Siyasetin Sürekli Düşman İhtiyacı - 2: Ekrem İmamoğlu Suç Örgütü

Ama buradan, zaten kendi ideolojilerinin önemli bir parçası olan kadim CHP düşmanlığını tüm Türkiye’ye teşmil edilirler mi diye sormalıyız.

Abone Ol

Çözüm 2.0’ın hemen ardından CHPKK, HDPKK yaftası artık varit olmadığı için AKP açısından yeni bir düşman yaratılması gerektiği görülüyor. CHPKK’nın PKK kısmı çıkarılmak zorunda malum, bunun yerine hemen EİTÖ “Ekrem İmamoğlu Terör Örgütü” yaftalamasıyla yeni bir süreç başlatılmak isteniyor.

Bizde hiçbir zaman bitmeyen iç düşmana bir vurgu yaparken Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın kendisine yapılan suikast teşebbüsünü anlattığı bir televizyon programında kullandığı cümleyi hatırlatayım. “Sadece içeride değil her yerde düşman var” ifadesindeki özne maalesef içerideki düşman. Yani bu ifadeye baktığımızda Fidan açısından dış düşmandan daha da ağır bir “kötü” söz konusudur.

“Milli birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde” ifadesi günümüzde geçerliliğini yitirmiş bunun yerine iç düşman kavramı ön plana çıkmıştı.

BİR ZAMANLAR KIBRIS DİZİSİ

Burada, eski-yeni Türkiye ayrımı da söz konusuydu elbet. Eski Türkiye’nin klasik düşmanlarından artık bahsedilmemesi söz konusudur. Hegomonik iktidarını kültürel alanda kuramadığını itiraf eden AKP dış düşman tanımlarından bahsetmiyor. Zira hangisini söylese eski Türkiye söylemi devam edecekti.

Bu yüzden TRT’de yayınlanan “Bir Zamanlar Kıbrıs” dizisi nasılsa gözden kaçmış ama fark edilince herhalde kısa sürede sonuçlanmıştı. Oysa Osmanlı dizileri pehlivan tefrikası, Arap yalellisi gibi bir türlü bitmiyordu, zira kültürel hakimiyeti kurmak zorundaydılar.

Kıbrıs meselesi zaten Yalçın Küçük gibilerin yaklaşımıyla prestij yitirmişti. İsrail’in kurulması süreciyle Hürriyet gazetesinin başlangıcı arasındaki bağlantılara vurgu yapılıyor, buna göre kamuoyunun gündemine getirilen Kıbrıs konusunun aslında Sabetayist olan Simaviler aracılığıyla oluşturulduğu söyleniyordu.

İddiaya göre Yahudiler açısından Kıbrıs’ın stratejik önemi, kadim Yahudi-Yunan karşıtlığı ve sair gerekçelerle, Sabetayist Hürriyet gazetesi aracılığıyla Türkiye manipüle edilmişti. İşte cumhuriyetin düşman olarak imlediği ülkelerden birini geri plana itmenin arkasında böyle bir tarihsel yorum da vardı yani.

Sabetayist literatürü de Kurtlar vadisi dizisinin danışmanlarından olan Soner Yalçınlar eliyle devam etmiş diziye de monte edilmişti. Yani bu iktidarın banilerinden biri de “solcular” idi yani.

İDİOGRAF

İdiograf belirli bir şahsa, örgüt ya da olaya özgü imza ya da işaret anlamında bir pattern olarak tabiatıyla Hollywood’da ve diğer sinemalarda sıkça kullanılmaktadır.

Amerika’da siyahilere yönelik birçok düşmanca film çekilse de Griffith’in 1915 yapımı “The Birth of a Nation” filmi bir dönüm noktasıdır. Filmde çok az sayıda siyahi oynatılmışken ana rollerde siyaha boyanmış beyaz oyuncular vardır. Zenci tecavüzcüdür, katliamlar yapar, buna karşı Ku-Klux-Klan oluşur, kahramanca mücadelelerine başlarlar.

İkinci dönem KKK’nın giyim, kuşam şablonları da bu filmle oluşur, zira rivayete göre Griffith’in babası klanın eski kurucuları arasındadır. Film o kadar etki yapar ki prensiplerinden tanıdığımız Wilson ailesine ve kabine üyelerine beyaz sarayda özel gösterim yapılır. İtalyanlar mafya, Yahudiler paragöz, siyahiler uyuşturucuyla özdeşleştirilmesi gibi sair milletlere ilişkin patternler oluşturulur.

