Le Monde gazetesi yazarı Nicolas Bourcier’nin analizine göre, Türkiye’de adliye muhabirliği, Fransa ya da İtalya’daki gibi köklü bir basın geleneğine sahip değil. Oysa ülkede çok sayıda yetenekli ve cesur gazeteci bulunmasına rağmen, mahkeme salonlarında düzenli olarak duruşmaları izleyen, yaşananları detaylarıyla kamuoyuna aktaran bir gazetecilik pratiği gelişmemiş durumda.

Bourcier bunun başlıca nedenlerini şöyle sıralıyor:

Yargı sisteminin opaklığı (kapalı oturumlar, sansür, gizli tanık kullanımı), gazetecilerin sık sık hakaret, terör, devlete karşı suçlar gibi iddialarla yargılanması ve özellikle 2016’daki başarısız darbe girişiminden sonra basın özgürlüğünün büyük ölçüde ortadan kalkması.

Nitekim 15 Temmuz sonrası başlayan yargı tasfiyelerinde yaklaşık 2.500 hâkim ve savcı tutuklandı, 1.600 avukat gözaltına alındı. Bourcier, bu davaların çoğunun evrensel hukuk kurallarına aykırı, aceleci ve göstermelik olduğunu; eğer bu durum böyle olmasaydı gazete sayfalarının bu yargılamalarla dolup taşacağını belirtiyor. Avukat Figen Çalıkusu’nun kaleme aldığı “101 Soruda 15 Temmuz Yargılaması” kitabında da bu hukuksuzlukların ayrıntılarına yer veriliyor.

Gazeteciler açısından tablo daha da çarpıcı. Darbe girişiminden yalnızca beş ay sonra, Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ) Türkiye’de 81 gazetecinin cezaevinde olduğunu açıkladı. Haziran 2017 itibarıyla bu sayı 166’ya çıktı ve Türkiye, o dönemde dünyada en çok gazeteciyi hapse atan ülke konumuna geldi.

"BU BİR DAVA DEĞİL, CEZALANDIRMA"

Bourcier, bir mahkeme salonunun kapısını açan herkesin hissettiği bir atmosfer olduğuna dikkat çekiyor: Soğukluk, sessizlik, belirsizlik. Türkiye’de son yıllarda yargıçların daha az konuştuğu, duruşmaların sürekli ertelendiği ve verilen cezaların giderek ağırlaştığına işaret ediyor. İzleyicilerin oturduğu sıralarda ise toplumun çaresizlik hissi yüzlerine yansıyor. Bourcier, yapılan araştırmalara göre Türklerin üçte ikisinden fazlasının adalete güvenmediğini hatırlatıyor.

Donald Trump Binyamin Netanyahu’yu yalanladı
Donald Trump Binyamin Netanyahu’yu yalanladı
İçeriği Görüntüle

Bourcier’ye göre bu güvensizliğin başlıca sebepleri arasında, “Cumhurbaşkanına hakaret” ve “terör örgütüne üyelik” gibi oldukça geniş yorumlanabilen suçlamaların sıkça kullanılması var. Türkiye, bu suçlamalarla en fazla dava açılan ülkelerden biri.

İş insanı Osman Kavala’nın 2013 Gezi protestolarını finanse ettiği iddiasıyla müebbet hapse mahkûm edilmesi, HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın yalnızca siyasi konuşmaları nedeniyle 42 yıl hapis cezası alması ve gazeteci-yazar Mehmet ile Ahmet Altan kardeşlere “darbe çağrışımı içeren subliminal mesaj verdiler” iddiasıyla dava açılması, Bourcier’ye göre bu eğilimin en açık örnekleri.

Bourcier, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 16 Haziran’da Silivri’deki bir duruşmada kullandığı şu sözlere dikkat çekiyor: “Bu bir dava değil, cezalandırma.” İmamoğlu’nun bu ifadesinden yalnızca dört gün sonra, kendi avukatı gözaltına alındı.

Bourcier, duruşma anlatılarının bir ülkenin aynası olduğunu söylüyor. Ancak Türkiye’de bu ayna kırılmış durumda. Duruşmaların ayrıntılarını izleyip aktaracak gazeteciler neredeyse kalmamış olsa da, Media and Law Studies Association (MLSA) gibi insan hakları örgütleri, yargı sürecine yönelik müdahaleleri sistematik biçimde kayıt altına alıyor. Bu kayıtlara bakıldığında ortaya çıkan tablo, Bourcier’ye göre bir Prevert şiirinden çıkmış gibi: tuhaf, karışık ve baş döndürücü.

Bourcier’nin yalnızca birkaç gün içinde yaşanan gelişmeleri sıralaması bile bu sistematik baskıyı gösteriyor:

  • 20 Haziran: Gazeteci Fatih Altaylı, YouTube kanalında yayımladığı ve Erdoğan’ın ömür boyu başkanlığına halkın %70 oranında karşı çıktığını belirten bir anketi yorumladığı video nedeniyle “Cumhurbaşkanına tehdit” suçlamasıyla tutuklandı.

  • 19 Haziran: 15 Mayıs’tan beri tutuklu olan gazeteci Furkan Karabay’ın, üç tweet nedeniyle “ifade özgürlüğünü aşmak” suçlamasıyla cezalandırılması talep edildi.

  • Aynı gün: Gazeteci Barış Terkoğlu’nun “kamu görevlisine hakaret” gerekçesiyle beşinci duruşması yapıldı.

  • 17 Haziran: Diyarbakır’da görülen davada, gazeteci Hatice Şahin’in yurt dışına çıkış yasağı 7 yıl daha uzatıldı.

  • Mehmet Şahin (Xwebûn gazetesi yazarı): “Terör örgütüne üyelik” suçlamasıyla yeniden yargılandığı dava 23 Eylül’e ertelendi.

  • Avukatlar Necat Çiçek ve Adile Salman: Mesleki faaliyetleri nedeniyle yargılanıyorlar; davaları eylül ve ekim aylarına ertelendi.

  • Gazeteci Can Dündar: Berlin’de sürgünde bulunan Dündar’ın, kapatılan Özgür Gündem gazetesine destek verdiği gerekçesiyle süren davası 18 Aralık’a ertelendi.

  • Bir yayınevi çalışanı: Nelson Mandela’nın Abdullah Öcalan önsözüyle yayımlanan otobiyografisini basmakla suçlanarak “terör propagandası” ile yargılandığı davada beraat etti.

"TÜRKİYE'DE MAHKEMELER ARTIK ADALETİN DEĞİL, İKTİDARIN SESİ"

Bourcier’nin analizine göre; Türkiye’de yargı, toplumda güven veren, tarafsız bir hukuk sistemi olmaktan çıkmış durumda. Mahkeme salonları, artık adaletin değil; cezalandırma ve susturma politikalarının sahnesi haline geldi. Gazeteciler, avukatlar, siyasetçiler ve yazarlar sistematik şekilde hedef alınırken, hukukun üstünlüğü yerini siyasal çıkarların yön verdiği bir baskı düzenine bırakıyor.

Bourcier, Türkiye’de bugün yargılamalar adalet için değil, cezalandırmak için yapılıyor. Ve bu durum artık istisna değil, norm haline gelmiş durumda olmadığını belirtti.