Bilindiği üzere 19 Mart sabahı İstanbul Büyükşehir Başkanı ve CHP Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu gözaltına alındı ve ardından tutuklandı.

Yaşanan sürecin siyasi etkilerini yazının konusu olmadığı için es geçersek bu durumun Türkiye ekonomisindeki yaşattığı baskıyı ve bunun emekçiler üzerindeki etkilerini irdeleyen yazı olacak

Öncelikle daha 19 Mart sabahı bir anda dolar kurunun yüzde 10 artarak 41 TL’ye fırlaması ilk etki oldu. Ardından Merkez Bankası’nın müdahalesi ile kurdaki artış yüzde 3 düzeyine geriledi. Ancak bu müdahalelerin şimdiye kadar toplamda 60 milyar dolar rezerv kaybına ulaştığı hesaplanıyor.

Öncelikle 60 milyar doların bir zarar olmadığını belirtelim. Yani Merkez Bankası 60 milyar dolar zarara girmedi dolar sattı TL aldı. Ancak bunun sıfır toplamlı bir işlem olmadığı da açık. Çünkü sonuçta TL’ye ihtiyacı olan bir ekonomi yok. TL yaratma kapasitesini farklı yollarla artırmak mümkün (para basmak, vergi artırmak, kamu harcamalarını kısmak vs.) ancak döviz rezervini yaratmanın yolları ise kısıtlı.

Peki neden Türkiye ekonomisinin döviz rezervlerine ihtiyacı var? Bunun iki nedeni var. Birincisi döviz kurları serbest artış yaşadığı zaman enflasyonu tetiklemekte. Türkiye’deki hali hazırdaki ekonomi programının ilk hedefi ise enflasyonu düşürmek, bunu hedeflenen program içinde kalması içinde güçlü rezerve ihtiyacınız var. İkinci neden ise yabancı sermayeyi ülke içine çekebilmek. Ancak sermayeye TL bazlı yüksek geliri garanti edebilmeniz için kurların artmayacağının da garantisini vermeniz lazım.

Döviz rezervini satarak kurlarda artışı durdurmanın dışında bulunan diğer çözüm ise TL’ye yüksek faiz vermek.

Nitekim ilk etkisi Merkez Bankası’nın faizlerinde göründü. Önce ara toplantıda faiz koridorunu yüzde 3 artırdı arkasından politika faiz oranını yüzde 3,5 artırdı

Bu artışı sadece %3,5 puan artış olarak okumamak lazım. Çünkü Merkez Bankası bir süredir politika faizinde düşüş eğilimindeydi. Şayet bu gelişmeler olmasaydı politika faizini %2,5 düşürmesi beklenti dahilindeydi. Yani fark %6’lık bir faiz artışı. Bunun piyasaya etkisi daha da katlanır hale geldi. İleride faizlerin düşeceği beklentisiyle ticari kredi faizleri yüzde 42’lere düşmüşken yeniden yüzde 55’leri buldu.

Hande Fırat üçüncü evrede olduğunu açıkladı
Hande Fırat üçüncü evrede olduğunu açıkladı
İçeriği Görüntüle

Türkiye ekonomisinde şu anda en kırılgan alan döviz kredisine ulaşamayan (çoğunlukla kobiler) şirketlerin finansman yükü. Bu finansman yükünün 2025 yılı boyunca bunun düşeceği beklenirken yükselecek olması şirketlerin tüm beklentileri bozdu. Bunun etkisinin nereye varacağını hesaplamak zor. Ancak halka açık şirketlerin bilançoları finansman yükü nedeniyle çoğunlukla zarar olarak açıklanıyor. Yılın geri kalanında da bu yükün devam edecek olması birçok ciddi konkordato ve iflas eden şirketlere neden olabilir.

Elbette sermaye bu maliyetten kaçınmanın yollarını arayabilir. Bunun yollarından birisi ise emek maliyetlerini kısmak, düşük ücret zamları ya da işçi çıkararak bu maliyetleri düşürmeyi hedefleyebilir.

Bu anlamda yüksek faiz yüksek enflasyonu tetiklemeye devam edecek ancak emekçiler bu kayıplarını telafi edemeyecek. Sendikal örgütlenmenin düşük olduğu bir ortamda ise işsizlik tehdidinden dolayı kayıpları için mücadele edemeyecek.

Şimdiye kadar yazdıklarım zaten bilinen şeyler ancak şimdi bu gelişmelerin farklı bir okumasını yapalım

19 Mart müdahalesi için MB bankası rezerv biriktirmiş olabilir mi?

Birçok ekonomist rezervden 60 milyar dolar satılmasını “ya rezervler önceki yıllar gibi net eksideyken bu gelişmeler olsaydı” diyerek AKP rejiminin siyasi müdahalesinin irrasyonel ekonomik müdahalesinden bahsetmekte. Belki de AKP iktidarı zaten bu tip siyasi müdahaleler için rezerv biriktirmiş olabilir mi? Yani siyasi müdahalenin ekonomik boyutları için yastık altında para biriktirdiklerini görüyoruz. Merkez bankasının 3 yıl net rezervinin ekside olmasını bile taşıyabilen iktidar sonuçlardan pek de çekinmeden bu müdahaleyi yapmış görünüyor.