Anlatılmak istenilen şeyin peşinen kabullerden başlayarak devamı senaryoya da bir katkı yapar, izlerken bir kerteriz noktası oluşur.

CHP’YE YÜKLENEN MELANETLER

İşte CHP ve laik kesime yönelikte bu şekilde bir idiograf oluşturulmuştu. Buna göre ahlaksızlık, batı taklitçiliği, içki-sigara-kumar üçlüsü ve sair bütün melanetler yükleniyordu bu siyasi nabza. Günümüzde eklenenler de cabası hani. Hayvanseverlik, yalnız yaşama, yoga ve benzeri doğu felsefeleri, kimliklere saygı ekseninde de saldırılara maruz kalıyorlardı.

Bu bağlamda ailenin önemine vurgu yapıp, çocuksuz ailenin bir aile olmayacağı söyleniyor, hayvanların sen yaşlandığında sana bakmayacağı ekleniyor, LGBT ve türevlerinin dini ve siyasi açıdan bir melanet olduğu söylenerek aslında günümüzde batılı gibi gördükleri değerleri imleyerek CHP ve zeyli nabızlara saldırıyorlardı. Kültürel hakimiyeti buraya çekip tartıştırmak daha mümbitti onlar için.

EDEBİYAT VE SİNEMA

Çatışmanın kökeninde elbet edebiyat ve sinema da vardı kuşkusuz.

Platon’dan mülhem dürüst olmayan özenti Felatun Bey’e karşı mert Rakım Efendi, geleneksel Fatih ile batılı Harbiye’de ifadesini bulan iki semt arasındaki kültürel gerilim, Sinekli Bakkal romanında doğrudan batılı olan Peregrini’ye imanı ve İslam’ı kabul ettiren Rabia ve daha birçok eserde batılı züppe karakteri tiye alınmıştı.

Sinemada ise bunun devamı yaşanmış bazen de eğer bulunursa doğrudan batılıya benzer karakterler kötü olarak işlenmişti. Önder Somer sonrasında Nuri Alço bu bakımdan öne çıkmıştı. Yani kara-kuru mert Anadolu delikanlısına karşı batılı züppe değerler içerisindeki kötüler.

Bu söylem alanında önemli bir hakimiyettir de aynı zamanda. Mert Anadolulu ile züppe batılı iyi bir idiograf olmuştu.

Taha Parla “Ziya Gökalp, Kemalizm ve Türkiye'de Korporatizm” kitabında hassaten gösterdiği gibi Gökalp cumhuriyetimizin ideolojisini oluşturanların içinde en önemli düşünürlerden biridir. Hars-medeniyet ayrımında harsımızı koruyarak batı medeniyetine doğru akmamızı savunur. Aslında bu ayrım süreç içinde o kadar iyi savunulamamış, sanki cumhuriyet ve onun entelektüelleri harsı reddetmiş, küçümsemiş, balodan baloya koşuyormuş gibi bir propaganda işlenmiştir. İşte bu edebiyat ve sinema eserleri de bunu belki de biraz haklı olmak üzere ekmiş ve büyütmüştü.

EKREM İMAMOĞLU TERÖR ÖRGÜTÜ

EİTÖ diye kodladıkları Ekrem İmamoğlu’na yönelik iddialara bakalım biraz da.

Burada yine o mümbit alana göz kırpılmış, kadim iç düşman-dış düşman ortaklığı söz konusudur yani.

“Yapılan işlerin yolsuzluk ve haraç boyutuyla ilişkili organize suç vasfını aşarak ülke güvenliğini tehdit edecek boyutlara ulaştığı anlaşılıyor. Çünkü bu karanlık organizasyon İstanbul'la sınırlı kalmamış, ülkedeki pek çok belediyeyi, kurumu, kişiyi içine alan, kolları çok farklı yerlere uzanan, hatta uluslararası ayağı da olan bir ahtapota dönüşmüştür. Önceleri sadece kimi siyasi partileri ve siyasetçileri kapsadığı düşünülen çarpık ilişkiler ağının bürokrasiden iş dünyasına ve medyaya, kimi cemaatlerden istihbarat kuruluşlarına kadar uzandığı ortaya çıkıyor.”

Şimdi bu açıklamanın nesine ne söyleyelim? Adalet Bakanı çıkar “Türkiye bir hukuk devletidir” der ardından Cumhurbaşkanı böyle bir açıklama yapar. Neye yanalım? Süren bir soruşturmanın Saray’a bilgilendirilmesine mi yoksa daha hala devam eden bir soruşturmaya terör örgütü denmesine mi? Yok hiçbirine bir şey söylemeyelim. “Türkiye bir hukuk devletidir” deyip istihzayla gülelim. Zaten bakan da bunu belli etmemek için kendine “poker surat ifadesi” takınıyor ya.

