle (ve muhalefetin de beceriksizliğiyle) başarılı olmuşlardı. Tekrar deniyorlar. 

İktidarın bu stratejisine karşı muhalefet stratejisiyle başa çıkılamaz. “Diren, boyun eğme, örgütlen vb.” çağrıları yeterli değildir. İktidar muhalefet ederek alınamaz. Mevcut iktidarın karşısına bir iktidar gücü konmalıdır. Direnmeye ve boyun eğmemeye çağrılanlar ancak bir iktidar gücü hissettiklerinde direnmeye ve boyun eğmemeye başlarlar. Bütün başarılı devrimler ve dönüşümler -bir muhalefet gücü gösterilerek değil- bir iktidar gücü gösterilerek başarıya ulaşabilmişlerdir. 

Peki, nedir ve nerededir bu iktidar gücü? Bütün iktidarların gücü neredeyse oradadır: Halkta. 

İktidar halkı kaybetti. Peki, nasıl hâlâ iktidarda kalabiliyor? Sadece devlet gücüyle mi? Sadece devlet gücüyle iktidarda kalınamaz, işgal orduları bile başaramaz bunu. 

Halkı kaybetmiş iktidarın hâlâ iktidarda kalabilmesinin esas nedeni muhalefetin henüz halkı kazanamamış olmasıdır. Halka, iktidar olabileceğine ilişkin güveni henüz verememiş olmasıdır. Mevcut iktidar da buna oynuyor zaten. 

Bir iktidar stratejisi… İktidarın dayattığı gündeme mahkûm olarak yapılamaz bu. Halkın gerçek ve yakıcı gündemi doğrultusunda harekete geçirilmesi. Çıkış yolu budur.

Bu toplumun en az yüzde 50’si bu iktidara tartışmasız karşı. Ek olarak en az yüzde 25’i de gidişattan endişe duyuyor. Bu büyük potansiyeli harekete geçirecek ve iktidara yürüyecek gerçekçi ve güven veren bir yol haritası; ihtiyaç budur.

Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığının ilan edilmesi gerektiği görüşü giderek daha fazla destek buluyor. Bu adaylık ilanı, muhalefet için bir toparlanma ve psikolojik üstünlük sağlayabilir mi? Sizce İmamoğlu’nun adaylık süreci nasıl şekillenmeli ve bu süreç muhalefete nasıl bir fırsat sunabilir?

Genel olarak muhalefetin ne yapması gerektiği üzerine fikirler üretebilirim ama özel olarak CHP ve olası adaylarının nasıl bir yol haritası izlemeleri gerektiği üzerine fikir yürütme hakkı görmüyorum kendimde. Çünkü CHP’li değilim. Kendilerine başarılar dileyebilirim ancak. 

Geçtiğimiz günlerde Alper Taş’ın solun etkisizliği ve stratejisi üzerine yaptığı değerlendirmeye nazik bir eleştiride bulundunuz ve alternatif bir yol haritası önerdiniz. Bu eleştirinizi ve önerinizi biraz daha detaylandırabilir misiniz? Solun daha etkili bir siyaset üretmesi için nasıl bir strateji benimsenmeli?

Helvacıoğlu, “İktidar perspektifi ve mekân sahipliği” başlıklı köşe yazısında sorumuza kapsamlı yanıt verdiği köşe yazısını paylaştı. Helvacıoğlu, siyasi dönüşümlerin ve devrimlerin sadece muhalefet etmekle değil, iktidar gücü ortaya koyarak gerçekleştiğini belirttiği köşe yazısının genel özeti şu şekilde:

“İktidar Gücü Ortaya Konmadan Başarı Sağlanamaz”

Helvacıoğlu, politik dönüşümlerin, muhalefet gücü göstermekten ziyade, iktidar perspektifinin net bir şekilde ortaya konmasıyla mümkün olduğunu vurguladı. Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğindeki Kurtuluş Savaşı’nı örnek göstererek, iktidar organlarının nasıl inşa edildiğini şu sözlerle anlattı:

“Mustafa Kemal, İstanbul’da kalıp bir muhalefet örgütlemek yerine, doğrudan iktidara yönelen bir çıkış örgütledi. Sivas ve Erzurum’da kongreler düzenledi, direnen çeteleri düzenli orduya dönüştürdü ve bir meclis kurdu. Yani kurtuluşun iktidar organlarını yarattı. Başarı böyle geldi.”