Elbette bu müdahaleyi yaparken özellikle büyük sermayenin (fiyat belirleme opsiyonu olan) bu tip ekonomik etkilerden sarsılmayacağını bu anlamda çok da ses çıkarmayacaklarının da bilincinde. Her ne kadar TL kredi faizi altında dayanamayan bir kesim olsa da Şimşek politikalarına güvenerek döviz kredilerinde yeniden genişlemeye giden büyük sermaye son 2 yıldır bu güvenin olumlu etkilerini görmekte. 2023 başlarında 130 Milyar dolara kadar düşen döviz kredileri 175 milyar dolara çıktı. Enflasyondan daha geride kalan döviz kuru artışları onlara ek bir kaynak olarak döndü. Yani Şimşek politikaları en azından büyük sermaye için şimdilik oldukça karlı bir şekilde devam ediyor.
Yine iktidarın bu operasyonun maliyetini özellikle TL’ye güvenen yerli yatırımcılara kestiğini görmek gerekiyor. Operasyon öncesi sanki anlaşmışlar gibi birçok insan para piyasası fonlarının (PPF) getirilerinin yüksekliğinden bahsetmeye alternatif bir yatırım aracı olarak sunmaya başlamıştır. Ardından bu fonlara devlet tahvilleri eklenmesi şartı kondu. Kimse buna itiraz etmedi çünkü faizlerin düşme eğiliminde olduğu bir dönemde bu tahvillerin getirisi çok yüksekti. Bu yeteri kadar pompalandıktan sonra bu fonlara milyarlarca TL aktı. Mahalle bakkalının bile PPF aldığını öğrendik. Ardından bu operasyon ile bono faizleri yine yükselince bu fonlara yatırım yapanlar ciddi zararlar gördü. Yani AKP iktidarı bir şekilde İmamoğlu operasyonunun maliyeti yerli tasarruf sahiplerine ödetmiş oldu.

Otoriter Yönetim Liberal Para Kardeşliği: Yaprakları hangi koyun yedi?

Otoriter bir yönetimin öncelikle sermaye sahiplerini rahatlattığını belirtmek gerekiyor. Yapılan politikalar he ne kadar “irrasyonel” olarak tanımlansa da bu kesimin gördüğü zararlar her zaman başka kaynaklarla finanse edildi. Haliyle bu otoriter yönetimin sermayeyi rahatsız edeceği “hukuk olmayan” yerde yatırım ya da finansmanın gelmeyeceği yönündeki yargılar çok ezberlenmiş ve hatta biraz da sermayeden medet uman politikaların sonucu.

İktidarın ekonomi alanında alet çantasında bolca malzeme var ve bunları yeri geldiğinde kullanabilecek bir serbestliği de bulunuyor. Haliyle 3 yıl öncesinin mucize çözümü Kur Korumalı Mevduatın artışı sürekli bir övünç kaynağıyken şimdi düşürülmesi bir övünç kaynağı.
Her ne kadar şimdiye kadar iktidarın yanında duran TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu’nun Mehmet Şimşek’in vergi artırma politikalarına sitemleri bulunsa da; yandaş basının ekonomi gazetecilerinden Dilek Güngör, sosyal medya platformu X üzerinden şu sözleri kaydetti:

"Yaprakları yerken kıtır kıtır, sapına gelince mee… Yok öyle yağma… Rifat Başkan daha düne kadar ekonomi yönetimini savunuyordu, şimdi ne oldu yahu?"

Dilek Güngör bu sermaye çevrelerine de “unutmayın bu ulaştığınız muazzam sermaye birikimi AKP sayesinde oldu. Ses etmeyin oturun” demekte. Haksız da değiller. Her ne kadar TL kredilerinin yüksekliği bir kesimi rahatsız etse de bu kesimin daha önceki yıllarda edindiği servet de yüksek faizle gelir elde ediyor. Önceden iki cepleri birden dolmaya alışkın sermayeye bir süre bir cebinden al diğer cebine koy denerek ayar veriliyor. Ticari krediler 2 Mayıs 2025 tarihinde 14 Trilyon TL’ye ulaştı ancak mevduatlarda 21 Trilyon TL oldu. Bu mevduatların ezici çoğunluğunun bu kredileri alan şirket patronları olduğunu da unutmamak gerekiyor.

Sermayeyi bekleme, esas tehlike İstanbul Üniversitesi barikatları

19 Mart darbesinin elbette ekonomik etkileri iktidar için zayıflatıcı bir etki olsa da bu etkiyi beklediklerini ve hatta bu etkiyi hafifletmek için hazırlık yaptıklarını söyleyebiliriz. Yine de bazı sol ekonomistlerin bu darbe sonucu iktidarın zayıflayacağını öngörse de iktidarın korkusu ekonomi değil İstanbul Üniversite’sinden ilk gün yıkılan polis barikatı olduğunu görmek gerekiyor. Otoriter AKP iktidarı rezerv kayıplarını, faizin yükseleceğini, vb. etkileri hem bekliyor hem de buna karşı alet çantasında başka araçlar bulunduruyorken polis barikatının yıkılacağını beklemiyordu.

Bu anlamda AKP iktidarının 19 Martları yapması kendi siyasal devamı için bir gereklilik ve hatta zorunluluk haliyle rezervsiz bile yol alabilir ancak demokratik çoğulcu ve özgür bir basının olduğu ortamda yol alamaz. AKP iktidarı bir gün gidecekse bunun nedeni MB bankası rezervleri ya da CDS puanları ya da enflasyon olmayacak bu toplumsal muhalefetin direnci olacak.

Elbette sermaye lehine politikaların emekçiler üzerinde etkileri toplumsal muhalefetin emek ayağını besleyen ve onu da sokağa taşıyan bir sonucu olabilir ancak ekonomi verilerinin henüz bu aşamada olmadığını, özellikle seçimlere yönlendiren bir muhalefet dalgasını da her 4-5 yılda bir emekçilere seçim öncesi verilen havuçlarla geçiştirebileceğini daha önce de deneyimledik bundan sonra da deneyimleyebiliriz.

Kaynak: ABC POLİTİK HABER MERKEZİ