Ama buradan, zaten kendi ideolojilerinin önemli bir parçası olan kadim CHP düşmanlığını tüm Türkiye’ye teşmil edilirler mi diye sormalıyız. Şimdi iş insanları, medya, partiler, siyasetçiler, bürokrasi ve bizlere de göz kırpacak şekilde cemaatlere yönelik bir şeyler olacağı ortada. Cemaatler dediğine bakmayın istemedikleri bir tek Süleymancılarla Adana’da diğerlerine göre pek de büyük olmayan Alpaslan Kuytul Furkan vakfı.

İÇ CEPHE VE PSİKOLOJİK HARP

Ama hızlı bir şekilde Süleymancılarla başladılar, yani iç düşman cephesi belli. Bir de onun ikizi dış düşman var o da çeşitli istihbarat kuruluşları. Bunu da klasik düşman olarak muhtemelen Mossad’ı ima edecekler. İmamoğlu’nun İngiliz büyükelçisiyle yakın dostluğuna binaen MI6 göndermesi büyük ihtimalle yapılamayacak zira İngiliz finans şirketlerinden sürekli istenilen borç var serde. Hasılı iç düşman tamam dış düşman imalı olmak zorunda.

Bunu yıkmak için psikolojik harbi kazanmak gerekir. Daha önceki Özgür Özel’e saldırı vesilesiyle yazdığım yazıda saldırganın “Osmanlı çocuğuyum” demesinin ardındaki söyleme dikkat çekmiş, mücadelenin asıl burada verilmesi gerektiğini söylemiştim. Ancak parti adına konuşanlar gündemine eylem alanını sokarak saldırıdaki kasıtlı ihmallere vurgu yaptılar. Tamamdır madem buradan gidecektiniz o zaman hedefi düşürmek şarttır. Öyle oldu mu? Hayır tabi. Saldırıyı takip eden günlerde yavaş yavaş sönümlendi hedef noktası. Mitinglerde Çatalca müftüsü yuhalandı, başka şeylerden bahsedildi. E ne oldu şimdi. Söylem alanını zaten kaçırdın, eylem alanında da milletin gözüne adaletsizliği, devletin nasıl ele geçirildiğini göstermek istedin, tamamdır, yani ne oldu şimdi. Mesele oyun daha çok artması değil ki, şu anki sorun sandığın hikâye olduğu bir süreçte iktidarı alıp alamayacağın. Bu da millete şikayetle değil yarattığın güçle psikolojik hakimiyetle olur. O da kanunsuz emirlere uyanı, hukuksuz davrananı düşürürsen mümkündür.

İşte bu nokta tam da EİTÖ hikayesini kazanacağın ya da kaybedeceğin noktadır. Bu tür şeyler bürokrasi ve kolluk üzerinde psikolojik hakimiyetle kazanılır. Güçlü kimse ya da güç kime doğru esiyorsa ona yönelir devlet kademeleri. İmamoğlu’na yönelik iş insanlarında bir teveccüh olduğu “ahtapot davası” ifadesiyle görüldü. Bürokrasi denilerek sopa da gösterildi. Bundan sonrası satranç oyunudur. Bürokrasi ve kolluğu kazanmak istiyorsan hedefini düşüreceksin. Bir sürü hedef değil, Çatalca müftüsü diyerek dağılmayacaksın, onun bahsi ayrıdır çok da önemli değildir bu süreçte. İşte burada daha önceki yazımda söylediğim gölge propaganda bakanlığının eksikliği görülüyor. Dayaktan gözleri şişmiş, ringin köşesine savrulmuş boksör gibi rastgele yumruk sallamamak gerekiyor.

Bürokrasi ve kolluğu kazanmanın yolu güç göstermedir. Bunun da yolu hedef azaltıp ne pahasına olursa olsun onu düşürmektir. Hasılı madem hedef gösterdiniz düşürün onu, yoksa “Yiğidim aslanım orda yatıyor” ile sadece yukarıda yazdığım katarsis gerçekleşir ama maalesef İmamoğlu’nu çıkaramazsınız. Bu da yine maalesef bir hakikat olarak önümüzde duruyor.

Siyasetin Sürekli Düşman İhtiyacı - 1
Makale: Siyasetin Sürekli Düşman İhtiyacı - 1
İçeriği Görüntüle