Benzer şekilde, Lenin’in Ekim Devrimi sürecindeki rolüne değinen Helvacıoğlu, Lenin’in burjuva hükümetine muhalefet etmek yerine doğrudan iktidar hedefi koyduğunu ve “Bütün iktidar Sovyetlere” diyerek devrimi örgütlediğini belirtti. Mao Zedung’un Çin’de, Fidel Castro ve Che Guevara’nın Küba’da, Kore, Vietnam ve Kamboçya devrimlerinde de benzer süreçlerin yaşandığını dile getirdi.

Helvacıoğlu, sadece devrimci çıkışlarda değil, karşı-devrimlerde de aynı ilkenin geçerli olduğunu vurguladı. Hitler ve Mussolini’nin iktidar yürüyüşlerini, AKP’nin iktidara geliş sürecini ve PKK’nın siyaset sahnesine girişini de bu perspektiften değerlendirdi.

“Siyasal İslam Mekân Sahibi Olamadı, Yağmacı Bir İşgalci Gibi Davranıyor”

Mekân sahipliği kavramının, iktidar perspektifinin temel unsurlarından biri olduğunu belirten Helvacıoğlu, sosyalist solun tarihsel süreçte bu perspektifi nasıl yitirdiğini detaylandırdı. Mustafa Suphi ve arkadaşlarının katledilmesinin, 68 kuşağının devrimci çıkışlarının bastırılmasının ve 12 Eylül darbesinin solun mekân sahipliği duygusunu yitirmesinde büyük bir rol oynadığını ifade etti.

12 Eylül darbesinin ardından sosyalist hareketin, emperyalist kurumlara, Kürt hareketine, CHP’ye veya devletin çeşitli kanatlarına yaslanarak siyaset yapmaya çalıştığını, bunun ise bağımsız bir politik hat oluşturmayı engellediğini dile getirdi. Solun büyük ölçüde politika sahnesinden koptuğunu ve kendi içine kapandığını belirten Helvacıoğlu, bu zaafın halen aşılamadığını işaret etti.

Öte yandan, AKP’nin 23 yıllık iktidarına rağmen mekânın sahibi olamadığını, çünkü ülkenin kurucu ilkeleriyle barışık olmayan bir anlayışla hareket ettiğini savundu. Siyasal İslam’ın bir mekân sahibi gibi değil, yağmacı ve talancı bir işgalci gibi davrandığını ifade eden Helvacıoğlu, “Bütün kamu kurumlarını yağmalayan, halkı yoksullaştıran ve ülkenin doğal zenginliklerini talan eden bir anlayış, gerçek bir sahiplik duygusuyla hareket edemez.” diye yazdı.

“Bugün Mekân Sahipsiz, Yeni Sahibini Bekliyor”

Bugün gelinen noktada Türkiye’nin mekânsız ve sahipsiz bir duruma düştüğünü belirten Helvacıoğlu, muhalefetin de yeni bir sahiplik perspektifi geliştiremediğini dile getirdi. Eski mekân sahiplerinin dağılmış olduğunu, yeni bir sahiplik anlayışı geliştirmek yerine eskiye dönüş çabası içinde olduklarını belirtti.

Helvacıoğlu, Kürt hareketinin kendi mekânına odaklandığını, sosyalist solun ise örgütsüz ve dağınık bir halde bulunduğunu söyledi. Bu durumda mekânın yeni bir sahip beklediğini vurguladı.

Son olarak, iktidar perspektifi ve mekân sahipliği konularının hem tarihsel hem de güncel boyutlarıyla açık yüreklilikle tartışılması gerektiğini belirten Helvacıoğlu, bu tartışmaların ortak platformlarda yürütülmesi gerektiğine dikkat çekti.

Muhalefetin sandık dışı demokratik stratejileri şimdilik gündemine almaması nasıl yorumlanmalı? Bu bir stratejik yetersizlik olarak mı okunmalı, yoksa muhalefetin bu tür adımları bir tehlike olarak gördüğünü mü düşündürmeli?

CHP’nin temel stratejisi iktidarı erken seçime zorlamak. Bu çizgiyi de yeni izlemeye başladılar, yoksa işe “normalleşme, yumuşama” ile başlamışlardı. Fakat erken seçimi gündeme getirebilmek için dahi toplumsal bir hareketlenme şart. Halk sokaklara ve meydanlara inmeden iktidar herhangi bir şeye zorlanamaz. Bence CHP yönetimi de bunun farkında. Ama bir yandan da toplumsal hareketin daha radikal yönlere gitmesinden çekiniyorlar. Denetimli bir hareketlenme gerçekleştirmeyi deneyeceklerdir. 

Kaynak: ABC POLİTİK HABER MERKEZİ